30 Aralık 2011 Cuma


sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

yarın

yarın 2011'in sonu. yarın gece saat 12'de ben balkabağına dönüşeceğim. balkabağına dönüşeceğim çünkü yanımda sen yoksun. eğer sen yanımda olsaydın ve beni öpseydin belki fransız olurdum ah muhsin'in dediği gibi. belki de olmazdım, bilemeyiz. ama bildiğim bir şey var o da sen yanımda olsaydın ben balkabağına dönüşmezdim.

29 Aralık 2011 Perşembe

durum değerlendirmesi

tarih 30 aralığı gösteriyor, yani bu ne demek, cumartesi yıl sonu demek. bu da durum değerlendirmesi demek. evet sevgili bilog şimdi hızlı bir şekilde geri dönüp sikimsonik 2011'in ay ay durum değerlendirmesini yapayım. her sene sonunda sikimsonik, tiynetsiz, haysiyetsiz gibi kelimeler sarf ediyorum ama öyle be anam! gerçekten önce böyle gülüyor yüzüme, sonra tokadı basıp kahkahayı patlatıyor eşşeoğlusu. neyse keselim traşı, aydın havası olsun durum değerlendirmesine başlayayım.

ocak: valla hatırlamıyorum be bilog. şimdi düşündüm de, sanırım vakıfa bir platforma katılmaya karar verdim, sonra vazgeçtim çünkü birkaç ay sonra orada çalışmaya başladım.

şubat: kar yağdı hayattan soğudum. kar kış sevmeyen biriyim donduydum resmen. geri kalan zamanda ne yaptım hatırlamıyorum.

mart: vakıfa başladım, festival bir koşturmaca sorma gitsin. git oraya, geri gel bunu yap filan.

nisan: festival ayı, gene koştur dur.

mayıs: festival bitti ama vakıftaydım gene. neneko bir gece ansızın kalçayı kırdı, hastane günleri, ameliyat filan. baya baya kötüydü.

haziran: doğdum lan! 29 oldum. başka da bişey yok.

temmuz: yemin ederim hatırlamıyorum, naaptıydım lan ben temmuzda?

ağustos: ela mı desem yeşil mi desem ah bir gözler ah bir gözler!

eylül: anadolu turu, yeni bir proje olayı.

ekim: projenin popomda patlaması. tak sepeti koluna haydi edie yoluna. yeni bir fikir, ahanda buldum, bu sefer oldu la bebeler demem.

kasım: adı üstünde kasar beni.

aralık: birkaç yeni ıvır zıvır, oldu mu la toprağım, yaptık mı heyecanları. bu heyecanlar az biraz devam.

özet geçelim, 2011 verimsiz, sevimsiz bir yıl olmuş. güzel yanları yok mu peki? olmaz mı lan? vakıf yetti de arttı bile. yaptığım çoğu işe "oo hacı aferin la sana" dediler filan. mesela çok güzel bir öykü yazdım. sırf öykü mü haaayır! sonra gözler ah gözler, ying yang.

yani kısacası 2011 eh be işte idare eder, iç güveysinden hallice, ulan eşşeoğlusu allah tependen baksın, yemin ederim ömrüm çürüdü, nebulayım ben, kızgın toz bulutu benim, kimse beni sevmiyor, yok lan bu sefer yırttık, beğendiler la bebe şeklinde geçti. umarım 2012 daha iyi olur.

ha bak ne diycem, 2011'de ben neyi kimi sevdiğimi, neye yeteneğimin olduğunu, neyi istediğimi anladım. bu da bir şey ama di mi?

ayrıca 29 dememe bakma lan bilog, ruhum genç benim! ayrıca 30 yaş, 5 yaşından sonra insanın en olgun çağıdır.

böyle işte.

ve son olarak 2011 neeeymiş be diyorum! 2011 sen git baban gelsin canım.

2012 herkese güzel olsun.

duble amin!

27 Aralık 2011 Salı

i follow you





he the message; i’m the runner.
he the rebel; i’m the daughter waiting for you.

23 Aralık 2011 Cuma

boşver

şimdi biz bu soğuk yağmurlu günde, beraber kadıköy'den vapura binip, beşiktaş'a, beşiktaş'ın ara sokaklarına, oradan istiklal caddesine filan hiç gitmeyelim. sahilde oturup çay filan içmeyelim, beşiktaş'ın ara sokaklarında hiç gezmeyelim, sahaflara gidip kitap bakmayalım, boşver yapmayalım. biz seninle bu yağmurlu günde moda'ya çay bahçesine gidip orta şekerli bir kahve içmeyelim, ben kedileri severken sen bana hiç gülümseme. bütün bunlara hiç gerek yok. hatta bu hayatta bana da hiç gerek yok, sana da gerek yok. sen bırak beni kendi halime, aklımı geri sarmama izin ver. sarayım ki ben seni hiç tanımamış, senin yazdıklarını hiç okumamış, seni hiç görmememiş ve seni hiç sevmemiş olayım.

çünkü sen buna izin vermediğin müddetçe ben salak salak seni sevmeye devam edeceğim. vapuru, beşiktaş'ı, sahafları, moda'yı, kedileri, türk kahvesini, seni düşünüp duracağım. yazmam gereken tonlarca şey varken ben sana hikayeler yazacağım, mektuplar yazacağım. ama sen onların hiç biri okumayacaksın. okusan bile deli saçması diyeceksin, yanlızlığını sevip onunla oyalanacaksın. o yüzden sen beni bırak. bana kız, bana kız ki ben küseyim, kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırayım, boynumu büküp gideyim, sonra da en yakın köprüden kendimi atayım.

21 Aralık 2011 Çarşamba

50 bin gözyaşı

50 bin gözyaşı döktüm bebekim,
yanaklarım yandı hep.

ben ağladığım zaman yanaklarım yanar. bir keresinde hiç unutmam o kadar yanmıştı ki, defalarca yüzümü yıkamama rağmen geçmemişti acısı. kalbimin acısı yanağımın acısına karışmıştı.

bugünlerde ben sık sık üzülüyorum. kuşlara bakıyorum, üzülüyorum. kediler salatalık yemiyor, üzülüyorum. 22 seneden sonra gidiyorum, üzülüyorum. sevilmek istiyorum, sevilmiyorum, üzülüyorum. bugünlerde ben sık sık üzülüyorum.

ağlasam dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinle diye soruyorum. söylesene ben şimdi senin karşında ağlasam, ne yapardın? şaşırır mıydın? umursamaz mıydın? kafanı çevirip sinirli sinirli söylenir miydin? ne yapardın? sen ağlasaydın eğer ben sana sarılırdım, gözyaşlarını silerdim. sen ağlasaydın eğer ben seni severdim.

ben bugün ağladım. böyle hıçkıra hıçkıra, hönküre hönküre salya sümük ağladım. tuttum kendimi, ama sonra ağladım. gitti, bitti. sonra kendime geldim, titredim, üşüdüm. turuncu oje sürdüm ayak parmaklarıma, baktıkça akide şekeri geldi aklıma. renkli ojeleri çıkarana bir kez daha teşekkür ettim. turkuaz mavisi tırnaklarımı gökyüzüne tuttum, tırnaklarımı kısaltsam daha güzel olur diye düşündüm.

majorlerim tükenmek üzere, minorlere doğru yola çıkıyorum. yolluğum hazır, bavulumu yaptım, biraz sonra çıkıp kendimi yollara vuracağım.

fincanın etrafı

fincanın etrafı sarı
ağlarım, sızlarım ben zarı zarı

20 Aralık 2011 Salı

anahtar

ilk kez kaldığın evde, yastığın altına anahtar koyarsan evleneceğin kişiyi görürsün derler. şimdi ben sana gelsem kalsam, kapıyı kitledikten sonra anahtarı yastığımın altına koysam seni görür müyüm?

ben her pazartesi düzenli olarak rüyamda seni görüyorum. ya bir parkta denize karşı oturuyor oluyoruz ya da bir yolda yürüyor oluyoruz. kalkınca suya anlatıyorum, musluğumdan akan su, senin musluğundaki suya anlatsın, sen gelesin diye. napıyosun sorusuna duruyorum diyorum, senden başka kimse anlamıyor, gülüyorlar.

hayallerde olmuyor azizim, bize gerçek lazım diyorum. sen gelmiyorsun. eylül'de gel demiştim, eylül geçti, aralık bitmek üzere.

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum, bazen de mesaj gönderiyorum.

beni seni düzenli olarak rüyamda görüyorum.

ah muhsin'in dediği gibi birleşmemiz radikal olacak, hissediyorum.

saçmalığın daniskası

karıncaların yuvalarını bulmak için salgıladıkları feromon, insanlarda aşka neden oluyormuş. biliyor muydun esteban? duymuş muydun böyle saçmalık. saçmalığın daniskası.

karıncalar bu alemin casuslarıdır esteban.

güvenme.

ya da boşver, inceldiği yerden kopsun gitsin.

19 Aralık 2011 Pazartesi

10

olur olmadık zamanlarda olur olmadık şeyler geliyor aklıma. karlı bir kış gününde ankara'da ağlamam, sıcak bir yaz gününde moda'da çay bahçesinde zeytin gözlere bakmam, ılık bir ilkbahar sabahında yeni kesilmiş çimenlerin kokusu, kampüsün önündeki boş süs havuzu, annemin bir sabah yatağıma pamukkız'ı bırakması. bazıları güzel bazıları korkunç. son zamanlarda günlerim bir film şeridi, sarıp sarıp geriye izliyorum. keşke demiyorum, pişmanlık duymuyorum, olacağı varmış olmuş diyorum, bazen gülüyorum, ne salakmışım lan diyorum.

sıklıkla kendime salak derim ben. edie 29 yaşında arkadaşları ona salak diyor ama bence ayıp ediyorlar. sima ile alay edilmez, töbe!

bir şarkı çalıyor, pat bir anı. bir yerden geçiyorum pat bir tane daha. patır patır geliyorlar. mesela nisan ayının ortasında yağmurun hiç yağmamış da ilk kez yağıyormuşcasına yağması, bir pazar sabahı şişhane'nin ortasında boardmarker diye dolanmam, bir günde 5 kere palais'den şişhane'ye oradan karaköy'e yürümem, hep yürümem.

moda'da çay bahçesinde saatlerce oturmam, yeşil mi desem ela mı desem gözler, sonra evrene bıraktığım mesajlar. mesajlar önemli, mesaj kaygısı her daim.

2011'in son günlerinde, 2011'in ne kadar da mendebur, ne kadar da meymenetsiz, ne kadar da sikimsonik bir yıl olduğu gerçeği apaçık ortada. her yıl sonu yaklaşırken, her yıl için aynı şeyleri diyorum farkındayım ama bu yıl hakikaten bir melundu be. durup durup 2011 neymiş be diyorum, evet bunu yapıyorum. bakkalım ben bakkal diye de söyleniyorum bazen.

3+1, ankastre muftak, merkezi sistem ısıtma, 24 saat güvenlik, asansörlü kustuğum 2011'in şu son günlerinde yüzümü güldüren yegane şeylerden biri de yılın bitmesine 10 gün kalması. başka şeyler de oluyor ama onları söylemem.

