30 Temmuz 2010 Cuma

3


2007 yılının temmuzunda sıkıldığım bir gün başlamıştım buraya yazmaya. bu yaz olduğu gibi o yaz da tuhaf bir yaz yaşıyordum. çalıştığım yer, yaşadıklarım tuhaftı. 3 yıl geçeden aradan. 3 yaz.

iyi ki açmışım o zaman bu blogu. bir sürü şey oldu hayatımda. bir sürü şey değişti. günler bazen hiç geçmiyor gibi geldi, bazen tekrar tekrar aynı günü yaşıyorum diye düşündüğüm zamanlar da oldu. bazen de dünyanın en mutlu insanı oldum. gidenler oldu, kalanlar oldu, gelenler oldu. zaman geçti, zaman aktı, ben değiştim, büyüdüm. yaşadığım her şeyden bir şey öğrendim. yaralandım, debelendim, güldüm, sinirlendim, kızdım, ağladım, sevindim, çoğu şeyi yazdım. hayatımı yazdım. düşüncelerimi yazdım, kendimi yazdım, ne istediğimi, ne hissettiğimi.

iyi ki yazmışım. daha nice seneler olsun istiyorum.

okuyanlar, yorum bırakanlar, takip edenler, etmeyenler herkese teşekkür ederim.

her geçen gün yeni bir şey öğreniyorum şu hayatta. öğrendiğim müddetçe de yazmaya devam edeceğim.

hepinizi seviyorum.

27 Temmuz 2010 Salı

benim tatil anlayışım...

az önce yazdım ya hani yalnız olmayı seviyorum, asosyallik ruhumda var diye, iş arkadaşlarım öğlen yemeğine sürüklediler beni. ilahi bir mesajmış gibi, hadi yemeğe gidiyoruzla kendimi dışarda buldum. bilmeyeniniz varsa söyleyeyim iş yerim valideçeşme'de, yani beşiktaş'a ve nişantaşı'na 5 dakika. hani o şık yokuş var ya hah işte orada. hal böyle olunca her sabah ve her sabah o yokuştan gidip geliyor, ultra lüks mağazaları, şık vitrinleri görünce gerçekten bihter gibi yalıda yaşayanlar var di mi lan diyorum kendi kendime.

öğlen vakti, çevre iş yerlerinden çalışan kariyer sahibi aynı zamanda evli ultra süslü kadınlar görüyorum dışarda. ve de süslü beyler. aldıkları maaşın yarısını üzerlerindeki giysilere yatıran bu zat-ı muhteremlerden bir grup yan masamda oturuyordu. günün konusu da tatildi, bizim konumuzda her zamanki gibi işimiz, onun reklamı şunun cartı.

çok geçmeden yan masadaki süslü abla girdi lafa, benim tatil anlayışım diye başladı, ultra lüksle devam etti. tatil hakkındaki düşüncelerini paylaştı alemle. hillside su'yu çok sevdiğini, her şeyin lüks lüks lüks olması gerektiğini söyledi. sonra da will smith'in filmini anlattı, görülmesi gerektiğini anlattı.

ben mi naaptım, sigara üzerine sigara yakıp, sıçayım senin tatil anlayışına dedim, sonra da yeni bir roman yazmayalım diye düşündüm.

süslü kadın, tatil anlayışın saçma. illa lüks diye tutturuyorsan neden saraya taşınmıyorsun, gerçi aldığın maaşla biraz zor ama olsun.

benim tatil anlayışıma gelince, yok ki öyle bir anlayışım. deniz olsun, kum olsun, yanımda 2 - 3 sevdiğim olsun tamam.

haa roman olayına gelince, çok ciddiyim. en kısa zamanda yazmaya başlıcam. valla bak gör blog! inanmıyorsun di mi? bitince görürsün bebek!

