29 Haziran 2010 Salı

Bambi

Izzie: Don't you see? I'm Bambi. I'm Bambi, George. If anyone in this situation is a sad little cartoon character, it's me. I'm all alone in the forest, all alone in the forest, George. And my mother's been shot by a hunter and where are you? Where the hell are you?

Grey's Anatomy, A Change is gonna come

Kendimi bu aralar George'a bambiyim, yardım et allahsız diye çemkiren izzie gibi hissediyorum.

I'm the fucking bambi! Where are you George? Sorarım lan sana!

Hakiki tosun paşa benim!

Evrimimi tamamladığımda gözlerimden ateş çıkartabileceğim! Sert, haşin, gaddar fakat bilakis çok kibarımdır, iyi dans ederim ve ısrar ederim. Ayrıca öz hakiki toşun paşa benim. Güzel olduğum kadar akıllı ve de aynı zaman da küstahım. Benim sevgilim olsana diyecek kadar salak ve de telefona defalarca çaldıktan sonra cevap verecek kadar manyağım. En büyük idolüm Firdevs Yöreoğlu. Büyüdüğüm de dünyayı ele geçirmeyi planlıyorum ve House'u da yardımcım olarak yanımda istiyorum. Çetin Özder'le 5. kez dünyaya turuna çıkmak, Hilmi Önal'la Akdeniz Akşamlarını söylemek, Cansel Elçin'le yemek yemek, Hakan Yıldırım'ın ilham perisi olmak, Marc Jacobs'un kankası olmak istiyorum.

yeni mim, yine mim

Yeni ve yine bir mimle karşındayım işte blog. Gene minnoş sultan French Oje'den geliyor mimim. Diyor ki bize öyle bir sır ver, bu yaşına geldin hayatta edindiğin tecrübeler mutlaka bir şeyler öğretmiştir sana, biz de söyle bunu. Hayattan öğrendiğin bir şey var, bizimle paylaş diyor yani.

İşte hayattan öğrendiğim, daha önce de bloguma yazmıştım "hakettiği kadar değer herkese" diye. Gene diyeceğim o. İnsanlara, karşınızdakine hakettiği kadar değer. Ne eksik, ne fazla. Olması gereken olmalı. İnsanlar tuhaftır, sizinle aynı fikirde olmaz, size uzaylı gözüyle bakabilirler, olağan ve normal birşey bu. Herkes aynı değil sonuçta ve bundan dolayı da siz siz olun herkese aynı değeri vermeyin. Ve de şunu unutmayın, herkes siz değil, sizin gibi düşünceli, anlayışlı değil, iyi niyetli hiç değil. Bu zor hayatı daha da zor hale getirip, üzülmemek için hakedilen değer diyorum. Ve de ve de yalanlar, ah bunu hiç unutmamak gerek. Küpe mi yapmak gerek kulağa, kolye mi bilmiyorum ama herkes yalan söyler canlarım, bunu sakın unutmayın. Durumu kurtarmak, hava atmak, ortamı yumuşatmak, nedeni fark etmez, gerçekler yalanlarla başlar.

bir dilim sohbet
cadı
çilek turşusu
agresif pollyanna
kurtlu kitap

Hayattan öğrendiğiniz nedir, haydi paylaşın benimle :)

27 Haziran 2010 Pazar

Frenchcimden yeni mim :)

Minnoşların sultanı French oje beni mimlemiş. Soru cevap şeklindeki bu mim benim de hoşuma gitti. Evet efenim, lafı uzatmamayım da mime geçeyim :)

1. Hangi işleri yarım bırakırsın ya da bıraktığın neler var?
Valla hangi işi yarım bırakmadın deseydik daha doğru olurdu. Mesela 3 senedir yazdığım bir roman var, 8 bölüm olacak her şeyi hazır, 4. bölümdeyim hala ilerleyemedim. Bir de 3 tane senaryom var düzeltmem gereken onlara da elim varmıyor. Bir arada rüyalarımla ilgili öyküler yazacaktım bak onu da unuttum. Çok fenayım valla ya.

2.Yakın zamanda kaybettiğin biri var mı?
Yok valla ya. Bi geçen gün facebook listemi temizledim, konuşmadığım kim varsa sildim, o sayılır mı?

3. En ağır bulduğun, sana dokunan yemek var mı?
Hımm, ben çok yemek seçerim aslında. Her yemeği yiyemem, yağlı filan hiç yiyemem. Nane sevmem mesela, soğan, sarımsak sevmem.

4. Cinsellik ve aşk anlamında unutamadığın biri var mı?
Yok ya, o da yok. Böhü nasıl unuturum dediklerimi bile unuttum. Çok gamsızım sanırım ben ya.

5.Çocukken sevdiğin çizgi filmler?
Jetgiller, taş devri bir de neydi adı heh Hollywood yaramazları mıydı onu severdim çok. Şirinlere uyuz olurdum hala da olurum. Niye acaba ben de anlamadım hiç.