10 gün lan.

ha 10 gün sonra ne olacak orayı bilmem, zira umrumda da değil, dünya yansa umrum değil, napalım yansın, pervane olurum ama kola reklamındaki gibi her yeni yıl bıdı bıdı yeni bir umut, artar mutluluk filan. aman neyse işte böyle.

yazıların da sonunu bir türlü toparlayamıyorum, böyle piç gibi kalıyor ortada.

10 Aralık 2011 Cumartesi

şiddete meyyalim, vallahi dertten

şiddete meyyalim, vallahi dertten.
hakkımda yanılttılar milleti cidden.

soğukkanlıyımdır genellikle.
caddeleri kellelerle donattığımda
şıppadak sivilleşir, evcilleşirdi hatta
bıkkın hippi, tüccar molla, ayyaş gerilla.

çilli, guccili fettanın illegal güzelliği,
teşebbüsündeki şebboy molekülleri;
yutturdu habbeyi, çökertti kubbemi,
zannederim ağlattı tıbben annemi.

okkalı sillesini patlattı mukadderat
iddiayı kaybettim müreffeh kentte
misilleme hakkım yitti düello bitti...

mütevekkil gettomun ninnisi hüzzam
inşallah cennette yıllanırız vesselam.

murat menteş

7 Aralık 2011 Çarşamba

nokta nokta

yere yattım, gözlerimi kapadım. ölmek için birtakım hareketler yaptım, ama çimento soğuktu, hastalanmaktan korktum. böyle bir durumda eroin alan bir sürü herif tanıyorum, ama ben mutlu olmak için yaşamın kıçını yalayacak değilim. yaşamı süslemek istemiyorum ben, bok yesin o. birbirimize karşı hiçbir şey hissetmiyoruz. yasal erginliğe kavuşacağım zaman televizyondaki gibi uçaklar kaçırıp, rehineler alıp, birşeyler istemek için tehditçilik yapacağım belki, henüz ne isteyeceğimi bilmiyorum, ama boktan bir şey olmayacak. esaslı bir şey olacak yani. şimdilik ne istemek gerektiğini söyleyemeyeceğim, profesyonel eğitimden geçmedim çünkü.

Emile Ajar - Onca Yoksulluk Varken

29 Kasım 2011 Salı

351 = üç beş bir

351. post

3 5 1 = üç beş bir.

Beş üç sekiz

Sol kanat, sağ kanat. Sağ frontal lob, sol kaburga.

Blog yazmanın, tutmanın ya da ne bileyim blogun en güzel tarafı insanın daha önce neler yazdığını, nasıl yazdığını, yazdığı anda hangi gaflet ve dalalet içinde olduğunu, hissiyatını, neyin içinde olduğunu görmesi.

Ben bazen, zaman zaman, geçmişi seven, geçmişte yaşayan biri olarak, neler yazmışım, nasıl yazmışım, neler zırvalamışım diye açar okurum eskileri. Dün gece ya da bu sabah artık sen ne dersen de, açtım okudum neler yazmışım, neymişim, ne olmuşum diye. O varmış, bu varmış, şu varmış, bir varmış, bir yokmuş, kızmışım, kızgınmışım, üzülmüşüm, üzgünmüşüm, gülmüşüm, gülüşmüşüm, daha neler neler, olaylar olaylar. (Yazar burda içmail abi'yi andı, selam çaktı, sol kroşe, sağ kroşe, kornişon turşusu, olsa da yesek)

Turşu limonla mı yapılır yoksa sirkeyle mi? Ben bilmem, ama yerim. Ne diyordum heh eskiden yazdıklarım, neler yazmışım neler, ama şimdi allah var güzel yazmışım, fena değilmiş yani, ne olduysa sonradan olmuş zaten. Bir bana dokunmayan yılancık, aman salla gitsincilik, boşver niye yazayımcılık vuku bulmuş.

Bu post 351. post. Post, host, yazı işte. Karalama, zırvalama, falan filan, feşmekan.

Kasım bitti, iyi ki bitti. Hiç sevmem ben kasımı, kasım kasım kasar beni. Bayar, yorar, sıkar, bunaltır.

Şimdi aralık. Kapı aralık. Aç kapıyı bezirganbaşı.

paramparça

türkçe'deki en güçlü kelimedir paramparça. parçalar, yıkar gider. gider.

17 Kasım 2011 Perşembe

16 Kasım 2011 Çarşamba

gitme kal




benim ömrüm senin peşinde koşmakla geçiyor mecnun. beni sevmiyorsan bırak be mecnun, bırak. beni buraya göm ve git.

paraşüt




babanı da severdim sean, seni de sevdim. canım benim, böyle devam et evet, durmak yok, şarkıya devam.

15 Kasım 2011 Salı

az sabır

Well i'm sitting here and sinking and i'm on the '8th floor
And i'm thinking do I jump or should I stay around for more?
I watch my friends get bigger and get better and get richer
But i'm not bitter
Time is ticking ticking ticking ticking ticking on with a vengeance
I want it all

12 Kasım 2011 Cumartesi

güzel olduğunuz kadar şapşalsınız da

edie neredeyse 30 yaşında, tanıdıkları ona idiot diyor.

baran ise 14 yaşında, arkadaşları ona einstein diyor.

bence einstein yerine mahmut deselerdi daha sempatik olabilirdin baran gözümde. bak bana neredeyse 30 yaşındayım, kendime demented loser diyebiliyorum, tanıdıklarım da idiot dese alınmam. şimdilik alınmam, zira bir nevi küçük çaplı great depression'a girmek üzereyim, çıktıktan sonra bulursam diyeni allah yarattı demem, ağzını burnunu lapps lapps kırarım, kıramazsam kırdırırım. tekrarlayan heceleri yazarken zorlanıyorum bilog biliyün mü? çok mu banal oldum ne?

baran, seni beni dinle, einstein filan bırak bu işleri. para yok, yıllarca insanlar arkandan konuşup durucak deli miydi dahi miydi diye, gerek yok, mahmut desinler işte. yakışıklı değil ama sempatik ol ne var canım yani.

acıkıyorum bilog. sürekli bir yeme isteği içindeyim. dünyayı koysalar önüme yerim. pırasa yemem o ayrı. lahana, karnıbahar da yemem. brokolinin sadece çorbasını içerim, kremalı brokoli çorbası, ulan olsa da içsem. az önce ben değil miydim arkadaş götüren yemekleri. 88888 kilo olacağım korkuyorum. kessin depresyona giriyorum.

eskiden aşık olduğum zamanlarda, heyecanlandığımda filan yemek yiyemezdim, şimdi hak getirene. doyamıyorum. şeker mi oldum acaba? allahım ne kadan şeker bir insanım. yok ya, gidip baktırdıydım şeker de değil, ama gene gidebilirim.

kalan ömrümü söylerim zaten bilog merak etme. bir ayrılık yazısı filan yazarım o kadan da ökküz biri değilim.

az önce iffet'de ahmet kaya çaldı be bilog. böyle düğüm oldum birden. severim ben ahmet kaya'yı. ferdi'yi de severim zaman zaman. zira sevdam yüce dağlar kadar, içimde volkan kaynar, anlamazsın sen bebeğim, sevdalılar beni anlar. sen de mi leyla vardır mesela, severim. aklını fikrini yalan bürümüş, sen de mi leyla.

martılarda düşünmek kimi kime getirir? beni sana, seni bana, onu bana, beni bize, d hepsi, e hiç biri. korkarım soruma yanıt alamadım.

keyfim yok desem bilog inanır mısın? gözyaşlarıma dokanabilir misin? buna dokanabilirsiniz? dokandı. grup vitamin vardı bir zamanlar, hey gidi hey. ne severdim. sonra gökhan semiz öldü, güzel adamdı, allah rahmet eylesin.

onu bunu geç hafız yarın behzat başlıyor. ankara'dan abim gelmişcesine bir sevinç!

neyse işte böyle.

bu da böyle bir anımdı.

3 Kasım 2011 Perşembe

29 Ekim 2011 Cumartesi

hezeyan

yokluğunda çok kitap okudum.
şarkılar öğrendim.
tüplü dalış yapayım dedim, tüpü bitmiş yapamadım.
senegallilerle altın günü yaptım.
kısırı tutturamadım.

hezeyanlardan hezeyan beğendim.
bir öykü yazdım.
kadıköy'ün orta yerinde "seni yeneceğim istanbul" diye bağırdım.
deli sandılar, sustum.

"sen bu parayı hak etmiyorsun" dedi kısa saçlı kadın.
kadın haklı beyler diyemedim.
başımı salladım, sustum.
ben sustum gözlerim konuştu.

gözlerim demişken, gözlerimden ateş çıkartırsam
evrimimi tamamlayabilecekmişim
öyle dedi doktorum.
gözlerimden ateş çıkartırsam eğer,
mutant olabilirim ben.
mutantlar aramızda.
aramızda kalsın ama bu.
duyarsa üzülür şimdi.

bu arada iki kişinin bildiği sır değildir.
tır hiç değildir.

çayın bittiyse koyayım.

yazdığım şiirler seni anlatsın.
şarkılar beni söylesin.

27 Ekim 2011 Perşembe

sen uyurken

bir gün, bütün tanıdıklarım uyurken, bu hayatın yanağına bir öpücük kondurup uzaklara gideceğim. sorun sende değil bende yazacak yanı başına bıraktığım notta.

26 Ekim 2011 Çarşamba

mıknatıssız bir pusula

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in
leş kanını
gül kılar.


birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.

gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.
bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.
inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden

helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben

-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-

“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.

bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.


bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!
ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü

gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur

sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.

nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.


biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
mıknatıssız bir pusula olarak

ah muhsin ünlü

24 Ekim 2011 Pazartesi

zaman ve ötesi

şişe şişe eter içmek istediğim yalnız ve kedili bir pazar gecesinde yine beraberiz blog. keyifsizim. son günlerde olanlar üzüyor beni. kendimi oyalıyorum, bol bol okuyorum, yazıyorum, yazmaya çalışıyorum, yazdığım cümlelerin abukluğuna bakıp siliyorum.

kitapları okuyorum, kitapçıkları, broşürleri, broşurleri, föyleri, el ilanlarını, mektupları, blogları, twitterı, gazeteleri, dergileri, prostektüsleri, prestektüsleri, prospektüsleri, reçeteleri, peçeteleri.

şişe şişe eter içmek, günlerce uyumak, uyandığımda kendimi japonya'da bulmak istiyorum. bütün meyhaneleri dolaşmak, bütün sarhoşlara sataşmak, avazım çıktığı kadar susmak istiyorum.

ilahi adalet, kan, vahşet, nefret, sevgi, aşk, özlem, gözyaşı.

aşk ve nefret arasında ince olan çizgi.

tanrılar kurban istiyor.

evler yıkılıp, ocaklar sönüyor. birileri ağızlarından köpükler saça saça "adalet yerini buldu" diyor.

kana kan. dişe diş. göze göz.

duruyorum, bakıyorum, susuyorum. konuşmak istiyorum, sazlıklardan havalanan ördek gibi çıkıyor sesim. konuşamıyorum.

öyle bir hapşırıyorum ki akciğerlerim sarsılıyor.

öyle bir seviyorum ki boğazım düğümleniyor.

güneş gözlerimi yaşartıyor.

rüzgar saçlarımı dağıtıyor.

saçlarım durmadan uzuyor.