asosyal olmak ya da olmamak

bundan 6 yıl önce filan, 6 kızdan oluşan bir arkadaş grubum vardı benim. her dakikamızı beraber geçirir, her yere beraber gider, birbirimizin dolabını, cartını curtunu her şeyini bilirdik. onlarla olmayı çok severdim. eğlenirdim, gülerdim. ama o zamanlardı bu. sonra bu gruba biri dahil oldu ve bana bu grubun aslında çok saçma olduğunu, bir süre sonra grup diye bir şey kalmayacağını söyledi. doğru da dedi. grup bir süre sonra dağıldı, anlaşmazlıklar çıktı, o ona bu buna bir şey dedi ve grup dağıldı. ilk ayrılanlar arasında ben de vardım. zaman geçiyordu, yaşım ilerliyordu ve yalnız başıma bir şeyler yapmak bana daha çok keyif veriyordu.

zaman ilerledikçe hayatıma az insan aldım. olanları çıkardım. yalnız olmanın bana iyi geldiğini, kendimi böyle olduğumda daha iyi ifade ediyorum.

asosyalim ben biraz. münzeviyim. böyle olmayı da seviyorum. kimse bana dokunmasın, kimse beni ellemesin türünden yaşamayı seviyorum. bir ağacı saatlerce seyretmeyi, bulutlara bakmayı, yıldızları seyretmeyi, hiç konuşmadan durmayı seviyorum.

hafta sonları evimden çıkmamayı, annemin yanında olmayı seviyorum.

asosyallik ya da değil, nedir adı bilmiyorum ama ben bunu seviyorum.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

tuhaf yaz reloaded

sigaradan bir nefes alıp, ayrılık depresyonuna hazırlıyoruz kendimizi. elifin gitmesine tam bir hafta var, bir hafta sonra, buradan pek farkı olmayan (yani bu yazla karşılaştıracak olursam) bir yere gidiyor. ee sen de git diyenleri duyuyorum buradan, gitmek kolay ama bir o kadar da zor. maddi olaylar, vizeler cart curt derken gidememek de var işin içinde.

fark ettim de blog eskiden çok sevdiğim yaz, artık eskisi gibi değil. büyüdükçe kirlenen ve ultra saçmalayan dünya, yazı da aldı götürdü en sonunda. tshirt- şort ikilisiyle gönüllerin sultanı yaz mevsimi, 23 yaştan itibaren abuklaştı, 25 yaşla buhrana, 28 yaşla da meymenetsizliğin doruğuna ulaştı. 4 senedir deli gibi gelmesini istediğim yaz, her sene biraz daha sevimsizleşiyor. bu sevimsizleşme benim yaşımdan dolayı da olabilir diye düşünüyorum ama yok valla öyle değil. baya baya sevimsiz işte.

geçen yıl evlenen eş dost bu yıl, kendimizden bir parça, aşkımızın meyvesi tadıyla bebek olayına girdi. bense hala varoluş problemleriyle boğuşuyorum.

neyse be blog, hava kapalı ya, ondan bu hissiyat, hassiyet. bir de pms var işin özünde. yoksa iyiyim gayet.

ama özlüyorum blog, kapının önünde bisiklete bindiğim, penceresinin önüne gidip, hişşşt len gükan diye bağırıp en yakın arkadaşımı çağırdığım, sokaktaki kedilerin peşinde koştuğum, erik ve dut ağaçlarına daldığım yazları özledim.

yirmi yıldır aynı yerde yaşıyorum ben. 8 yaşında ufak bir veletken taşındığım bu sokakta 20 sene geçirdim. 1950'lerde yapılan bir evde yaşıyorum mesela. sokaktaki eski evlerden biri bizimki. tadilat görmesine rağmen, eski mimariye sadık kalınan bir ev.

hani derler ya, buralar hep dutlukdu diye, aynen öyle işte. bir zamanlar buralar hep dutluk ve eriklikti.

tuhaf bir yaz yaşıyorum be blog. böyle değişik, sıcak gibi, değil gibi. soğuk gibi, değil gibi. ne idüğü belirsiz.

23 Temmuz 2010 Cuma

"Lan" br sevgi sözcüğüdür!