6. Blogger'a ne zaman kayıt oldun? Kim vesile oldu? Nereden duydun?
İlk olarak 2006'da kayıt olmuştum. Güzel bir şeye benziyor diye başlamıştım, başka bir ismim vardı o zaman ama. Sonra baktım ki yazmıyorum, silim gitsin dedim. Sonra iş sıkıldığım bi iş gününde acaip daralmışken, açtım bu blogu. 2007'de. Sanrım sıkıcı iş vesile oldu. Günlük gibiydi ilk başlarda, sonra kısa kısa öykülerle devam etti, en son bu hale geldi. Bir arkadaşımın vardı blogu onu okuyordum arada, o da benimkini okuyordu, yaz yaz dedi daha çok yaz. Ben de yazıyorum :)

7. Çok paran oldu neler yaparsın?
Çetin Özder'le dünya turuna hoşeldiniz. Şaka şaka napiim be Çetin Özder'i ben. Noel baba kılıklı herif. Ama dünya turuna çıkmak isterim evet. Yani Provence'e gideyim, bi dünya gözüyle oraları göreyim isterim. Bi de deniz manzaralı ev isterim ya. Valla şöle denize nazır, sabah kahveni içicen oh :) He bir de araba olsun ya, Jaguar :) Gümüşş :) Dahası da istemem, alışveriş yaparım bikaç yüz Manolo alırım filan :))

Şimdi 5 kişiyi mimlicem, ay çok eğlenceli bu kısım :))

the daughter of god and alexandre dumas

çilek turşusu

agresif pollyanna

kurtlu kitap

james mayer

sıra sizde canlarım :)

26 Haziran 2010 Cumartesi

Sen Firdevs Yöreoğlu'sun Yamulamazsın!


Güzel blogun güzelleri, bitmesine 6 hafta kala Aşk-ı Memnu'ya sardığımı, bu sarma da Firdevs'in ve Hilmi'nin büyük rol oynadığını, Firdevs Yöreoğlu'nu idol olarak aldığımı, açtığı yolda ilerlemek istediğimi, kendisinden özel ders talep ettiğimi burada beyan etmiştim size daha önce.

24 Haziran'da Aşk-ı Memnu büyük bir finalle ekranlara veda etti, milyonları ekrana kitledi, senaristler köşeyi dönerken, kanal de reytingleri tavan yaptı. Aşk-ı Memnu finalinden twitter bile nasibini aldı. Ednan Bey, Bihter'den boşanmak istediğini söylediğini Behlül tavuğu keyiften dört köşe olup, Ednan'a çak yaptı hatta.

Sizlere daha önceki yazımda, dizinin ilk sezonunu seyretmediğimi, yayınlansa oh ne ala olur dediğimi de hatırlarsınız herhal. Sanırsam Kanal D beni duymuş olacak ki, dizi Kanal D ekranlarında her gün yayınlanıyor. Şu an Behlül'le Bihter aşkı alevlendi, hatta Nihal'i Behlül'e yapıyorlar. Ben seyrettikçe vay anam vay neler dönmüş tepkileri veriyorum.

Dizi yayınlanmaya başladığı zamanlarda diziyi seyreden aile eşrafı, anne ve ablaya saçmalayın be, daha neler, açın dizimax'i benim dizim var diye çemkirir, dizi seyrettirmez ben de seyretmezdim. Sonradan kıyamadım, bıraktım, elleşmedim, onlar da oh dedi seyretmeye başladı. Şimdi diyeceksiniz ki sizin evde bi tane mi televizyon var, ne kadar banalsiniz, evet cicim biz yatak odasına mutfağa televizyon koymuyoruz, prosedür böyle. Bizim evde de bizim Firdevs'in kuralları var. Neyse konu bu değil hem zaten.

Konu nedir peki o zaman? Final efenim, büyük final. Haftalar öncesinden bomboş yalı görüntüleri ekranlarda dönmeye başladı, ulan dedim nereye gitti bu insanlar, nasıl yapıcaklar acaba finali? Ne gürültü patırtı kopacak, Beşir itnesi söyleyecek mi, Behlül kaçacak mı, Nihal muradına erecek mi? Merak ettim açıkcası, hem ne olacağını hem de romana bağlı kalıp kalmadıklarını.

Derken gün geldi çattı, milyonlar ekranlara kitlendi, Aşk-ı Memnu başladı. Ece ve Melek Hanımlar adeta Lost kurgusuyla geri gittiler, neler olduğunu, Bihter'in nasıl delirdiğini gördük, sonra Firdevs'imin Bihter'i kucaklaması, Nihal'in gelinliği derken, en heyecanlı yer geldi çattı. Osbirci Beşir (kusura bakmayın sevgili blog okurlarım bu pezevenge başka diyecek lafım yok, zira Nihal Nihal diye inleyerek gitti pis sapık, soyadı da elçiymiş, elçiye zeval olmasın), bütün dizi boyunca bir güzel uyumuş, boynuzları kulağını geçmiş Ednan'a bu yükün altında daha fazla yaşayamam, zaten geberdim gebericem bari söylim herkesin ağzına sıçim gideryak diyerek, Behlül Bey'len (hala bey diyolar şu tavuğa ya, hala bey diyorlar, delircem, Bihter gibi delircem) Bihter Hanım'ı samanlıkta pardon serada aşfa fişne yaparken gördüm dedi ve Ednan'cığım sevimsiz Ednan'cığım birden höykürerek yalıya koştu. Evet buralar heyecanlı yerler, Beşir Ednan'a yumurtlarken, Behlül, Bihter itiraf edecek sıçtım diyerek yalıya çoktan koşmuş, ardından ezik Nihal'im kim neyi itiraf ediyor, Behlül nereye, Bihter naaptı diye Behlül'ün peşinden yalıya. Burası çok önemli sevgili okur, burada bol bol aksiyon bol bol heyecan var. Behlül Bihter'e, Nihal Behlül'e, Ednan'a Bihter'e ve Behlül'e, Beşir Nihal'e, Firdevs Çetin'e, sonra hepsi beraber toplanıp Bihter'e! E Bihter'im zaten delirmiş, sinir krizinin eşiğini geçip, cinneti getirmiş, o da silaha! Sonrası malum, Bihter mezara. Toprağı bol ola yavrum, gül gibi gitti la kadın genç yaşında bir tavuğun derdine.