öyle bir geçer zaman ki geçmek bilmiyor.

fok balıklarından bile yalnız olduğumu kabul etmek sinirimi bozuyorç

hatıralar hayal oluyor diyor dario.

olmasın, hatıralar hayal olmasın dario.

yargılamak

"sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin? kendi gözündeki merteği görmezken, nasıl olur da kardeşine, `kardeş, izin ver de gözündeki çöpü çıkarayım' dersin? seni ikiyüzlü! önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün"

luk.6:37-38, 41-42

17 Ekim 2011 Pazartesi

tefrika

Yani bazen düşünüyorum da sizin işiniz de zor arkadaş, insan olmak yani. Öyle her Allah’ın günü kalkmak, işe gitmek, strese girmek, yetişti yetişmedi derdi, sonracığıma okul derdi, ilkokul mu ne diyorsunuz ona, ondan, sonra ortası, lisesi, üniversitesi, sonra askerlikmiş, evlilikmiş, ekmek parası derdi, çoluk çocuk, geçim derdi. Zor arkadaşım zor, ben bunları kediyim diye söylemiyorum he, aman yani bir yanlış anlaşılma olmasın. Ama çok zor işiniz, ben diyeyim sana. Ya tamam benim de işim zor elbet, kedi olmak da zor şey ama kedi olmak ayrı insan olmak ayrı. Tastamam ayrılar birbirlerinden. Bir kere biz yapımız gereği küçücüğüz boyut olarak avantajlıyız, her yere sığarız, aradan yırtarız, oraya buraya gireriz, en olmadık en saçma en abuk sabuk yerlerde gezeriz. Kimse de bize hop arkadaş ne işin var burda, giremezsin, damsız almıyoruz gibi şeyler söylemez, yani arada bir kış kışlayıp kovuyorlar, tekme filan yiyoruz ama o da onların terbiye noksanlığı. Ondan sonracığıma yemeğimizi çöpten de buluruz, çalarız da. Bir şekilde buluruz yani anlayacağın. Ama insan olmak öyle mi arkadaşım, bak kediyim diye demiyorum, sakın bozulma ama çok zor işiniz çok.

Biz bir kere hep dört ayak üzerine düşeriz. Şanslıyız, hem de çok şanslıyız. Soğuk havada şöyle bir arabesk Küçük Emrah bakışı yeter. Biri acır bize muhakkak, hatta evlerine bile alıyorlar yani o derece işe yarıyor ama ya siz? Sizin öyle mi? Değil, ben mi nerden biliyorum? Bizim bir abimiz vardı vakti zamanında, arada bir bizim çöplüğe gelirdi, neydi adı dur hatırlıycam, Ömer mi, Ender mi, valla yalan olmasın şimdi, konuyu da dağıtmayalım, siz insanoğlunun vakti çok değerli biliyorum yani onu. Heh neyse ne diyordum ben, işte bizim çöplüğe gelen o abimiz işte, bizim çöplük dediysem de bizim takıldığımız çöplük, yani kalkıp şimdi biri yanlış anlar filan ayıp olur sonra, o çöplüğe takılan abimiz bir gün baktı baktı bize, o zamanlar da bizim aile eşrafından bir Nuri abimiz var, yaman kedi, bunun yavruları var, oğulları, şimdi büyüdüler koca kedi oldular, arada bi gelirler bana hep, onları saldı Nuri abi restoranın önüne, gelen müşterilerden biri, zenginler gelirdi he oraya, fiyakalı bir yer yani, onlardan birinin çocuğu işte ay dedi bizim Nuri’nin oğullarını gösterip, anne alalım bak ne şirin ne olur ne olur, anası önce hık mık dedi ama baktı ki velet susmuyor, mızmız da bir şey çocuk, aldılar Nuri abinin oğullardan birini. İşte o zaman bizim oraya takılan abi baktı baktı bunların arkasından, sonra bastı küfrü. Pezevenkler dedi, alırsınız kediyi evinize, o da sıçar halınıza ama bize bi ekmek parası yok, şu fakire evsize bir ekmek alalım, yatacak yer bulalım yok. Sonra bastı bizim Nuri’nin diğer oğullarından birine tekmeyi, ben mi, ben topukladım hemen tabi, zaten bakarım ben biri sinirli bulaşmam hiç, sırnaşmam. Tekme filan yiyemem yani. Olan bizim Nuri abinin ufaklığa oldu, gerçi sonra Nuri almış onun hesabını ama o an acımıştım garibe. Sağlam küfrederdi he bizim o abi ama. Zenginlere bakar bakar basardı küfrü. Neydi ya bi lafı vardı çok gülerdim ben, it oğlu it mi derdi ne derdi, onun gibi bi şey, çok gülerdim ona. Bizim arkadaşlara da derdi arada, kediye it oğlu it diyordu yani. Öyle komik adamdı. Bir ara anlatmıştı bana hikayesini, çok acıklıydı he, Türk filmi gibi. Şimdi birkaç akıllı çıkıp anlatsana diyecek ama yemezler, bu hikaye bitsin abinin hikayesini anlatırım ben size bi ara.

15 Ekim 2011 Cumartesi

hapşırık

Küçük yaştan kakılır bazı şeyler kafamıza ve bizler böyle büyürüz. O kakılan düşünceler, fikirler her geçen gün biraz daha evrim geçirir, semirir ve daha çok kakılır beyne. Hapşırığını tutma da bunlardan biridir. Rahat hapşır, sakın tutma kendini, tutarsan iç organların patlar maazallah. Ben de bunlarla büyütülmüştüm, hatırlıyorum da küçükken anneannemin yanında kendimi tutmuştum hapşırırken o da bana “tutma evladım hapşır gitsin zararlı, beynin patlar sonra” demişti. Hapşıracağım zaman kendimi yanlışlıkla tutarım da beynim patlar ölürüm diye günlerce uyuyamamıştım doğru düzgün. Hep böyle şeylerle büyütüldük biz zaten. Çok ağlama gözyaşların kurur, çok yeme çatlarsın, çok gülme ağlarsın, başına gelmesini istemediğin bir şey duyduğun vakit duvarlara tahtalara vur, kara kedi gördün saçını çek, merdiven altından geçme, biri sana güzel bir şey dedi mi poponu kaşı, dilini ısır, yemeğini bitir arkandan ağlar, hep bunlardı bizi korkutanlar. Kulak asmamaya çalışırdım ben, ilgilenmemeye, duymamaya. Ama olmazdı, ben ne kadar kulaklarımı kapatmaya çalışsam da sözler dönüp dolaşır yine beni bulurdu. Sonra zaman geçti, ben unuttum, artık hapşırığımı tutarsam beynim patlar diye korkmuyorum zaten çok da hapşıran biri değilim dedim ya tuhafım diye. Ama severim hapşıranları izlemeyi. Bazılarının burunları kaşınır, suratları ekşir ardında “ıpsı” diye bir sesle hapşırırlar. Bazıları küçükken büyüklerinin tembihlediği gibi tutmaz kendini çok gürültülü hapşırır “haaaapşuuuuu” diye kocaman bir sesle.



yıllar önce yazmaya başlayıp yarım bıraktığım öykülerden biri. dosyaların arasına sıkışmış, gün yüzü görsün, nefes alsın istedim. belki devamını yazarım sonra, he yazar mıyım sence sebastian?

da da da

bir manikürle insana dönmek!

selam sana bilog, selam sana ahali!

ben bir manikürle insana dönen uzaylı zekiye, zekiye pek olmadı tabi burda ama napalım.

o değil de arkadaş çok mu çabuk geçti bu hafta, çabuk mu geçiyor haftalar, günler, geçmiyor da bana mı öyle geliyor? bir şizofrenik durumlar mı vicüt buldu bende.

vicüt bulmak.

kimin vicüdü?

vicüt güzellik yarışması diye bir şey var ya? şişiriyorlar kasları filan!

kafa küçcük, kollar canavarlar, baccaklar kürdan, avuç içi bikini, meme zaten yok!

allahım korkunç!

o değil de kadın kısmı kaş, bıyık, manikür, pedikür filan yaptırınca bir rahatlama bir oh be anam dünya varmış hissi oluyor ya, işte o his dünyaya bedel.

sırf bana mı özgü acaba bu işlemlerden sonra böyle bir oh be anam hissiyatı?

valla merakımdan soruyorum bacılarım?

yoksa yeminlen kendimi çok ezik hissedeceğim. zaten demented loser diyip duruyorum.

aman nabayım ya! tek bensem de banane yani!

bilgisayarda binlerce dosya var, yarım yarım öyküler, yarım bırakılmış romanlar, senaryolar.

insan değilim!

üşeniyorum öyleyse yarın mottosuyla yaşaya yaşaya, ölücem bir gün! vicüdümü kediler yiycek, tüm şehir size gülücek!

tut ki karnın acıktı, annene kızdın, kedini yedin ve tüm şehir sana güldü! olabilir yani böyle şeyler! olamaz mı?

şimdi senaryo diyince aklıma geldi, vakti zamanında veletin teki asılmaya çalışıyor aklı sıra mesaj attı, ben senarya yazmak istiyorum bana yardım edebilir misin, tabi dedim, önce bir yazım kılavuzu alıyoruz, olmadı tdk açıyoruz google'a yaz çıkar, senarya yerine senaryo yazmakla olaya başlıyoruz.

demek istedim, demedim tabi.

senarya yazılmaz, senarya doğulur da diyebilirdim, bu daha iğrenç olurdu.

benden öğrensen olmaz kitap al, ya da workshoplara katıl dedim.

senarya!

velet aslında amacını belli etmiş, seni var ya! i ve v harfini at, kaynaştı onlar!

bir de makarna yapayım ben, şarap filan evde konuşuruz diyor!

o makarnaları sana nasıl yediririm biliyor musun evlat? burnundan yediririm, düdük makarnası diye adın çıkar!

makarna ve şarap! çilek ve çikolata da olacak mı? kokulu mumlar filan? olmadı midye yiyelim o daha alengirli bi yiyecek!

kanan var mı lan bunlara? makarna yaptım şarap açtım senaryo nasıl yazılır konuşucaz! yarım saate kalmaz sen film çevirmeye çalışırsın tiynetsiz!

ben velete diyorum ki, şugün şu saat şu kafeye gel, adam bana makarna şarap diyor! yaa yürrü git damacana!

neden arkadaşım bu ayak? makarna nedir? çok mu çaba harcıyorsun yani? su ısıt, koy olsun, hazır sos yapıyorsun al sana makarna. duyan da hamur açtı, makarnayı yaptı, kesti biçti doğradı sanacak! tamamen ev makarnası! yürrü düdük makarnası! bak aklıma geldikçe sinirleniyorum!

yaşlandım mı nedir zaten, durup durup sinirlenme olayı başladı bende. birine, bir şeye kızdım mı amanın! erdal abi gibi konuşmaya başlıyorum, akabinde de - bak akabinde dedim her zaman demem kıymeti biline- iğrenç olduğumun farkına varıp susuyorum. susuyorum ama kızgınlığım geçiyor mu? nayııırrrr! durup durup aklıma geldikçe tiynetsiz cibiliyetsizler diye başlıyorum.

yaşlandım yaşlandım!

daha dün doğan çocuk bugün 15 yaşına basmış! abooov!

15 yıl boyunca çocuğu görmemek de ayrıcana bir öküzlük!