Abuk sabuk rüyalara kaldığımız yerden devam. Yediklerim içtiklerim içerde neyle buluşup nasıl bir mutasyona uğruyor blog merak ediyorum. Ya da ne tür bir manyağım aceba?

Ev ziyaretine gelen arkadaş, oturduğu yerde mızıldanmaya başladıktan sonra deve dönüştü gözümün önünde, hem de yeşil deve. Önce çay getiren anneye pata küte girişti ardından benim kafayı duvarlara vurdu! Aceba kafamı duvarlara vurmam gerektiğini mi anlamalıyım burdan? Ya da yeşil hayırlı bir renk sayılıyor ya hani, ultra süpersonik bir haber mi alacağım?

Blog iyicine rüya tabirlerine döndü anasını satim!

Lannnn! Lannnn diye bağırıyorum, yosa deliriyor muyum!

Ayrıca blog fark ettiysen lan'ı çok kullanıyorum, çok sempatik geliyor bana lan. Çok banalleştim sanırım, bilemiyorum.

Ama bence lan bir sevgi sözcüğüdür. He bir de Ekin Atalar'ın Selindrella'sı kaptın şukuyu!

22 Temmuz 2010 Perşembe

Parlez-vous français?

Ultra abuk rüyalara kaldığımız yerden devam ediyoruz blog. Dün gece rüyamda sular seller gibi fransızca konuşuyordum. 2. kura geçtim de henüz başlamadı lan kurs, hayır anlamadım olayım nedir?

Kıçım mı açıkta kalıyor acaba?

Sigmund Freud, param bol Madonna'yı tuttum o soruyor sana "analyse this" canım sana zahmet!

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Dream Man

Burdaki dream man, hayal kur adamımm!! manasında değil lütfen canlarım. Dream Girls gibi değil gibi. Ne alaka dream man, hemmen açıklığa kavuşturayım, 2 gecedir ultra yakışıklı adamlar görüyorum rüyamda. Napıyorsunuz sorusunu duydum ordan, onlar oturuyor ben bakıyorum aval aval. Bir atraksiyon bir girişim bir flörtöz tavır filan yok, ben bişiler söylüyorum onlar böyle şahane şahane gülüyorlar, ben de bakıp allam ne kadar güzel gülüyor diye melül melül bakıyorum.

2 sabahtır uyandığımda da aynı tepkiyi veriyorum, ulan ne yakışıklı adamlar var be! Evren bana burda "sen ancak böyle rüyanda görürsün kızım" demek istiyor sanırım.

Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa be!

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kedi olmak


Evdeki minik pantere baktıkça, kedi olmanın çok güzel bişey olduğunu düşünüyorum. Her daim bir mayışıklık, uyku mahmurluğu hali. Okul, iş, para kazanma, hayat mücadelesi yok. Ev kedileri için yani. Sokak kedisi olmak da sınırsız özgürlük. Hastalık korkusu olmadan çöp karıştırma, yağmur suyu içme.

Kedi olmak vardı şu hayatta.

18 Temmuz 2010 Pazar

fotoğraf

Az önce facebookta alemin fotolarını dikizlerken aklıma geldi, mezuniyet fotoğrafım bile yok benim! Ne derece nefret ettiysem okuldan bi tane bile fotoğrafım yok lan blog! Mezuniyeti bırak, normal şöyle adam gibi de fotoğrafım yok, hani bana foto yollasanaaa diye tuttururlar ya, ben hep böyle eski fotoğraflarımı yollarım, yok çünkü!

Neyse ya, öyle aklıma geldiydi işte.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

faith


Tüm eli sevenlere gelsin, faith!
özledim seni!

istenmeyen tüy

Güzel blog,

Bir hafta bitti bile, iş şimdilik fena değil. Yaptıklarım beğeniliyor falan filan. Neyse konu bu değil. Bildiğiniz üzere yampiri yengeç geçenlerde duşta ayağı yapmıştı, sonra da ben, sen ne denli eblehsin dediğim de yok canım senlen neden konuşmamak için yapayım dedi, biliyosunuz heh işte, 2 gün geçti andaval gene yüzünü gösterdi. Ne denli salaklara çatıyorum lan ben!