Şimdi başlık ne alaka, bu yazı ne alaka, yazmışsın oraya Firdevs'i, lafını bile etmiyorsun diyorsunuz biliyorum ama yapamıyorum. En son Bihtoş silahı kalbine kalbine dayamışken, Firdevs'ciğim eşyalarını toplamış kaçıyordu, batan gemiden ilk kaçan fareler misali (benzetmek istemezdim özür dilerim Firdevs'im ama öyle valla laf o yani) Firdevs'im herkese inat simsiyah giyinmiş kaçarken, silah sesiyle kararmıştı etraf. Keşke açılmayaydı, görmeyeydim o anı. Bihtoş tabutta, imam başında, Hilmi bile vicdana gelmiş namazda, ya Firdevs ya Firdevs? Yamulmuş, evet bildiğin ağzı burnu kaymış, Picasso'nun tablolarındaki kadınlar gibi olmuş, bildiğin modern sanat eseri. Yapılır mı bu be?

Sen Firdevs Yöreoğlu'sun yamulamazsın kadın! Topla kendini! Bak ezeli düşmanın Hilmi bile vicdana gelmiş, namaz kılıyor tabutun başında! Topla kendini, sen Firdevs Yöreoğlu'sun!

Ben ne kadar desem de olmaz biliyorum ama olsun! Firdevs'im yamulsan da, modern sanat eserine dönsen de, Çetin Özder denen noel baba kılıklı herif seni terk etse de sen hala idolümüzsün. Biz Firdevs Yöreoğlu grupileri olarak sana bakacağız, hatta gel biz de kal, öyle yalı da oturmuyorum ama bizim ev de 3 katlı, terası filan var, yok illa deniz manzarası dersen, benim Firdevs'de deniz manzaralı ev diyor, alırız bi ev olur biter! O kıytırık damadına filan kalmadın yani, aklında olsun!

Satırlarıma burada son verirken şu diyorum sevgili blog, ben bu diziyle çok dalga geçtim, öyle böyle değil. Bihter çizmesi, Bihter hırkası, Bihter elbisesi, Firdevs küpesi, Behlül kaprisi filan acayip dalga geçtim, ama sonunda beni çeken bir şeyler buldum. Firdevs'ciğim ve Hilmi'ciğim. Diyeceğim o ki, her ne kadar dalga geçsem de son bölümde hepsi harikaydı, Firdevs'imin yamulmuş hali bile inanılmazdı, ben şahsen bi iki dakka yapayım öle dedim, ağzım burnum kaydı resmen! Firdevs'im kalbim seninle, dediklerimi unutma!

Ayrıca ayrıca buradan bir iki kelamım daha olacak, biri dizi boyunca "geldiler geldiler"den başka şey bilmeyen bücür Bülent'e! Sen ne fitne bücürmüşsün lan öyle, telefona bakmalar, kapı dinlemeler, laf taşımalar filan! Sen yat kalk dua et ilk başta sepetlemediler seni yatılı okula! Hatırlatırım 1975 yapımını, ağlaya ağlaya gittiydin orda valla! Sen yat kalk Bihtoş'a dua et, pis bücür.

Bitmedi dahası var, Ece ve Melek Hanımlar lafım size! Twitter'da ve sözlükte de dedim burada da diyorum, hali hazırda Hilmi vicdana gelmişken, Firdevs yamulmuş, her şeyinden olmuş, intikam ateşiyle yanıp tutuşurken, bu ikiliyi biraraya getirin ve Yalı'da Dehşet diye bir spin-off yapın. Düşünün bunu, hatta düşünmeyin direk başlayın yazmaya. Bu kadar hastası varken Firdevs'in ve Hilmi'nin yapın bunu! Firdevs sayesinde kazandınız beni! Bunu ona borçlusunuz, o kadar!

tostumu yedim, saçımı yaptım yalı da bekliyorum!

Güzel blogun güzelleri, depresiflerin kraliçesi, pmslerin sultanı, vücud ikliminizin harikası edie kendine geldi! Hayır hayır iş filan bulmadım, sevgili de yapmadım! Heyecan yok! Sakin! Sadece bir iki gündür daha iyiyim, daha da iyi olacağımı düşünüyorum! Neyse!

Dün bildiğiniz gibi, Aşk-ı Memnu'nun finali vardı, finalle ilgili düşüncelerimi, firdoma yapılan şeyleri bi ara yazacağım, o başka bir postun konusu dostum.

Şimdiki konum ise, yalı saçı etkinliği. Minnoş sultan French Ojecim bir mim başlattı, mim de denmez ya, ne diyeyim bilemedim, etkinlik, kaynaşalım, gülelim etkinliği. 24 haziran'da yalı saçı yapılıyordu, etkinliğin ana kuralı yalı saçı yapıp foto çekmekti. Yalı saçı nedir diyenlere saç arkadan toplanıp, yandan lüleler ya da düz perçemler halinde bırakılmasıdır. Bakınız Bihter ve bakınız Firdom.

Yalı saçımı ve firdo cunyırlığımı ve diğer taklımları görmek isteyenleri şöyle alayım;

http://frenchoje.blogspot.com/2010/06/yal-sac-fotolar-geldiii.html


sen hangisisin, hani nerde senin firdoluğun diyenlere, 5 numero benim!

25 Haziran 2010 Cuma

M.J


Geçen yıl bu zamanlarda saçma bir işte çalışıp, kendimi camdan aşağı atmayı planlıyordum. Etraf karanlıktı, hava sıcaktı, onca bekleyişten sonra terkedilmiştim, işimden memnun değildim ve karşıma çıkan en iyi fırsatlardan birini geri çevirmek zorunda kalmıştım. Söylene söylene gidiyordum işe, ağlıyordum. Kendime gelmem gerektiğini biliyordum ama bir türlü yapamıyordum.