çocuk filan dedim de oha lan ne çoccuğu demeyin, kuzenlerin, yeğenlerin çoccuğu.

kaç yaşındasın yavrum sen dedim, 15 dedi, hıı güzel dedim.

yavrum filan dedim ya!

garibim çoccuk zaten bir bakıyor, ölmüş akrabaları gelmiş gibi, nerden geldi lan bunlar gibi.

o değil de abi bu nasıl bir yazıdır, başı ayrı telden çalıyor, ortası ayrı telden, kıçı ayrı telden!

teldeki kuş!

kişilik bölünmesi mi yaşıyorum acaba? yoksa gerizekalıyım da ondan mı?

yok la bebeler çok zekiyim aslında!

aman nabayım işte, dadayım ben!

da da da!

12 Ekim 2011 Çarşamba

- that was perfect -

olmadık zamanlarda olmadık şeyler gelir aklıma. mesela dün gece the return diye bir film geldi. sinema yazarları ödülü mü almıştı ne? hatırlayamadım şimdi, rus filmiydi, yönetmen nuri bilge'yi andırıyordu. nuri bilge'yi sevemeyen ben nedense sevmiştim o filmi. iki kardeş, yağan yağmur, yıllardır ortada olmadan babalarının birden dönüşü, bir yola çıkmaları, babaları mı ölmüştü ne?

bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyorum. oysa ki ben değil miydim iğrenç bir fotoğraftik hafızaya sahip olan?

dün gece o filmi bulup tekrar izlemek istedim.

yağmur yağarken oturup yağmur yağan br film seyretmek istedim.

-------------------------------------------------------------------

bu işareti yapmaya o kadar alıştım ki! ortasına bölüm sonunu da yazdım mı olay tamam!

bölüm sonu!

bölüm başı!

çıbanın başı!

----------------------------------------------------------------------

birkaç hafta önce kars'daydım ben.

kars bir serhat şehrimiz. gazi kars, şanlı kars.

kars kalesine çıktın mı bir kez daha gelirsin dedi kahveyi getiren adam.

gelir miyiz dedim babama, geliriz tabi dedi.

gideceğim sanırım gene.

hem kars'a, hem ağrı'ya, hem de van'a.

birkaç ay içinde tekrar yollarda olmak hayaliyle yaşıyorum bilog!

hayallerle yaşıyor bazı insanlar be bilog!

hayallerde yaşıyor bazı insanlar be bilog!

ben de hayallerde ve hayallerle yaşıyorum!

onlar olmazsa sıçarım o ayrı!

-------------------------------------------------------------------

geçen hafta ne iş yapıyorsunuz sorusuna, .......... olduğumu söylüyorlar dedim.

bu cümledeki ............ boşluğu tamamlayınız, doldurunuz.

sonra da ekledim, demented loser olarak tanımlıyorum ben kendimi diye.

i've been living like a demented loser for ages dedim, anlamadılar güldüler, espri yapıyorum sandılar.

halbuki espri değildi.

tutunamayan olduğumu kabul etmem neden bu kadar tuhaf geliyor ki?

--------------------------------------------------------------------------------

bored to death'in yeni sezonu başladı.

uzun zamandır bir dizi karakterini kendime bu kadar benzetmemiştim.

dizi karakterlerini severim, öykünmem ama severim.

ama jonathan ames, oh cizız! yandan yemişi gibiyim adamın!

---------------------------------------------------------------------------------

bir işi yaparken ilham gelmesi!

yazar tıkanıklığı var be bilog!

coen'lerin yalanı olduğunu düşünürdüm hep!

meğersem varmış!

bir şeyi yazarken başka bir şey için ilham gelebilirmiş!

-------------------------------------------------------------------------------

geçenlerde birine demented loser olduğumu söylediğimde bana ed wood gibisin, ne kadar eğlenceli dedi.

iyi mi kötü mü ne dedi bilemedim.

ed wood?

eğer bir gün ed wood olacaksam tamamdır o zaman be bilog!

10 Ekim 2011 Pazartesi

segah-ı nihavend

-sana zeki müren dinletmeye geldim. seversin sen.

- yok dinletme, ağlarım şimdi.

- dertliyim ruhuma hicranımı? güzel olmaz mı ama şimdi leyla dinlesek.

-yok, ağlarım.

2 Ekim 2011 Pazar

plus expenses?

-evet, nedir şikayetiniz? neden buradasınız edie hanım? size edie diyebilir miyim?

-ee, aslında bir şikayetim yok, hiç terapiste gelmemiştim, bir geleyim dedim. sizin neden deri kanepeniz yok, hastalarınız uzanmıyor mu?

-yok uzanmıyor, gereği yok.

-ben uzanmak istesem, çocukluğuma böyle inebiliyorum da.

-edie hanım, malesef kanepemiz yok, o amerikan filmlerinde oluyor. film demişken çok mu film izliyorsunuz? mesleğiniz nedir?

-mesleğim? yani ne desem boş aslında. profesyonel aylak olarak görüyorum kendimi. büyük bir kaybeden. en büyük başarım başarısızlığım. yazarım ben, senaryo filan yazıyorum.

-senaryo filan? seviyor musunuz işinizi?

-ben iş olarak görmediğim için onu, hayatımın bir parçası görüyorum. kolum gibi, elim gibi. elinizi seviyor musunuz diye sormak biraz tuhaf yani.

-anlıyorum. nedir sizi sıkan?

-geceleri kurt, gündüzleri insanım.

-anlamadım?

-içimde bir seri katil yatıyor.

-annenizle aranız nasıl?

-ne ilgisi var şimdi annemle bunun.

-çok alakası var.

-gerçekten çok açıklayıcı oldunuz, annemle aram iyi, saygım sevgim sonsuz.

-alaycı yaklaşmaya çalışıyorsunuz, kendinizden uzaklaşıp, öfkenizi bastırıyorsunuz. elektra kompleksini duydunuz mu?

-evet duydum da ne alakası var. annemle aram iyi diyorum, kendisini rakip olarak görmüyorum. babama da düşkünlüğüm yok, zaten yaşım da neredeyse 30!

-öfkeniz, annenizi sorduğum da bana öfkelendiniz.

-yoo.

-geceleri uykunuz nasıl?

-anlamadığımız soruları boş bırakabiliyor muyuz?

-gene alaycılığa vuruyorsunuz.

-çok şakacıyımdır evet.

-soruma hala yanıt alamadım.

-sokakta yürürken, bir yerde otururken etraftan sevdiğim bir dizi, bir filmle ilgili bir şey duyduğum an kulak kesiliyorum. olumlu konuşuyorlarsa konuşanlara bakıp gülümsüyorum, acımasızca eleştirip yaftayı yapıştırıyorlarsa rahatsız etmek için elimden geleni yapıyorum.

-annenizi rakip olarak görüyorsunuz, kendi yazdıklarınızı kabullenirseniz onu alt edeceğinizi düşünüyorsunuz, bu nedenle de

-elektrayım yani.

-evet elektra.

-yaş olmuş 30 ama.

-olsun.

evet çok sıkıldım. yazmam gereken şeyleri yazarken başka bir şeyi yazmaya başlamam!

oooh cisız!

diyaloglar kıçımdan uydurma, aa noldu, terapiste mi gidiyorsun filan tamamen hayal ürünü!

ama gitsem kesin buna benzer şeyler çıkar.

20 Eylül 2011 Salı

kaz çobanı

2005 tarihi nedir bilmiyorum ama burası kars, gördüğünüz arkadaşlar da benim kazlarım. sesim soluğum çıkmıyor ama hala hayattayım, buradayım ve hala kaz çobanı olmak istiyorum.

3 Eylül 2011 Cumartesi

iç anadolu kırsalındanım!

selam sana ahali! selam sana bilog! ben geldim! iç anadolu kırsalından ben geldim! neden geldim istanbul'a bea! ayağımın tozuyla saçma sapan rüyalara başladım! ulan nasıl bir bilinçaltım varsa yorgun olunca bir sapıtmak piiii!

kaz çobanı olamadım içim yanıyor be bilog! kalayım buba beni bırak kars'da dedim dinlemedi. yürü yavrucuğum daha göreceğimiz yerler var dedi. el mahkum gittim.

konya- tokat- erzincan -erzurum - kars- trabzon - giresun- ordu - samsun- istanbul. ne yol be arkadaş! gezelim görelim! gez gör arpacık! adım adım anadolu!

şimdi merak eden vardır, bodrum çeşme antalya filan dururken niye iç anadolu, doğu anadolu ve karadeniz? bilog ben denize bile sessiz sakin koylarda girerim. sevmiyorum kalabalığı. bayıyorum öyle otelmiş, tatil köyüymüş, şu saatte yat, kalk, kahvaltı, öğlen yemeği, akşam yemeği! havuz zaten sevmem, deniz dururken havuza girenleri de anlamam. ulan küvet gibi herkes doluşmuş çişini yapan mı dersin, tüküren mi piiii girilir mi be ona! çamaşır suyu gibi klor, ağzın burnun gözün yanar! saçların mahvolur, mayon solar lastikleri bozulur! piiii! sevmem de girmem de! animasyonları filan hiç saymıyorum farkındaysanız! denizden çıkarsın bir gideyim bakayım havuz kenarında ne varmış la dersin gelir bi animatör yanına, saçını çeker, burnunu sıkar filan! o elini alıp kırıcam haberi yok salağın! tatil köyü oteli geçtim bodrum'a filan da bayılmam öyle. hadi gündüz tekne turuymuş, denizmiş filan da gece illa ki çıkalım çıkalım! gidersin bir klube allahım ya bildiğin kantin! herkes birbirini kesiyor! dans edeyim dersin kıç kıça dans edemezsin, sıcak zaten. biri gelir içki ısmarlamaya çalışır, diğeri sigaranı yakmak ister! bisidigidinlan! hea bu sadece bodrum'a özgü birşey değil. istanbul'da da böyle. konser festival açılış filan neyse ama özellikle bu haftasonu çıkayım bar bar klüp klüp gezeyim demem. giderim bir yere yemeğimi yerim sohbet ederim. sevmem kılım ben!

iç anadolu kırsalındanım arkadaşım ben.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

ruya

tokattan erzincan oradan karsa sonra erzuruma, sonra erzincan uzerinden gumushaneye bayburta ve de trabzona! bugun karsa gittim. cok sehir gezmedim ama gezdigim gordugum en guzel sehirler arasinda 1 numaraya girer! ruya gibi masal gibi! kozmosu seyrettigimden beri bi gidemedim diyen ben nihayet gittim gordum.

anlat biraz nasil hele oralar derseniz gidin gorun diyorum. kars kalesi, eski rus binalari, tas yollar, ara sokaklar, piti, gravyer, ani harabeleri. daglarin arkasi ermenistan. koseyi donunce rus askeri cikacak gibi hissediyorsunuz.

hele giderken su altinda kalmis agaclar ve kopru! hala ruyada oldugumu saniyorum!


