şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-senegalliler dahil değil
Yani bazen düşünüyorum da sizin işiniz de zor arkadaş, insan olmak yani. Öyle her Allah’ın günü kalkmak, işe gitmek, strese girmek, yetişti yetişmedi derdi, sonracığıma okul derdi, ilkokul mu ne diyorsunuz ona, ondan, sonra ortası, lisesi, üniversitesi, sonra askerlikmiş, evlilikmiş, ekmek parası derdi, çoluk çocuk, geçim derdi. Zor arkadaşım zor, ben bunları kediyim diye söylemiyorum he, aman yani bir yanlış anlaşılma olmasın. Ama çok zor işiniz, ben diyeyim sana. Ya tamam benim de işim zor elbet, kedi olmak da zor şey ama kedi olmak ayrı insan olmak ayrı. Tastamam ayrılar birbirlerinden. Bir kere biz yapımız gereği küçücüğüz boyut olarak avantajlıyız, her yere sığarız, aradan yırtarız, oraya buraya gireriz, en olmadık en saçma en abuk sabuk yerlerde gezeriz. Kimse de bize hop arkadaş ne işin var burda, giremezsin, damsız almıyoruz gibi şeyler söylemez, yani arada bir kış kışlayıp kovuyorlar, tekme filan yiyoruz ama o da onların terbiye noksanlığı. Ondan sonracığıma yemeğimizi çöpten de buluruz, çalarız da. Bir şekilde buluruz yani anlayacağın. Ama insan olmak öyle mi arkadaşım, bak kediyim diye demiyorum, sakın bozulma ama çok zor işiniz çok.
Biz bir kere hep dört ayak üzerine düşeriz. Şanslıyız, hem de çok şanslıyız. Soğuk havada şöyle bir arabesk Küçük Emrah bakışı yeter. Biri acır bize muhakkak, hatta evlerine bile alıyorlar yani o derece işe yarıyor ama ya siz? Sizin öyle mi? Değil, ben mi nerden biliyorum? Bizim bir abimiz vardı vakti zamanında, arada bir bizim çöplüğe gelirdi, neydi adı dur hatırlıycam, Ömer mi, Ender mi, valla yalan olmasın şimdi, konuyu da dağıtmayalım, siz insanoğlunun vakti çok değerli biliyorum yani onu. Heh neyse ne diyordum ben, işte bizim çöplüğe gelen o abimiz işte, bizim çöplük dediysem de bizim takıldığımız çöplük, yani kalkıp şimdi biri yanlış anlar filan ayıp olur sonra, o çöplüğe takılan abimiz bir gün baktı baktı bize, o zamanlar da bizim aile eşrafından bir Nuri abimiz var, yaman kedi, bunun yavruları var, oğulları, şimdi büyüdüler koca kedi oldular, arada bi gelirler bana hep, onları saldı Nuri abi restoranın önüne, gelen müşterilerden biri, zenginler gelirdi he oraya, fiyakalı bir yer yani, onlardan birinin çocuğu işte ay dedi bizim Nuri’nin oğullarını gösterip, anne alalım bak ne şirin ne olur ne olur, anası önce hık mık dedi ama baktı ki velet susmuyor, mızmız da bir şey çocuk, aldılar Nuri abinin oğullardan birini. İşte o zaman bizim oraya takılan abi baktı baktı bunların arkasından, sonra bastı küfrü. Pezevenkler dedi, alırsınız kediyi evinize, o da sıçar halınıza ama bize bi ekmek parası yok, şu fakire evsize bir ekmek alalım, yatacak yer bulalım yok. Sonra bastı bizim Nuri’nin diğer oğullarından birine tekmeyi, ben mi, ben topukladım hemen tabi, zaten bakarım ben biri sinirli bulaşmam hiç, sırnaşmam. Tekme filan yiyemem yani. Olan bizim Nuri abinin ufaklığa oldu, gerçi sonra Nuri almış onun hesabını ama o an acımıştım garibe. Sağlam küfrederdi he bizim o abi ama. Zenginlere bakar bakar basardı küfrü. Neydi ya bi lafı vardı çok gülerdim ben, it oğlu it mi derdi ne derdi, onun gibi bi şey, çok gülerdim ona. Bizim arkadaşlara da derdi arada, kediye it oğlu it diyordu yani. Öyle komik adamdı. Bir ara anlatmıştı bana hikayesini, çok acıklıydı he, Türk filmi gibi. Şimdi birkaç akıllı çıkıp anlatsana diyecek ama yemezler, bu hikaye bitsin abinin hikayesini anlatırım ben size bi ara.
Küçük yaştan kakılır bazı şeyler kafamıza ve bizler böyle büyürüz. O kakılan düşünceler, fikirler her geçen gün biraz daha evrim geçirir, semirir ve daha çok kakılır beyne. Hapşırığını tutma da bunlardan biridir. Rahat hapşır, sakın tutma kendini, tutarsan iç organların patlar maazallah. Ben de bunlarla büyütülmüştüm, hatırlıyorum da küçükken anneannemin yanında kendimi tutmuştum hapşırırken o da bana “tutma evladım hapşır gitsin zararlı, beynin patlar sonra” demişti. Hapşıracağım zaman kendimi yanlışlıkla tutarım da beynim patlar ölürüm diye günlerce uyuyamamıştım doğru düzgün. Hep böyle şeylerle büyütüldük biz zaten. Çok ağlama gözyaşların kurur, çok yeme çatlarsın, çok gülme ağlarsın, başına gelmesini istemediğin bir şey duyduğun vakit duvarlara tahtalara vur, kara kedi gördün saçını çek, merdiven altından geçme, biri sana güzel bir şey dedi mi poponu kaşı, dilini ısır, yemeğini bitir arkandan ağlar, hep bunlardı bizi korkutanlar. Kulak asmamaya çalışırdım ben, ilgilenmemeye, duymamaya. Ama olmazdı, ben ne kadar kulaklarımı kapatmaya çalışsam da sözler dönüp dolaşır yine beni bulurdu. Sonra zaman geçti, ben unuttum, artık hapşırığımı tutarsam beynim patlar diye korkmuyorum zaten çok da hapşıran biri değilim dedim ya tuhafım diye. Ama severim hapşıranları izlemeyi. Bazılarının burunları kaşınır, suratları ekşir ardında “ıpsı” diye bir sesle hapşırırlar. Bazıları küçükken büyüklerinin tembihlediği gibi tutmaz kendini çok gürültülü hapşırır “haaaapşuuuuu” diye kocaman bir sesle.
yıllar önce yazmaya başlayıp yarım bıraktığım öykülerden biri. dosyaların arasına sıkışmış, gün yüzü görsün, nefes alsın istedim. belki devamını yazarım sonra, he yazar mıyım sence sebastian?