25 Haziran günü hava sıcaktı, sabah ofise geldiğimde eserikli iş arkadaşım Smooth Criminal'ı açmış bağıra çağıra eşlik ediyordu şarkıya, anlam verememiştim, sıcaktandır diye mutfağa girmiştim. Çayımı koydum, sigaramı yaktım ve acı haberi öğrendim. Çocukluk kahramanımız ölmüştü, MJ yani. Smooth Criminal da bir nevi helva niyetine çalınıyordu ofisde.

Aradan bir sene geçti, bir sürü şey oldu. Bana her gün birbirinin aynısı gibi gelirken aslında dikkatli bakınca farklı olduğunu anladım günlerin.


Bugün Mj'in ölüm yıl dönümü, şimdi geriye dönüp bakıyorum ve şaşırıyorum. Geçen yıl da dediğim şeyi diyorum sonra kendime, herkes gidecek, bu dünya kimseye kalmıyor edie.

24 Haziran 2010 Perşembe

for joely!

Joel Barrish: "Why Do I Fall in Love with Every Woman I See Who Shows Me the Least Bit of Attention?"

22 Haziran 2010 Salı

house'dan yalnızlık üzerine



"I like being alone. At least i convince myself that i'm better off that way. And then i met someone at a psychiatric hospital, of all places. Ahe changed me and then she left.


We're better off alone. we suffer alone, we die alone. Doesn't matter if you're a model husband or father of the year. Tomorrow will be the same for you."

Her şeye bir cevabı olan, alaycılıkta sınır tanımayan, ukalalığı ile kök söktürüp, uyuzluğu ile yaka silktiren manipülatif ama bir o kadar da yetenekli doktorumuz Gregory House, 6. sezounun 16. bölümünde yalnızlık üzerine ettiği bu laflarla kalbimde bir kez daha taht kurdu. Bir insanın yalnızlığa sığınması, kendini kandırması sanırım daha güzel anlatılamazdı.

21 Haziran 2010 Pazartesi

ben her sezon yaprak dökerim!


Her aile bir ağaçtır diyen yaprak dökümü her sezon yapraklarını döke dursun ben saçlarımı kedim tüylerini dökmeye başladı, ağaçta dökecek yaprak kalmadı hala döküyor yapraklarını. Ne ağaçmış arkadaş, döke döke yaprak kalmadı.

Reşat Nuri Güntekin'in ölümsüz eserinden beyaz cama uyarlanan, ekran başında insanları yeri geldiğinde gözyaşlarına boğan, yeri geldiğinde sinir krizine sokan Yaprak Dökümü, romanın bittiği yerden devam ediyor.

Edebiyat dersinde hepimiz roman özetleri okumuşuzdur, Yaprak Dökümünü, Aşk-ı Memnu'yu, Dudaktan Kalbe'yi hepimiz biliyoruzdur, nasıl başlar nerede biter, kişiler kimdir, sonu nasıldır. Lamia'nın hepsini terk ettiğini, Bihter'in öldüğünü, Ali Rıza Efendi'nin ailesinin dağıldığını, bir araya toplayamadığını hepimiz biliriz. Ama sanırım senaristler bilmiyor olacak ki, aile dağıldığı yerden toplanıyor toplandığı yerden dağılıp dallanıp budaklanıyor. Normalde 3 sezon, en fazla 4 sezonda bitmesi gereken dizi gereksiz yere uzuyor, yapraklarla birlikte izleyici saçlarını döküyor.

Yaşadığı her felakette oh buna da şükür daha kötüsü de olabilirdi diyen Tekin ailesi ben de sinir krizlerine neden oluyor.

Ali Rıza Bey: Bunu kabul edemem, şunu kabul edemem, kızlar kaçtı kocaya, oğlun aldı cadalozun tekini, karın dırdırcı, oğlunun karısı evinize incir ağacı dikti, oğlun düştü hapislere, sen hala bunu yapamam, şunu edemem. Kendine gel Ali Rıza, bak kızın almış sana kitapçı, tuhafiyeci negzel daha ne olsun!

Hayriye Hanım: Ben sana ne diyeyim be kadın. Dır dır dır kafamı yedin! Sen yap et, sonra aman bubangil duymasın, aman bubangil görmesin! Bi de oh buna da şükür demen yok mu, sinir oluyorum o an işte sana.

Fikret: Az biraz canlan be kadın! Ruhumu yedin, ömrünü bitirdin! Hep bir ölü sesi, hep bir buğulu ton! Evlendin barklandın, çoluk çocuğa karıştın, o kadar atraksiyonun içindesin hala sakin düz bir ses!

Şevket: Sen var ya Şevket, su katılmamış bir salaksın, kabul et bunu. O evlendiğin kadın neydi, nereden buldun lan onu, Darth Vader'ın küçülmüş, cep numunesi versiyonu mübarek.

Leyla: Pembe paltoyu tekrar giy sen boşver bakma onlara! Senin o cadı kardeşin var ya, yemediği halt kalmadı, sen otur salaklığına yan, bak babanla gayet güzel arası, sen hala kaçak kuçak giriyorsun eve.

Nejla: Ah be kadın, sana ne desem boş! Ablanın kocasıyla kaç, sonra başkasıyla evlen, o da ölsün şirket sana kalsın, sonra yeni bir zengin cillop! Oh bu ne yaman hayat! Hayat sana güzel be Nejla! Valla güzel!

Ayşe: Hele sen garibim, kalmışsın manyaklar arasında, ne yapsan haklısın, ne desen doğru! Onca manyağın arasında senin normal olman şaşılacak şey çünkü. Bir de anan olacak o cadı sana arada çemkiriyor ya, o an sana sempatim artıyor. Sen iyisi mi okumana bak, üniversiteyi de İstanbul dışı yaz, daha da gelme o eve.