28 Ağustos 2011 Pazar

abbas mı dedin?

ne diyem mahmut mu diyem? abbas dedim tabi. yolcu olan abbas. hani şu bağlasak durmayan abbas. adamı niye bağlıyoruz orayı hiç anlamıyorum bilog. sado - mazo eğilimleri mi vardır abbas'ın nedir? abbas vafıl vardı di mi? bebek'te miydi o? attım mı yoksa ben? yok ya hatırlıyorum öyle bir yer. ben teee gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecanken abbas'a vafıl yiyelim mi derdi eski bir arkadaş. ben sevmem vafıl. ay vafıl vafıl diye ölmem. dondurma severim, çilek ve çikolatalı olucak. arkadaşım bu konu buraya nasıl geldi? bir çıktım abbas'dan dondurmayı anlatıyorum ya!

neyse abbas moduna geçtim. bütün bir yazı mızıldayarak huysuzlanarak geçiren bendeniz, bu akşam babanın yanına gidiyorum. sonra erzurum, kars, rize, gürcistan, trabzon. kıyıdan kıyıdan geze geze.

e gezeyim ama di mi azcık? gezeyim bence de!

bünyem deli gibi deniz özlemi çekse de, güneş yağı kokusu burnumun ucundan gitmese de, bu bana iyi gelecek. kars diyorum la kars! kosmos filan! gürcistan bir de! batum filan!

27 Ağustos 2011 Cumartesi

kadın haklı beyler

zaman zaman hanselle gratelin cadısı nasıl o hale geldi, ne yaşadı da çocukları şeker evle kandırdı diye düşünürüm. ama anladım! artık anladım. kadın haklı beyler! tamam çocukları yemek filan o da biraz abarttı evet ama delirtmişler belli. belki de onu da yan komşunun evlatları delirtmiştir olamaz mı? hea olamaz mı? kadınceğizin bahçesine dalıp dalıp kedilerini sıkıştırmış, tekme atıp, kuyruklarını çekmişlerdir? olamaz mı yani? ya da bunlar yetmiyormuş gibi zile basıp, kadın kimo derken cücüklükten yararlanıp evine dalıp şekerlerini, yemeklerini filan yemişlerdir. belki? bence olabilir!

hikmetinden sual olunmayan güzel yalebbim! şimdi o cadıyı daha iyi anlıyorum. çocukları sevmiyorum, ıyk demiyorum ama çocuk gibi olmalı yahu! alper kamu sadece kitapta eğlenceli, gerçek hayatta kabus!

sevgili ulumanitum! yan komşunun evlatlarını başıma sarmanın amacını bana bir zahmet özet geçsen? ben kaçırdım zira anlamakta zorlanıyorum!

tam yazdım postu, yayınladım, zır kapı! annem kimo derken arkadaşlar selamsız sabahsız içeri girip şekerlere daldılar! komşunun evlatları! içerde uyuyan olabilir, misafir olabilir, çalışıyor olabilirim di mi amma? ama suç sen de değil anan babanda! şeroki kabilesinden gelmeniz saygıyı bilmemeniz anlamına gelmiyor bence, ya sence esteban?

içimdeki bir gıdımlık çocuk sevgisi yandaki veletlerle uçup gitti sanırsam bilog! şu an orlando bloom gelse, edie çoccuumuz dünyayı kurtarıcak seçilmiş kişi dese yine de yapmam!

sürekli eve gelip durmalarını, nereye didiyon, nerden deliyodun, nabıyodunu anlattım ya. bir de şeker olayı çıktı başıma. vakayı şugariye! kapı çalıyor açıyorsun, boylar da kısa kim geldi diye bakarken içeri girip şekerlere dalıyorlar! pişt hop tirbişon yavrukuş filan diye seslenince de ebesine küfür etmiş gibi pis pis bakıp homurdanarak gidiyorlar!

oğlum! yan komşunun evlatları! edeceğim bir küfür çok pis travmatik etkiler bırakacak! fallik dönemdesiniz fallik olucaksınız haberiniz yok la bebeler!

ey güzel yalebbim! mübarek ramazan şu zıngık kulunu imana mı getirmeye çalışıyosun aceba?

cadı mı olacağım lan bilog ben de! ona buna laf eden mızıldak uyumsuz buruşuk teyze mi olacağım yahu? korkuyorum annee!

edit büdüt: bilog çocuklardan nefret ettiğimi sanma sakın. severim çocukları da eve hayt hut dalanlarsan pek hazetmiyorum.

25 Ağustos 2011 Perşembe

bloggerın ennn'leri - madalyamı da taktılar!

bloggerın enn'leri mimini duyan gören oldu mu? ben takip ettiğim birkaç blogda gördüm, okudum, beni mimleyen yok mu layn derken pisinin beni mimlediğini gördüm. sevgili pisi bloggerın enn'lerinde beni en çok güldüren blog olarak mimlemiş. kendisini buradan öpüyorum. ay lav yu pisi :)

bu bloggerın enn'lerinin kuralları varmış, kurallar da şüleymiş:

-yazının başlığı " blogger n'lerini seçiyor" şekli şemasında olmalı, yani nedir ne değildir anlayayım di mi?

- her kategori için en fazla üç blog yazabilirmişiz.

- kendi kafamızdan bir kategori ekleyebilirmişiz - popomuzdan element uydurabiliyoruz yani - su, ateş, hava, tahta! yalnız en güzel, en sempatik, en pampiş, en cicikuş gibi şeyler olmuyor canlarım! element yapayım derken ipin ucunu kaçırmayalım litfen :)

- aynı kişiyi birden fazla kategorize edebilirmişiz. edelim edelim kategorize edip şekle şemale sokalım! bayılırım!

kuralları öğrendik mi, okuduğumuzu anladık mı?

şimdi geçiyorum kategorize etmeye, buyrun:

en iyi tasarıma sahip blogger: aydan atlayan kedi, yansıma ve yanılsama
en güncel blogger: pisikopati, james mayer
en meraklı blogger: vallaha bulamadım kimseyi buraya :(
en çok bilgilendiren blogger: james mayer, daughter of god, tost çay ayran
en çok eleştiren blogger: uyumsuz
en çok kendini anlatan: cips yiyemeyen kız, leah, mia wallace
en akıcı yazan blogger: bir dilim sohbet, aydan atlayan kedi, çilek turşusu, sevgili dünlük
en çok güldüren blogger: sevgili dünlük, bigidinlan

geleyim ben kategorime, en hikayeci blogger: bir cadının kurgu yaşamı

ben mimimi yazdım, sıra sizde. kimin kiminle nerde nasıl haydi bakalım :)

öptm, kib, bye :)




bir komşu bir komşuya, olmadı bu başlık yae

ömrü hayatım boyunca üst komşu alt komşu diyememenin ezikiğini yaşadım bilog biliyün mü? hep bir yan komşu yan komşu, çapraz komşu, paralel komşu, olmadı karşı komşu. hiç alt kattakinin çocuğu çok fena, üst kattaki sürekli halvet halinde ruslar sıcak denizlere inmek istiyorlar demedim, diyemedim. çünkü ne üst komşu ne de alt komşu var. ziyagil yalısından hallice, villa hanzade bebek'in yan yemiş hali! (oha nasıl attım) bir evdeyim. ben diyeyim 20 sen de 25 olmuştur herhalde yani sanırsam öyle olması gerek.

üst komşu alt komşu, müziği kıs, kapıyı yavaş kapa filan derdi olmadı mesela bilog. he dertsiz başım amman negzel olduğunu sanmayın sağda bir kabile yaşıyor, solda da fenerbahçeli bir fanatik. fener yenilince selam bile vermiyor kendisi o derece. kabileyi zaten anlatamam yaşanır. bildiğin şerokiler, mesailer. bayram seyran bir toplanıyorlar allah allah genç osman! viyana'yı rahat rahat kuşatabiliriz evdeki insan sayısıyla. özerk bir cumhuriyet sayılabilirler kanımca ev geneli olarak.

şeroki kabilesinin küçük torunları bir süredir yanda kalıyor. evleri başka bir sokakta olmasına rağmen buradalar yani. neden diye sormam, zira zerre umrum değil. kendi evleri canım yuh yani, canları nerde istiyorsa orda kalsınlar da, abi çocuklar çok fena be! merak küçük yaşta başlıyormuş bunu gördüm mesela bizzat şahsen. sürekli bir gözetleme halindeler. oturuyorlar cam kenarına kim gitmiş, ne giymiş, nereye gitmiş, kim gelmiş! allahım kabus!

geçenlerde oldu baya, kitap kulubu için çıktım evden akşam üstü. arkadaşlar cama oturmuş bir de demir parmaklık var dalton kardeşler olmuşlar, baktılar ve "nereye didiyodun?" diye sordular. şimdi bu soruya oraya buraya denir ama ben demem. zira anamdan babamdan başka komşunun "nereye, nasıl, kimle, nerden, ne zaman" gibi sorularından pek haz etmem. sorduklarında da genelde kafamı çevirip, sümme haşa töbe yarabbim derim, ben susarım gözlerim konuşur, onlar da anlar. ama arkadaşların yaş 5. ikisi birden koro halinde "nereye didiyon" diye soruyorlar, anneleri de yanlarında, bakıyor ne cevap vereceğim. "japonya" dedim. bir an için ağzımdan japonya çıktı. annesi başladı gülmeye, bunlar bir afalladı, anlamdırmaya çalıştılar, baktılar, "japonya ne" diye annelerine sordular ben de o arada kaçtım.

kaçtım ama sonra yine yakalandım. kolumun altında gazeteye sarılı pide, üstümde pijamadan bozma eşofman bakkaldan geliyorum. gayet nerden geldiğim belli yani, arkadaş bakıp şöyle dedi "neyden geliyodun? arkadaşım yaşın 5 harfleri bile düzgün söyleyemiyorsun ne bu merak lan? çizgi film yerine magazin programımı seyrediyorsunuz? pide var oğlum elimde, gasteye sarılı nerden gelebilirim. kardeşi biraz daha zeki bakkala ditmiş dedi. he ya bakkala dittim dönücem.

bi de arkadaşlar bana bir meraklı ki sorma gitsin bilog. kapıya ne zaman çıksam kedi gibi kulaklar dikilip bakıyorlar ve "biz çok sıkıldık, size gelelim mi" diye soruyorlar. sıpalar pek de güzel, gelme de diyemiyorum.

e be yavrularım! bak yavrularım diyerek masalcı ablaya bağladım hemen de hoş sohbet değilim, dilinizden anlamıyorum, sorduğunuz soruları fazla ciddi alıp bilimsel açıklamalarda bulunuyorum, ben açıkladıkça siz daha da soruyorsunuz, beynim çorba oluyor, biri bak derken bir diğeriniz çekiştiriyor, beş dakka zor duruyorsunuz, kedi diyorsunuz, kedi sizden kaçıyor, ayrıca o kedi değil canavar, yani uzun lafı kısası, özet geçerek diyorum ki ne anlıyosunuz la bebeler benden?

ben olsam kendimi çekemem la derece! kedi canınızı sizin!

balzamin


sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
bazı ağaçlara kapı komşu
bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
bir insan edinmişsindir kendine
bir şarkı edinmişsindir, bir umut
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
saçlarınla beraber penceredeyken
besbelli arandığından haberli
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
sevgili

Cemal Süreya

23 Ağustos 2011 Salı

bu da böyle bir aaanımdır.

bu nedir arkadaşım ya? bu ne koyvermişlik? insan biraz yazar di mi ama? bi de yazarım ben diye geçiniyorum! piyy allah tepemden baksın mı? bence bakmasın, bu kadarcık bişi için tepeden bakma filan olmasın, allah göstermesin yani, töbe haşa! neyse ne diyordum, şarkı şiir fıkra resim filan derken iyice bir ipe un serdim. bu ipe un sermek bitişik mi yazılıyor ayrı mı yalnız anlayamadım, yazamadım. tivitırdaki geleceksevgilimenot gibi. onu da anlamadım, millet günlerdir yazıp duruyor. okuyamıyorum ben birleşik yazıları özürlüyüm. telefon numaralarını da okuyamam mesela. hele tc kimlik numaramı filan sordularmı sıçtım. bildiğin böle ööö eee kalıyorum. rakamlara alerjim var, matematik öğretmenimden dolayı küstüm ben sayılara.

sayılar demişken bak ne geldi aklıma blog. senee geçen sene şaka lan değil 2008 filan, ben böyle mal mal freelance takılıyorum gene iş manasında lan yani anla işte, çeviriymiş cartmış filan yani, freelance diyince daha bir havalı oluyor çünkü ondan şeettim, neyse 2008'de biriyle tanışmışım böyle, adam matematikçi, bir üniversitede öğretim görevlisi doktorasını yapıyor filan. buluşalım çok güzel bir fransız filmi var gidelim dedi, olur dedim, severim yani fransız filmlerini entelim yani herkes bilsin - yazar burda rakçı serpile selam çaktı - gittik filme. allahım nasıl bayık bir film, sinemada klima yok, hava 180 derece kulak memesi kıvamına gelmişim pişiyorum yani. ben bekliyorum tabi böle güzel bi film olsun, alt metni az olsun, rahat izleyeyim hava da sıcak filan. adam beni dünyanın en sıkıcı filmine götürdü resmen, baydım neyse ki 2. yarıda film arızalandı çıktık. kahve içelim dedi olur dedim, gittik orta şekerli kahvemi söyledim bu böyle başladı anlatmaya, sinemadan girdi edebiyattan çıktı, ama nasıl sıcak, ölücem yani, hıı diyorum ama tek derdim eve gideyim de uzanayım şöle bi. adam anlattıkça anlattı, anlattıkça anlattı, konu matematiğe geldi. ben dedim sevmem matematiği, dört işlem, o da alışverişte dolmuşta para üstü filan. 6 kere 8 dunköfum yani diyorum bu bakıyor anlamıyor. neden sevmiyorsun diye başladı geyiğe. orta okuldaki kel matematik hocasını anlattım, lisedekini anlattım, onlarda bana aşık değil sonuçta dedim. bu gene anlamadı, ben rakamlara aşığım dedi, sayılar olmadan yapamam, matematik bence bir hayat tarzı filan dedi. hayat tarzı, sayılar olmadan yaşayamam filan! renklere aşığım özellikle de sarıya, pembeyi de seviyorum ama sarı gibi değil demek istedim o an blog ama işte diyemedim. neyse dedim benim gitmem lazım, kedim aç. kaçtım.

yani şimdi ne gereksiz yazdım bunu böyle, okudum da bir şimdi baya gereksiz olmuş ama matematik filan, yaşam tarzı diyince laf lafı açtı yani ben ondan şeettim. aman yani ne bileyim. nemden sanırım ya, nem var ya nem ondan yani.

yani ne anlatayım lan blog, yazmak için yazdım yani öyle. enteresan hayatım mı var benim? gayet evimdeyim, böyle mel mel. o değil de ben mal müdürü filan diyorum ya bazen, bu sansürden içeri alınır mıyım acaba? derler mi acaba bana genç bu atarın kime niye diye?


14 Ağustos 2011 Pazar

kuş mu vursak naapsak?




aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
-çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

11 Ağustos 2011 Perşembe

başlık yok işte başlık

blogun sözlükte linkinin olduğunu, sözlükte adımı arayıp ulaşanların okuyabileceğimi zaman zaman unuttuğumdan -her zaman- yazmamam gereken şeyler yazıyorum buraya. sonra ulan! neler oluyore! diyip çakıyorum, ahanda blog diye!

o değil de be blog, babam dün gece twitter'ı sordu bana. ben de mi üye olsam, olsam napıcam ki diye. ben de dedim status var orda yazıyorsun işte 140 karakteri geçmeyecek şekilde, ne yazıyorsun mesela dedi, ben de balkanlardan gelen soğuk hava dalgası beni de etkisine alsa ne güzel olur dedim, bunu yazabilirsin baba. baktı, güldü. en iyisi facebook dedi, evet bunu dedi, sonra da kendine bir hesap aldı. yarın babam bana arkadaşlık talebi yollarsa şaşırmam!

bir arkadaşlık talebiniz var. peder finnerty tarafından dürtüldünüz. peder finnerty size bir mesaj gönderdi.

o değil de ya blogu da bulursa!

zaa diye gülerim valla :)


5 Ağustos 2011 Cuma

samimiyetine güveniyorum!

yıl olmuş 2011! serdar ortaç evde 900'ü aşkın bestem var diyor, hiloş pampiş tutturmuş gidiyor, teoman müziği bıraktığını açıklıyor, millet isyanda, genç siviller rahatsız! teoman'ın müziği olmayan dünyaya çocuk yapmak istemiyorum diyen duydum, bizzat okudum! oha, yuh ve hatta çüş!

ama olay o değil, olay benim kurduğum cümlelerde. yıl olmuş 2011 diyorum, oh diyorum yakında uçan arabalar filan, marsa koloni mi kursak filan ama bakıyorum bi cümle kurmuşum aynen şu
"samimiyetine güveniyorum" insan değilim! yeminlen değilim! bu ne demek aga? nasıl cümle bi? nasıl bu hale geldim ben? bilmiyorum vallaha bilmiyorum. içime filiz akın kaçtı sanırsam! tipime bak, kurduğum cümlelere bak ya! allah tepemden bakıcak ya!

tatlısın, sevdim seni, eğleniyorum senle filan der insan! yok samimiyetine güveniyorum. bu nası cümle! şimdi düşündüm de bunlar da kötü bea!

merkür geri gidiyor ya ondan ondan!

4 Ağustos 2011 Perşembe

gözünü seveyim sana bişi olmasın!

gelin canlar birlik olalım, elimizi kalbimize koyup benim ne denli meynetsiz mendebur bir karı olduğumu kabul edelim! evet karı dedim, kendime dedim, nolmuş yani! istersem kancık da diyebilirim, neyse! evet canlar kabul ettik mi? edelim! edelim!

ben mendebur ve de meymenetsiz, ondan şikayet bundan şikayet bir agrasyon bir nefret bir söylenme bir şikayet dolanıp duran biriyim. uyumlu olmaya çalıştıkça aslında kılın teki olduğumu ve de dolayısıyla asla uyum sağlayamayacağımı anladım. biraz zor oldu anlamam, zira gerizekalı olduğumdan da şüphe etmiyor değilim! kesin bir retarted durumum var, kesin yani!

retarted olmasam rimel sürerken gözüme rimel fırçasını sokmam! evet buranın gerekirse altınız çizerim, fırçayı gözüme soktum! geçtiğimiz cuma aynaya bakıp allam ne kadar çirkinim, bir rimel bir allık insana benzeyeyim dedim, çok güzel benzedim. rimeli gözüme sokup, doktora koştum, göz zedelenmesi, bandajlı göz! call center'ı aradım önce, çıkan kız yarım saat kimlik bilgileriniz edie hanım, baba adınız, secereniz, ebeniz kim derken kıza hanfendi gözüme rimeli soktum acılar içindeyim randevu verecekseniz verin yoksa ben gözümü çıkartıcam dedim, gözünü korkuttum! yoksa abla soy ağacıma kadar soracaktı! sonra gittim doktora, allahım asılgan adam! baktı hanfendi zedelemişsiniz gözünüzü siz rimelsiz de güzelsiniz dedi, sonra da gözümü kapadı! evet bandaj! böle mal mal gezdim etrafta yani evde!

pazartesi gene gittim kontrole, geçmiş! çok şükür lan dedim oh! bekleyiniz sıkı durunuz bilogcugum sanırsam gözüm gene kötü! gene bir acı var! yarın sabah doktor yolu!

hay sıçayım demek istiyorum sayın seyirciler! o değil de lan bilog! biri benden nefret ediyor ve paso beddua ediyor! kesin yani eminim!

abi durup dururken bu acı nedir lan!

biri gözüne sıçayım edie mi dedi aceba?! anlamadım ki!

eğer dediyse ki eminim biri var benden nefret eden, kendisine bilog üzerinden seslenmek istiyorum, kıçımı ye lan! bak dedim! oh! ayrıca bilmediğin arı alerjin olsun, arı kovanına düşesin!
saatlerce serdar ortaç'ın pink floyd söylemesini dinlemek zorunda kalasın, ajdar'la aynı masada oturasın, kalkamayasın! artık kim sevmiyorsa beni, kim gözün çıksın diyorsa buna ona gidecek!

gönder evrencim!

6666 yazdım, gönderdim!

27 Temmuz 2011 Çarşamba

öyle yani işte

selam sana bilog, selam sana ahali!

bütün yazı mala bağlayıp vidyo, müzik, saçma sapan yazılarla geçiştirmeye çalışan, üşengeç, tembel ama bir o kadar da hayranlık uyandırıcı edie finnerty ben!

yani bakıyorum da son zamanlarda yazdıklarıma daha doğrusu yazmadıklarıma, meraba şekerim ben yeni mal müdürünüz kıvamında resmen.

sıcaktandır sıcaktan diyerek kendi çapımda olayı bir yerlere bağlamaya, mallığımı dışa vurmamaya, üzerini kapamaya filan çalışıyorum ama sanırsam elime gözüme yüzüme bulaştırıyorum. bırak edie bırak bok ettin iyice, bi sus allaaaşkına dediğinizi duyar gibiyim sevgili seyircilerim, istirham ederim kalbimi kırıyorsunuz ama bilesiniz.

2011 neeeeimmiş be bilog! yemin ederim bitmedi olayı! bi atraksiyon bi aksiyon! aksiyondan kastım böle holivud tarzı değil yalnız, gayet mmx speed'de oynayan uyduruk kaydırık filmler gibi.

ne aksiyonlu karısın, naaptın noldu ki diye sormayın, sormayın litven ya, ben değilim atraksiyonlu olan gündem. bu sene iyi gündem yaptı yani. hiloş'un pampişleri filan. abi onlar neydi ya! nazıl işgal etti trending topic'i, kitledi sözlüğü! ne kadan meme meraklısıymışız arkadaşım! hepimiz memeli değil miyiz nedir bu olay?! anamızın karnından çıktık memeye yapıştık zaten, sonra dişilerinki büyüdü, gerçi bazı erillerin de memeleri var ama o ayrı! yani hepimiz kardeşiz, hepimiz memeliyiz!

ben, yazının girizgahında da bahsettiğim üzere (allam girizgah, bahsetmek filan) gayet yeni atanmış mal müdür kıvamındayım. sıkıntı yok, rahat olun.

öyle yani işte.

falan filan



ne diyorsam, ne duyduysan hep yalan!

24 Temmuz 2011 Pazar

sevgili jean




parmak cenneti gösterdiğinde, yalnızca aptal olanlar parmağa bakar.

sıcaktandır sıcaktan

abuk sabuk rüyalarım her yıl temmuzda daha bir artıyor sanki. gibi gibi yani. asiye'yi gördüm rüyamda, üstünde abuk sabuk bir kaban, saçlar ayşen gruda, ayağını burkmuş, diz kapağından ters dönmüş. töbe haşa yaleppim!

sıcaktır heralde ne bileyim!