Ferhunde: Seni allah bildiği gibi yapsın e mi çirkin kadın! Çemçük ağızlı diye bir tabir var ya seni gördükten sonra çıkmıştır eminim. Darth Vader olmak istiyorsun ama olamazsın!

Nehir Hanım: Ben bu kadının adını bir türlü anlayamadım, dizi 5. sezona girdi, arada denk geliyorum, karakter tahlili yapacak kadar bilgim var ama bu kadının adını hala anlayabilmiş değilim, Nehir mi Neyir mi Meyir mi? Nedir senin adın? Doğru telafuz edin şunu be! Neyse, isim konusunu bir kenara bırakalım, sen değişik bi tipsin, az dedikoducu değilsin ama he!

Nehir Hanım'ın Kızı: Adını bilmediğim bir karakter daha. Şevket'e aşık olduğun için sen de salaksın! Kalktın gittin İtalya'ya da kendine geldin, gözüme girdin. Bir de buldun orda cillop oğlanı, tamamdır.


Uzun lafın kısası, Yaprak Dökümü 10 sezon da oynar gibime geliyor. 5. sezondalar zaten, ha gayret!

gugılda baktım ben neymişim!

Güzel blogun güzelleri, şu gugıl aramalarına bayılıyorum. Kim ne demiş, ne istemiş, ne aramış, ne demek istemiş, ne diyememiş bloga gelmiş çıkıyor ya hani, heh işte ona bayılıyorum. Şimdi lafı uzatmadan, dallandırıp budaklandırmadan ne aramışlarda gelmişler ona geçiyoruz.

-herkese hakettiği kadar değer vereceksin: buna takmışlar kafayı, her gün bunu arıyorlar. arayıp gelenler valla hakettiği kadar değer en iyi, zaten daha önce de yazmıştım bloga "hakettiği kadar değer herkese" diye.

-sex and the city i am woman şarkısı: samantha, carrie, miranda ve charlotte söyledi filmde evet, karaoke sahnesinde söylediler. şarkının orijinali Helen Reddy'e 1972 yılında Grammy kazandırdı.

-hilmi önal: aşk-ı memnu'nun muhteşem karakteri hilmi önal, pısırık nihat'ın babası, feridun'la diğer veledin de dedesi. Hilmi Önal, hepiniz hilmi önal kimmiş öğreneceksiniz repliğiyle ünlü. Hilmi Önal'ı canlandıran Recep Bey (soyadını bilmiyorum) aynı zamanda albüm çıkardı. O gitarlı pozu benim de sinirimi bozuyor evet.

-zack condon kim: Beirut'un her şeyi. Çok severim kendisini.

-rezzan kiraz bugünkü burçlar: Hangi gün? Ne zaman? Günden kastınız? Rezzan Kiraz'ı boşver zaytung'un burç yorumları şahane. Birebir tutuyor, onu okuyun siz.

-gülüşüne kurban: Canımsın! Valla herkes hasta gülüşüme :)

- ikizler kadını terk edince geri döner mi: Hayatta dönmez! İşi olmaz! Kimbilir ne yaptın da arıyorsun gugılda!

-yengeç erkeği aslan kadını: İyice burç sitesi oldu blog, en iyisi burç yorumları yaptığım bir site yapayım. Yengeç erkeği dedin mi kaç ayrıca! Çok şirindir ama eyvah yani. Gerçi yine yeni bir yengeçim var, bakalım nolucak.

-27 yaşında mezun olmak: Valla ben mezun olduğumda 24'düm belki de 25. Hatırlamıyorum bile, önemli değil ya, bak 90 yaşında okuyan nineler var. Boşver takılma yaşa sen.

-27 yaş krizi: Mühim konu, ben 25 yaşındaykene bir girdim, daha da çıkamadım.

-babamla konuşmuyorum: Ben de bir ay konuşmamıştım, sonra aradım, eşeklik ettim baba dedim, anlaştık, barıştık. Hatta en son road trip yaptık valla, bak ara konuş. İletişim önemli.


Güzel blogun güzelleri, bunlar bu ay gelenler, geldikçe yazarım artık :)

17 Haziran 2010 Perşembe

trendy blog awards


Güzel blogun güzelleri, oldukça mendebur olduğum şu günde sevgili kurtlu kitap beni trendy blog awards'a layık görmüş. Pek mutlu, pek bir sevindirik oldum, kendisine buradan teşekkür ederim, yanaklarından öperim :)

Efenim ödül geleneği olarak ben de bloglarına ziyarette bulunduğum, blog yazarı canlarıma veriyorum bu ödülü.

Sevgili kurtlu kitabında blogunda dediği gibi bu ödülü paylaşacağım arkadaşlarımın da yapması gereken bir kaç küçük şey var :)

- Blogunuzda ödülle ilgili bir yazı yazmak. Size ödülü verene teşekkür etmek :)

- Yazınızda ödülün logosunu yayınlamak ( Trendy Treehouse URL linki ile )

- Yazınızda bu ödüle uygun bulduğunuz 10 blogu yayınlamak

- Ödülü paylaştığınız 10 blogcana, aynı kurallarda kendi seçecekleri 10 blogcana haber vermelerini sağlayacaksınız :)

Yapmanız gereken bir kaç küçük şey bunlar canlarım :)

Ödülü paylaştığım blogcanlar;

  • bir dilim sohbet
  • çilek turşusu
  • binbirinci gece
  • the daughter of god and alexandre dumas
  • aydan atlayan kedi
  • pisikopati
  • bir cadının kurgu yaşamı
  • french oje
  • apollo boy
  • agresif pollyanna
Güzel blogun güzelleri, ödülü paylaştığım blogcanlarım, ödülünüz uğur getirsin :)