17 Temmuz 2011 Pazar

yazı

bazen gözünün önünde duranı göremezsin. o orada saatlerce, günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca durur ama sen göremezsin. bakarsın, göremezsin. bakmasını bilmezsin çünkü.

bazı olaylar vardır, bazı şeyleri gösterir. maskeleri çıkartır insanın yüzünden. kim neymiş aslında, nasılmış özü onu görürsün. kim yanındaymış, kim kaçıyormuş onu görürsün.

ben gördüm mesela. 40 gün önce, bir patırtı, bir çatırtı, bir lemur başı kırığı. unuttuğum, görmek istemediğim hastane koridorları, serumlar, ameliyathane önlükleri, kirli çarşaflar, kanlar, sargı bezleri, hasta bezleri, pas tutmuş sandalyeler, ağlayan anneler, ağlayan neneler, küfür eden insanlar, kavgacı insanlar, şımarık insanlar.

unuttuğum ne varsa, hatırlamak istemediğim teker teker çıktı karşıma.

neyin ne olduğunu, neyin ne olmadığını gördüm.

iyi mi oldu?

acı oldu.

üzücü oldu.

ama iyi de oldu.

12 Temmuz 2011 Salı

the strokes

son zamanlarda fazla video vs olayına girdim, idare ediver be bilog! kurşun bilog! ilk albümlerinden beri kendilerine olan hayranlığım hiç bi zaman bitmeyen bir gruptan bu sefer videomuz. the strokes, 2011 mart çıkışlı angles albümünün ilk parçası. çok radyo programı gibi oldu, olur zira bir zaman okulda radyo programı da yaptıydım. neyse lan bilog, dinle işte, çogzel valla!

18 Haziran 2011 Cumartesi

halim nanay

lan blog, sana uzun zamandır lan blog demeyeli ne kadar olmuş be. özlemişim. nasılsın edie diye sorarsan blog, cevap net, boktan. çok sikimsonik günler yaşıyorum. bol küfür ediyorum, ağzıma sürülen acı biber sayısını hatırlamıyorum, şaka lan şaka ne acı biberi. nabayım, küfür etmek gerek, edeceksin ki çıksın içindeki mahlukat, yoksa gaz gaz gaz, nereye kadar.

neyse lan blog, halim boktan, gerçi benim halim her zaman boktan. doğuştan yani, depresyon hırkasıyla doğmuşum. aman bea buna da şükür, zaten ona da şükür buna da şükür diye diye hakan şükür meclise girdi mınasko. bildiğin topçu hakan şükür lan, torino'lu hakan diye manşetlere çıkmıştım yıllar yıllar önce, teyy hiç unutmam.

abi gene nerden nereye atladım, insan değilim yemin ederim. neyse ne diyordum heh, ananem kalçasını kırdı be blog, ameliyat filan, zor işler, bi sürü olaylar olaylar olaylar, abuk sabuk şeyler. nahoşum, halet-i ruhiyem fena halde tırtladı. durup durup dalan tipler gibi oldum, böyle bir efkar basıyor, sonra bir şeylere kendi çapımda sinirlenip şişiyorum, ardından nam nam nam nam nam nam yemek! kabus! ferdinin kabusu!

sütten yoğurttan ıyk yapan ben, bardak bardak süt içer oldum, korkuyorum ya kasemi kırarsam bende ilerde diye.

o değil de lan şaka, geyik bi yana, hayat zor lan! bize zor, ona buna zor ama en çok victoria beckham'a zor. 8 bin çift ayakkabısı varmış, özel bilgisayarlı dolap filan yaptırmış, gerçekten çok zor işi. lan ne kafası bu arkadaşım? 8 bin çift ayakkabı! victoria senin yüzünden afrika'da çocuklar ölüyor lan! bi çifti sat da parasıyla fakir fukara doyur allahsız! kızıyorum abi, kadın resmen hayatı sorgulama nedenim! ilerde iyi niyet elçisi olmak gibi bi hayali filan varsa bence unutsun onu, nah olur o 8 bin çift ayakkabıyla. derler adama hanfendi ayakkabılarınızdan birini sataydınız da şu gariplere bi yemek bi lapa yedireydiniz diye.

sırtımda hırkamla yaza kadar ben giderim annemle pazara kadar, victoria'da 8 bin çift ayakkabıyı giyer giyer çıkarır artık!

zaten bilgisayarım da bozuk, kapanıp duruyor şerefsiz. bin defa dedim pili bitti bunun, yok abla şarzı bozuk, şarz değil şarj gerzek diyecektim ters ters baktım.

neyse ya, ben en iyisi eriğe dalayım.

he bi de lan blog, behzat'ı seyredin, bi de leyla ile mecnun'u.

he ayrıca, behzat'a laf edene laflarım hazır! mazaretim de hazır asabiyim ben!

işte o kadar!

9 Haziran 2011 Perşembe

every teardrop is a waterfall

maybe i'm in the black, maybe i'm on my knees
maybe i'm in the gap between the two trapezes
but my heart is beating and my pulses start
cathedrals in my heart

6 Haziran 2011 Pazartesi

serdar ortaç'la yoran hayat

hayatımda ne istediğimi bulduğum anda, önüme kocaman taşlar düştü. bu hayat bana mı bayat, niye la diye ağlamaya başladım. bildiğin gibi boktan bir hafta yaşadım bilog, şımarıklık filan değil, gayet kötü, hastane ev, orada acılar içinde yatan bir kadın, kriz anında panik atak yaşayan ben, ağlayan anne. şaşırmış durumdayım anlayacağım. bak daydım geçmiş zamanın hikayesi cartı curtu demiyorum çünkü olay halen devam etmekte.

çok uzun zaman sonra hayatımda ne istediğimi buldum. bir hayalim var. istediğini evrene söyle kapılar açılsın diye düşününler o evren bana önce gösterdi sonra da vermedi. annem ellet ama verme dedi diyen kızlar gibi yaptı aynen. kapıları açar gibi yaptı, sonra da önüme kocaman bir taş.

ama yılmıyorum, bu yazım da yılmadığıma dair bir kanıt olsun diye. hayat bana istediğin kadar bayat olabilirsin, istediğin kadar çetrefilli, kocaman taşlar çıkartabilirsin, ışıksız bırakabilirsin, yorabilir, anamı ağlatabilirsin, yaparsın bilirim. ama sen de şunu bil, yılmıyorum. inadım inat kıçım 42 kanat diyerek, hayalimin peşinden gideceğim.

seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım sevgili hayat bilesin, el mi yaman ben mi diyerek kendimi bana verilen yetkiye dayanarak kraliçe ilan ediyorum.

bak athena ne diyor: "hayat bu kadar mı? bence değil bir kaç sözüm var"

bence de değil!

5 Haziran 2011 Pazar

29

dün benim doğum günümdü.

29 oldum.

30 -1! ne kadar da şahane, ne kadar da manidar!

çok zordu bu hafta, çok evhamlı, çok küfürlü, çok agresif.

ona kızdım, buna küstüm, surat astım, üzüldüm.

bol bol ağladım, korktum.

şımarıklığa tahammül edemedim, saçma dertleri olanları hastane koridorunda bir 10 dakika oturtmak istedim.

bir kırık femur, bir damla göz yaşı, bir ah beni korkuttu.

insanın yaşlanması ne kötü.

keşke dondurulsak!

dondurulmuş gıdalar gibi olsak!

bir sürü mesaj geldi ama, herkes kutladı.

didimden bile sevgi mesajı aldım, didim çok güzel, rakı şiş kebap çok güzel, yine gelecek ben!

ne bilim lan bilog, tuhaf!

bir de şu istekler olsa!

25 Mayıs 2011 Çarşamba

lan bilog!

lan bilog! bi an için korktum biliyo musun? şifre kullanıcı adı yok mail filan! ullan dedim gitti bilog! hayır gitse nolur orası ayrı ama canım niye gitsin şimdi dur yere! sebepsiz yere panik işte! don't panic after pandik hesabı!

o değil de ben bu ara mevsimleri sevemedim gitti be bilog! ara sıcaklar gibi, bayat! yaz gelsin la artık! sıkıldım!

bi de haftaya doğuyorum lan bilog! 29 olucam çok saçma! gelincik istiyorum hedaye olarak! kapımda göremezsem heyvanı gerçekten sinirlenir romayı yakarım!

neyse, yazacak bir şey yok.

öperim gözlerinden, özlemle kucaklarım!

nasıl bi özlemse artık!

o değil de lan bilog, söylemeden geçemeyeceğim, reha erdem'in kosmos filmi bence derslerde gösterilmeli, özellikle de sermet yeşil'in oyunculuğu! aha bakın bu oynamıyor, yaşıyor denmeli! bence yani! he bir de şunu diyeceğim, bir zamanlar anadolu'da fragmanı gördüm de, güzel gözüküyor, sanırsam nuri bilge'yi sevebilme ihtimalim var. ben seni sevebilme ihtimalini sevdim nuri bilge!

18 Mayıs 2011 Çarşamba

peslerinde boğulayım ceymi!


geçen yıl caz festivali programı açıklandığında, imogen heap'in adını görünce "böhü çok mesudum yalebbim, imogen geliyor" diyerek biletlerin çıkmasını beklemiştim, hemmen de gidip almıştım. bu sene de festival programı açıklanınca bir mesut oldum la bilog anlatamam. oraya buraya yazdım hatta, festival ekibine sarılacağım vakıfa gidince diye. sonra gittim sarıldım, vakıfta adım deliye çıktı orası ayrı neyse. jamie geliyor bilog! jamie cullum! peslerinde boğulayım lan jamie diye bağıracağım konserde kendisine. ben altı yaşımdan beri piyano çalıyorum adamı! kalbimin kralı!

konser akşamı ergen ergen bağırma nedenim! ay lav yu ceymi!

13 Mayıs 2011 Cuma

pale blue dot

"tres beautiful... we succeeded in taking that picture [from deep space], and if you look at it, you see a dot. that's here. that's home. that's us. on it everyone you love, everyone you know, everyone you ever heard of, every human being who ever was, lived out their lives. the aggregate of our joy and suffering, thousands of confident religions, ideologies, and economic doctrines, every hunter and forager, every hero and coward, every creator and destroyer of civilization, every king and peasant, every young couple in love, every mother and father, hopeful child, inventor and explorer, every teacher of morals, every corrupt politician, every "superstar," every "supreme leader," every saint and sinner in the history of our species lived there -- on a mote of dust suspended in a sunbeam."

yukardaki fotoğrafta bir nokta var, hayır yok diyorsanız dikkatlice bakmanızı öneririm. bu küçük nokta, bizim dünyamız. vogayer 1'in 1990'da 6.4 milyar km uzaktan çektiği bir fotoğraf. mini mini bir nokta. evimiz, hayatımız. bizim, ailemizin, arkadaşlarımızın, kedilerin, köpeklerin, fillerin, gökdelenlerin olduğu yer, bütün yaşamın sığdığı ufacık bir noktacık.

ben zaman zaman kendimi tuhaf hissettiğimde bu noktaya bakarım, bu belgeseli izlerim. bu mavi ufak noktayı her gördüğümde yaşadığımı hissederim, yapmam gereken çok şey olduğunu hatırlarım.