16 Haziran 2010 Çarşamba

sırt çantası

"Hayatınızın ağırlığı ne kadar? Bir saniyeliğine bir sırt çantası taşıdığınızı düşünün. Şimdi sırt çantanızı hayatınızdaki her şeyle doldurmanızı istiyorum ve buna küçük şeylerle başlayın: raflar, çekmeceler, biblolar... Sonra daha büyük şeyleri de doldurmaya başlayın, elbiseler, küçük ev aletleri, lambalar, televizyonunuz... Artık çantanız oldukça ağırlaşmış olmalı ama siz yüklemeye devam edin. Koltuğunuz, arabanız, eviniz... Hepsini o çantaya sığdırmanızı istiyorum.
Şimdi o çantayı insanlarla doldurmanızı istiyorum. Sıradan tanıdıklarla başlayın, arkadaşlarınızın arkadaşları, ofisteki çalışanlar ve sonra en gizli sırlarınızla güvendiğiniz insanlara geçin, kız ve erkek kardeşleriniz, çocuklarınız, ebeveynleriniz ve nihayet kocanız, karınız, erkek arkadaşınız, kız arkadaşınız... Hepsini o çantaya koyun ve çantanın ağırlığını hissetmeye çalışın. Hiç şüphesiz ki ilişkileriniz hayatınızın en ağır bileşenleridir. Tüm o pazarlıklar ve tartışmalar ve sırlar, tavizkârdır. Ne kadar yavaş hareket edersek, o kadar çabuk ölürüz. Hiç şüphesiz, hareket etmek yaşamak demektir..."
En sonunda da "biz, bir hayat boyu birbirini taşıması gereken hayvanlardan değiliz. Bizler, tek eşli kuğular değiliz. Bizler kuğu değiliz, köpekbalığıyız"

Bu iddialı sözler 33 yaşındaki Kanada'lı yönetmen Jason Reitman'ın ilk prjesi Up in the air filmden. Yılın 300 gününü havada, evinden kilometrelerce uzakta otellerde yaşayan bir adamın hikayesini anlatan film şu soruyu soruyor bize; bir sırt çantanız olsaydı neler koyardınız içine, neler anlamsız olurdu onlar olmasa ve neler değerli sizler için.

Benim sırt çantam çok dolu, çoğu zaman içindeki çıkartıp atmak çantasız dolaşmak istiyorum ama çantayı açtığım zaman o karmaşa o karışıklık o kalabalık bu işten vazgeçmeme neden oluyor, en iyi hiç açmayayım diyorum. Pandora'nın kutusuna benzetiyorum çoğu zaman bu çantayı, içimden bir ses aç çıkart fazlalıkları diyor, bir diğer ses sakın ha diye bastırıyor.

Karıştım.

Sırt çantasız mı hayat güzel?

Sırt çantasının ağırlığı altında kendini unutmadan yaşamak mümkün mü?


15 Haziran 2010 Salı

mavi sadece mavi değildir!


Ne zaman modadan, popüler olandan söz açılsa ve birileri bıdı bıdı yapsa aklıma şu sözler gelir Devil Wears Prada'dan.

"This... 'stuff'? Oh... ok. I see, you think this has nothing to do with you. You go to your closet and you select out, oh I don't know, that lumpy blue sweater, for instance, because you're trying to tell the world that you take yourself too seriously to care about what you put on your back. But what you don't know is that that sweater is not just blue, it's not turquoise, it's not lapis, it's actually cerulean. You're also blithely unaware of the fact that in 2002, Oscar De La Renta did a collection of cerulean gowns. And then I think it was Yves St Laurent, wasn't it, who showed cerulean military jackets? I think we need a jacket here. And then cerulean quickly showed up in the collections of 8 different designers. Then it filtered down through the department stores and then trickled on down into some tragic casual corner where you, no doubt, fished it out of some clearance bin. However, that blue represents millions of dollars and countless jobs and so it's sort of comical how you think that you've made a choice that exempts you from the fashion industry when, in fact, you're wearing the sweater that was selected for you by the people in this room. From a pile of stuff. "


Devil Wears Prada'nın kibirli patronu Miranda Priestly bir moda çekiminde birbirinin aynısı olan iki mavi kemere gülen çaylak Andrea'ya bunları söylemişti.

12 Haziran 2010 Cumartesi

I am woman


1998 yılında televizyonlarda gösterilmeye başlandığında gerek konusu gerekse de kılık kıyafetleri ile devrim yaratan, milyonlarca kadını ekrana çeken Sex and The City efsanesi 2004 yılında ekranlara veda ettikten 4 yıl sonra beyazperdede kendini göstermişti. Yıllarca peşinden koştuğu bir ayrılıp bir barıştığı sevgilisi Mr. Big'le evlenme arifesine gelen fakat yine talihsizliklerin peşini bırakmayan kızımız Carrie, filmin sonunda evlenip yuvasını kurmuş, onlar muradına ermiş biz de kerevitimize çıkmış, kızların kıyafetleriyle gözümüzü şenlendirmiş, eğlenmiştik. Milyonlarca hayranı olan bir dizinin filmi Sex and The City The Movie beklenen ilgiyi görmüş ve filmin 2. si kesinleşmişti.

Aradan 2 yıl sonra Sex and The City 2 vizyonda.

4 Haziran 2010'da vizyona girmesi beklenen Sex and The City 2, bir hafta ertelenerek dün vizyona girdi. Diziyi defalarca seyreden biri olarak, dün gece 5 kız kol kola (beşlik simit mode on :) gittik filme.

Sinemaya girdiğimizde her tarafta fısıldaşan, konuşan, gülüşen kadınlar dikkatimizi çeken ilk şey oldu. Film hangi salonda diye birbirimize sorarken, kadınları takip ederek salonu bulduk. Kız arkadaşlarını kırmamak için gelmiş 3-5 erkeği saymazsak salon kadın doluydu.

Filmin konusunu burada anlatıp spoiler vermek istemem, ama şunu söylemeliyim, çok eğlenceli bir filmle karşılacaksınız. Özellikle de Samantha'ya. Haydi birazcık spoiler vereyim (huyum kurusun :) Karaoke sahnesi, kızların "I am woman"ı söylemesi, Samantha'nın şarkı sonunda yaptıkları gerçekten çok çok eğlenceli.

Sex and The City 2 hoş vakit geçirelecek, eğlenilecek bir film. Kız kıza gitmenizi tavsiye ederim :)

9 Haziran 2010 Çarşamba

Burcunu söyle kurban olayım

Güzel blogun güzelleri, sizleri burcu burcu koklayıp yüreğimde saklamak istiyorum. Hayır hayır bu neşe, bu keyif her şey yolunda korkmaya gerek yok, korkunun ecele de ezele de faydası yok.

Güzel blogun güzelleri uzun zamandır sizi engin bilgilerimden mahrum ediyorum farkındayım, hayat mücadelesi, koşuşturma derken bilgilenip öğrenemiyoruz tabi, üzücü durum ama hemen telafi edeceğim korkmayın.

Bugünkü önemli konumuz burçlar. Hemen her arkadaş ortamında, her yeni tanışmada "burçlara inanmam ama burcun ne" denir. Kimse burçlara inanmaz ama burcunuzu söylediğiniz anda cunyır rezzana dönüşür. Ben inanırım, inanmam dersem yalan, fal da baktırırım ama şimdi konumuz fal değil bir ara onu da anlatır eşsiz tecrübelerimi sizlerle paylaşırım. Evet konumuz burçlar.

Koç: Bu burcun insanı deyim yerindeyse gerçekten koç gibidir, misal annem. O gerçek bir koç kadını, 10 kaplan gücünde kesseler acımaz, vursalar ölmez bir aslan parçası, yılmayan bir cengaver. Bu burcun insanı hem kadını hem de erkeği burcun simgesi koç gibidir, inatçı, tuttuğunu koparan, azimlidir. Eğlenmesini iyi bilir, yalandan nefret eder, yılanı sevmez.

Boğa: Diğer bir deyimle oturan boğalarımız, biraz üstüne gidince hemen sinirlenir, ama alttan alttan alıp sen yanlış anladın cicim dediğiniz anda yumuşar o kızgın kalpleri. Yemeğe ve güzele olan bitmek tükenmek bilmeyen merakları vardır.

İkizler: Burcun nedir, amanın ikizler mi, ıyk iğrençsinize mahkum, her daim yanlış anlaşılmış, iki yüzlüsünüz oğlum siz pisliksiniz, kadınları da iğrenç ay tanrı korusun yareppime kurban gitmiş, en asil duygunun insanıdır ikizler burcu insanı. Her ne kadar hakkında atılıp tutulsa da, yalancı, kaypak, iki yüzlü, üç kağıtçı dense de, hepimiz biliyoruz ki bunları söyleyenler kedi ve ciğer sendromundan muzdarip şahsiyetler. Neyse sizinde anladığınız gibi, şahsım da bir ikizler üyesi olarak en asil duygunun insanı olduğumuzu, sanatın ve sanatçının dostu, yaratıcılıkta sınır ve sinir tanımadığımızı, şahane insanlar olduğumuzu belirtmem de bir zarar yok. Rezzan Kiraz takmış bir alıp veremediği var sanırım, kendisiyle bir ara bizzat görüşmek istiyorum.

Yengeç: Koy sepetine, sakla. Kapat ağzını çıkmasın, özellikle erkekleri sözüm size. Efenim bu burcun insanı su gibidir, saman altından akar, yolunu bulur akar, set yapın, baraj kurun o akacak yer bulur akar. Yampiri yampiri şirin şirin yürür, cart diye kıskaçları batırır gider, ama sonra da geri geri döner. Şimdi ikizleri o kadar övdün, bizim yüzümüze ettin diyeceksiniz, yok valla bir garezim, tamam en son Gözlüklü Şirin yengeç familyasına dahildi ama onu da sallıyorum. Kadınları süsüne düşkündür, erkekleri de aşktan muzdariptir.

Aslan: Kadın ya da erkek fark etmez bir ortama aslan girdi anında anlarsınız, size tavsiyem topukları yağlamanız. Egosunun kokusu buram buram uzaktan duyulur. Ya saçlar ya gözler, mutlaka aslana benzeyen bir yeri vardır bu burcun insanının. Tecrübeyle sabit, aslan arkadaşlar kimi zaman bir kedi kimi zaman da bildiğin aslan kesilirler. Suyuna gidip arada sevmek, mırıldanmasına izin vermek gerekir, tırnakları çıkartabilir yalnız her an hazırlıklı olmakta fayda var.

Başak: Ama burada toz var, ben duramam. Kilo mu aldım ben biraz, yüzüm solgun mu? 28 senelik hayatımın her anında yanımda bulunan başak kadınına bakarak şunu söyleyebilirim ki, bu burcun insanı ne takıntı mı, o da nedir dese de inanmayın, kendileri (özellikle benim başağım) takıntının kelime anlamıdır. Romantik, kör kütük aşık, birer Romeo ve Juliet'tir bu burcun insanı. Temizlik olayına zaten girmeyeceğim, hele hele moda olayına hiç girmiyorum.

Terazi: Dırırının işte olay burç, tertibimin ve de Wilson'un burcu. Her ne kadar simgesi terazi olsa da bu burcun mensupları dengesizlikleriyle ünlü. Ya biri çok dengeli ya da çok dengesiz. Ayarı tutturamayan laz bakkal amca gibiler. Espri yetenekleri, hızlı düşünmeleri, eğlenceleri ve sanat yeteneklerini saymıyorum bile.