8 Mayıs 2011 Pazar

neşe pınarı

bu arada keyfimi yerine getiren, düşündükçe dünyayı unutturan iki şey var! biri bu bir diğerini söylemem! söylemem işte!

baki olsun diyelim, sonsuz yani :)

6 temmuz akşamı jamie!

festival ekibini kucaklama nedenim kendisi.

27 Nisan 2011 Çarşamba

26 Nisan 2011 Salı

pachelbel'in penguenleri


hatırlayanınız var mı ya da bileniniz bilemem ama yayın kesildiğinde necefli maşrafa ya da bu penguenler çıkardı. pachelbel'in re majör kanon'u şu sıralar hayatımın fon müziği.
mutluluk göz yaşı gibi bir şey.

24 Nisan 2011 Pazar

edie finnerty give away

134. izleyicime kanarya adalarından birini veriyorum! babam çok zengin lan! kırım prensesiyim ben, devrik mevrik ama olsun! dalga filan diil yani! siz beğenin, aha bu deyin, tapusu kapınızda, yalnız kargo sizden!

22 Nisan 2011 Cuma

sizin de ne yaptığınızı hatırlamadığınız günler olur mu?

boya kokusu

bitmek bilmeyen yazmak isteği

sonu olmadığına inandığım soğuk hava

bitmeyen nisan

gelmeyen mayıs

2009'un mayısını hatırladım birden. hayat ne kadar da korkunçtu.

sonra 2010'un mayısını düşündüm. ne yapıyordum acaba?

sizin de ne yaptığınızı hatırlamadığınız günler olur mu? aylar, saatler ya yıllar?

benim var mesela. geçen yıl ne yaptığımı hatırlamıyorum mesela. ne yapıyordum.

wilson vardı. bir wilson varmış, bir wilson yokmuş. gelmiş, gitmiş.

wilson'a küstüm, tüm şehir bana güldü.

bir şarkı vardı öyle. annesine küsüp kedisini yiyen birini anlatıyordu.

2011'in nisanı. bitmeyen nisanı. yağmurun ilk kez yağarcasına yağdığı nisanı.

bir yolum var benim. temiz bir yol.

üç vakte kadar dört, dört vakte kadar beş.

içim çömelmiş, ruhum daralmış.

bir de güneş açsa artık!

mesaj kaygısı

"honey i'm home!"

mevsimlerden yaz, günlerden çok sıcak. bunaldığım, arada bir sigara içme bahanesi ile kaytardım acansdan çıkıyorum. eve gidip duş alıp biraz tv, biraz kitap sonra uyku. hayatım bunun ekseninde, bana güzel.

bir mesaj geliyor, ilahi bir mesaj.

cips şapkalı adamların olduğu, dolmanın sevilmediği bir mesaj.

şimdi böyle yazdım ya, anlamadın aslında. anlatınca komik değil ama aslında çok komik gibi.

onun gibi bir şey.

insan ölürken film şeridi gibi geçermiş hayatı gözünün önünden. ben en çok bunu merak ediyorum. ölen birine sormak istiyorum mesela, gerçekten de geçti mi diye. ama sonra cevap veremez ki diye üzülüp susuyorum.

insan bazen üzülür, bazen heyecanlanır. ben mesela heyecanlanırım çok sık. ellerim terler, avuçlarım. boğazım kurur sonra. sesim çıkmaz bir de bazen. ben bazen üzülürüm de. ama en çok bazı şeyler aklıma geldiği zaman üzülürüm.

mesela bugün bir kitap okudum, bir şarkı dinledim. üzüldüm, hüzünlendim. dedim ya oluyor zaman zaman diye. ama merak etme geçer.

mevsimlerden yaz, günlerden en sıcak gün. elf gitmiş, acans sıkıcı, müştem tepemde. föy diye bir şey var bu hayatta bilir misin? bilmezsin tabi, nereden bileceksin sen föyü. ama o föyü ben yazdım işte. hem de defalarca. yazdım sildim, sildim yazdım. en sonunda yaptım, oldu.
ben föy yazıyordum, bir şarkı çalıyordu. ne diyordu şarkıda, bir fırtına tuttu bizi.

sonra çıktım işten, beşiktaş'ta yürüdüm biraz, bir oje aldım kendime. turuncu, cart turuncu. motora bindim, ojeyi sürdüm, insanlar bana baktı. bir şarkı vardı dilimde. bir sigara yakmak istedim ama yakalanırım diye korktum. ben korkarım zaten. denize baktım, turuncu ojelerime bir de. sonra eve geldim, annem biber dolması yapmıştı.

bugünlerde ben sessizim. ama yine bir şarkım var dilimde. sabah akşam söyleyip duruyorum.

mevsimlerden bahar, günlerden en yağmurlu gün. telefona bakıp duruyorum. eski günler geliyor aklıma, korkuyorum, korktukça yatağın altına dolaba saklanmak istiyorum. ama yapamıyorum, çünkü ne olacaksa olsun diyorum.

insan bazen hayran olduğu birini görür, tanışır, konuşur. ben mesela gittim sevin okyay'a onu çok sevdiğimi, harry potter'ı çevirdiği için bir kez daha sevdiğimi söyledim. adımı sordu, gülümsedi. el salladım arkasından. sonra da onu gördüm. çakmak istedim, yokmuş. sonra içerde gördüm. buldu beni. o beni buldu. ben onu buldum. birbirimizi bulduk.

güneşli bir gün vaadetti bana. olur dedim, moda'da dondurma yemeyi teklif ettim. kabul etti, elimi öptü. elleri sıcacıktı. gülüşü de çok güzel.

mevsimlerden bahar, günlerden en saçma gün. telefon yanımda. belki arayan olur, ya da mesaj gelir.

gelir mi he sebastian?

21 Nisan 2011 Perşembe

dog days

ecnebilerin bir tabiri var, dog days diye. yazın en sıcak günleri için kullanılıyor ama ben şahsen manyaklar gibi yorulduğum günlere de uyarlıyorum. cuk oturuyor. halet-i ruhiyem dog days'i özledi. her gün ordan oraya koşturmayı, onu bunu yapmayı! manyağım sanırsam!

neyse bunu dinleyin siz!

13 Nisan 2011 Çarşamba

saçmalama

her gün günde 4 defa palais'ye, 3 defa cezayir sokağına, 2 defa da fransız kültüre gitmezsem rahat edemiyorum! illa ki gideceğim! gitsezsem olmaz! olmazsa olmaz! eksiklik hissediyorum mesela, kafatasım çatlıyor, kulaklarımda bir uğultu oluşuyor sonra da kafatasım çatırt efekti çatlıyor! bünyeme iyi geliyor!

yazılan şeyleri okuyorum, bilogları, postları, kitapları, kitapçıkları, dosyaları, prespektüsleri prospektüsleri, manifestoları. saçlarımı kazıtmak, istanbulun bütün otellerinde uyumak, bütün restorantlarında yemek yemek sonra da bileklerimi kesmek istiyorum. herkes aşktan söz ediyor, birilerini seviyor, özlüyor, ben duruyorum. yürüyorum, oda kulenin arkasından galataya gidiyorum, o da yetmiyor bankalar caddesine iniyorum. 30 yıl önce ben ordaydım şimdi sen ordasın diyor babam. he ya diyorum, he! iki harf tek hece!

yoruluyorum, uykum geliyor. uyumak istiyorum. günler azalmıyor! azalarak bit diyorum ama olmuyor! nisan sonrası gelmiyor! havalar beni her sabah ve her akşam üşütüyor, gündüzleri terletiyor, öksürüğüm geçmiyor! sesim boru tesi, boru sesi ti. tek hece, sağdan sola, yukarıdan aşağı, kuzu sesi me.

ama en güzeli eşek sesi, hala inatla anırıp duruyor. arka sokakta hayvan severler eşek besliyor, ben sadece kedi besliyorum. çok ezikçe! keşke aslanım olsaydı! aslanım diye severdim o zaman onu! gözümün nuru! aslan parçam! güzel kelimeler bunlar!

excelden nefret edip, ışınlanmayı bulamadıkları, buldularsa da sakladıkları için küfür ediyorum.
topuklularla koşmak istiyorum bir de!

aman böyle işte, yoruldum!

12 Nisan 2011 Salı

edie finnerty gururla sunar:

selam sana bilog! ben bahtsız bedevi bu da sevgilim kutup ayısı! karmaşık bir ilişkimiz var bizim! nasıl la diye sorma! ya da madem sordun söyleyeyim! ilk görüşte aşk değil, kesinlikle değil! ama kaçan kovalanır olayı diyebiliriz! zamanla birbirimizi tanıdık, sevdik, yani sevmek zorunda kaldım! neyse olay bu! adım hıdır elimden budur! valla bilog o kadan yorgunum ki, bir saçmalamak bir saçmalamak! ben var saçma sapan konuşmak! (bunu karolin ya da ürrem aksanıyla okuyun!)

heh ne diyodum, zaman geçmiyor lan bilog! yemin ederim geçmiyor yani! ben mesela nisanı severim, yani severdim! artık sevmiyorum, hatta hatta tiskiniyorum! pis nisan! bit! azalarak bit! hatta anında bit! mesela gün bitmiyor! bildiğin bitmiyor! yörünge değişti de günlere mi bi halt oldu acaba? sabah uyanıyorum, ok gibim evden fırlıyorum! marş marş ilk hedefimiz şişhane! sora gün bit la diye dualar ediyorum, ama noliyi bitmiyor! biteceğine uzuyor da uzuyor eşek pipiskosu gibim!

eşek demişken sabahları arka sokaktan mıdır artık neredendir bilemem, bir horoz sesi geliyor, ürürürü bildiğin horoz! dün sabah eşek eklendi! atma lan demeyin! gaipten eşek sesi duyan ilk insan ben değilsem bildiğin eşek var arka sokakta! aceba evde mi besliyorlar yoksa bahçeye klübe mi yaptılar! ben diyeyim bremen mızıkacıları sen de verder veremem mızıkçıları o da olmadı dingonun ahırı!

herkes feyzbukta nihat doğanı konuşuyor, ey ada yut onu! sana emrediyorum!

hayat bana güzel la bilog biliyorsun di mi? yani bilmiyorsan da bil, artık öğren! o denli güzel ki bir kulağımın arkası kaldı öpmediği, yarın onu da öpecekmiş! kulak fetişi seni!

neyse bilog yazabiliyorum o da güzel, en azından bunu yazıcak vakit buldum! şaka lan adam tuttum o yazıyor! 4 sayfalık cv'im var benim! ne işim olur bilogla! 4 sayfa! yazıyla dört!

"genç kadının rüya gibi başlayan günleri kısa bir süre sonra kabusa dönüştü" al sana filmin konusu! tagline da hazır zaten!

edie finnerty gururla sunar: Hayat beni öptü!
Burası Şişhane buradan çıkış yok!
Burası Galata buradan çıkış yok!

Tagline'da galata mı desem şişhane mi karar veremiyom yea!

"gerçekten mükemmel" Zörün Duruk

"sinemaya yeni bir bakış, çok cesur, çok yeni" Makbule Geçer

"geleceğin usta yönetmeni" Karamustafa Biraderler

Edie Finnerty, bu adı hatırla bilog! yakında tarihi o yazacak!

oha çok iddialı lan!

editüs büdütüs: bir galata diyon, bi şişhane karar ver la manyak karı diyebilirsiniz, valla veremedim karar! yok la yok verdim şimdi, galata daha ciks!