Akrep: Amanın dikkat, çok güzeldir, çok yakışıklıdır ama o iğnesi, ah o iğnesi, bir battı mı tamam. Ne akrepler tanıdım ki, hiç biri Akrep Nalan kadar sevimli değildi. Akrep insanı kıskanır, bunu da ayan beyan söyler, ilgi ufacık başka yöne kaydı mı kıskanıyorum bak iğne geliyor sinyalini çakarlar. Amma velakin çogzeldirler, o iğneyi görmezden gelirsek tabi.

Yay: Yaydım oturuyorum ben öyle. Bu burcun mensupları eğlenceli oldukları kadar sempatik, sempatik oldukları kadar da patavatsızdır. Alınmaca darılmaca yok, şunun şurasında yazıyoruz, söylenmemesi gerekeni pat diye söyler, ağzınız açık ayran manyağı gibi kalırsınız. Sizinle aranızdaki bağı kopsa da yine gelir sizi bulur.

Oğlak: Kendi halinde gözükür ama bu şirin haline bakmayın, ne olduğunu anlamadan o küçük şirin boynuzları hissedersiniz. Erkek kısmı özellikle pek bir sırnaşık, kapıdan kovsanız bacadan giren cinsindendir, şimdi oğlak okurlarım bunları okuyup bana kızmayın ama hangi oğlağa çarpsam aynen böyle oldu. Çalışkandır, çalışmadan duramaz, sıkılır, ben aşka inanmıyorum der iki gün sonra aşık oldum diye gelir, böyle enteresan kişilerdir. Kadınları da yıkılmaz kale, çelik kapıdır.

Kova: Para mı elimin kiri şekerim, bu burcun güzelleri paraya önem vermezler ama verirler de, işte böyle bir muğlaklık içindeler. Yeni yerler gezelim, görelim, yiyelim, içelim, tango, çaça, salsa, afrika kabile dansı ne varsa öğrenmek isterler. Bu burcun mensupları aktivite insanıdır, sosyal kelebeklerdir.

Balık: Balık burcunun özellikleri hiç okudunuz mu? Ben okudum ve katıldım yazanlara gerçekten de, ama gülmekten. Eski bir arkadaşımın annesi balık burcu için şunu demişti, sudur kayar gider, balık işte tutamazsın. Kendisini buradan bir kez daha hürmetle anıyorum, neden böyle dediğine açıklık getireyim, efenim ister Norveçli, ister Kadıköy'lü balıkçı olsun her balıkçının elleri nasırlıdır, neden? Olta atmaktan, ağ toplamaktan, balık ayıklamaktan ve de olta iğnesinden. Evet iğneden, iğne neden vardır peki? Kaçan balıklardan. Çok uzattım farkındayım, uzun lafın kısası bu burca mensup şahsiyetler romantik, böyle ver kemanı ver şarapı ay ışığı sevdiğim yanımda modunda takılırken iki dakika sonra allah yavruya bak moduna bürünebilirler. Özellikle de erkekleri. Dikkat dikkat derim.

Evet pek güzel okuyucum, her ne kadar burçları al aşağı edip, yerden yere vursam da, her burcun insanı şahanedir. (Nasıl yalan, nasıl yalan, şaka lan şaka, bu burçlardan şahane arkadaşlarım var benim, 10 yıldır görüşmüyorum kendileriyle, tamam sustum, parantez içi bitti)
Her burca sevgim vardır, özellikle de ikizlere hayranım, ikizlere dikizler.

Haydi siz sağ ben selamet, Edie kaçar, Behlül kovalar.

4 Haziran 2010 Cuma

gülüşüne kurban

cumartesi gecesinden beri salak salak sırıtıyorum sana baktıkça. hastayım be adam sana!

2 Haziran 2010 Çarşamba

Bozcaada Öyküleri


Yazarların arasında benim de bulunduğum Bozcaada Öykülerini çok daha önce yazmalıydım ama kısmet bugüneymiş.

2009'un Eylül ayında yayımlanan Bozcaada Öyküleri, Bozcaada'yı anlatan, 34 yazarlı bir yol kitabı.

Geçtiğimiz yıl, Varlık Yayınları'nın yarışmasına öykülerimi göndermiş ve ellerim bomboş yüzümde sevimsizlikle dönmüşken, Yitik Ülke Yayınları'ndan Kadir Aydemir bir teklifle çıkageldi bana. "Bozcaada Öyküleri'nde yer almak ister misin?" Hemen başladım yazmaya, ilk gittiğim zaman geldi aklıma ve bir yeşilçam öyküsü çıkardım ortaya.

Gülsel Ceren Güneş, Çiğdem Aldatmaz, Çiler İlhan, Deniz Günal, Duygu Günkut, Ebru Durupınar, Esra E. Kutengin, Figen Alkaç, Gürgen Öz, Hasan Topçu, Jak Alguadiş, Kadir Aydemir, Lâle Dilligil, Mehmet Ünver, Nefin Huvaj, Neval Sultan, Nihat Ziyalan, Nurcan Göksel, Özlem Özyurt, Reyhan Yıldırım, Sabri Kuşkonmaz, Saliha Yadigâr, Seran Demiral, Serdar Çekinmez, Serkan Türk, Sine Ergün, Sinem Karhan, Solmaz Aksoy, Turgay Yılmaz, Türkan Çim Işık, Yeşim Ağaoğlu, Zerrin Yılmaz Çelebioğlu ve Zeynep Zişan'ın öykülerinin yer aldığı Bozcaada Öyküleri, Bozcaada'yı, Bozcaada'ya gidenleri, gidemeyenleri anlatıyor.

İçinde ben varım diye demiyorum, çok güzel bir kitap.

Okuyunuz, okutunuz :)