Neden ki ne oldu diyeceksiniz, şimdi ben bu salağa son ayarını verdiğimde her şey aydınlandı filan sandım, meğersem öyle bişi yokmuş, ben biraz kıçımdan anlamışım! Dün bu davara mesaj attım, cevap vermedi, hani koşuşturma filan dedim, sonra nette gördüm bugün dedim mesaj attım sana, görmedim filan ayağı yaptı, iyi peki dedim ve aradım. Bi sessizlik allahım buz dolabına kafamı sokmuşum gibi konuşuyor, 2 gün önce yok öyle bişi olur mu diyen adama, dayanamadım ve sordum, hayırdır yavrucum diye! Konuşmak istemediğini, anlamsız bulduğunu söyledi!

Şimdi yukardaki ulu manituya bir soru hakkım olsa şunu sorarım; Ey ulu manitu, zeka seviyesini neye, kime göre belirliyorsun? Ayrıca bonus soru neden ben?

İstenmeyen tüy gibi hissediyorum kendimi blog, George Michael Faith diyor, salak salak eşlik diyorum şarkıya. Eli Stone gibiyim.

9 Temmuz 2010 Cuma

Amerikalı Küccük İbo


Seni gördüğüm anda çocuk yapmaktan vazgeçiyorum. Lisede saçlarını üç numaraya vuran öğrenciye bakıp bakıp töbe diyen hocaları şimdi daha iyi anlıyorum. Hani diyorlardı ya büyüdüğünüzde bizi daha iyi anlayacaksınız, galiba onlara hak veriyorum. Hele hele ağzını öyle çemçük yapıp poz kesmiyor musun! İşte o anda Erman Kuzu kesiliyorum!

sinir krizi eşiğini geçtim, akşama madalyam elimde!

Bir film vardı, sinir krizinin eşiğindeki kadınlar, ben mesela o filmi seyretmedim ama ismine hastayım. Negzel isim, sinir krizinin eşiğindeki kadınlar, bu kadınlar pms filan olabilir mi acaba merak ediyorum. Neyse konum pms filan değil. Konu benim sinir krizim, eşiğim, uzun atlamada birinci gelip madalyayı kapmam. Kaptım, vallaha da kaptım billaha da! Aferin çok iyi düşünmüşsün, akşama gel madalyamı ver dedim o da gelip bu akşam beni dük ilan edecekmiş. Kafamda hunimle bekliyorum, çarşaftan pelerin de yaptım hah şahane!

Sinirleniyorum blog! Ota boka, ona buna, şuna, berikiye ötekiye! Herkese! Her şeye! Sinirleniyorum, sinirlendikçe elim ayağım çekiliyor! Şu yaşıma geldim, elim ayağım çekiliyor diyenleri pek merak etmişimdir, nasıl bi his lan o diye! Ahanda yaşadım anladım! Öyle sinirleniyorum ki, mideme kramplar giriyor.

Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar filminin yönetmeni beni görse eşikten atladığım için gelir benim filmimi yapar. Adını da Sinir Krizinin Birincilikle Geçen Kadın koyar.

Çok sinirlendim gene blog! Aptal sapsal şeylere sinirlendim. Tam mutluyum, ne kadar güzel, yeni şeyler oluyor dedim, çat! Valla yiter lan!

Yukardaki de öyle ki satim anasını, milletin çevirmediği dolap dümen kalmaz, ben bi halta karışmam, zuheuh diye güler ve çat bana patlatır ihaleyi. Hep aynı lan, sıkılmadın mı acaba? Valla merak ediyorum be acaba başka işi yok mu? Adrina Lima filan yaratsana sen ya! Benlen uğraşıcağına onu yarat ne bilim!

Sinirliyim, mütemadiyen sinirliyim!

8 Temmuz 2010 Perşembe

iş hayatı, ben geldim canım

Güzel blog,

Biliyorsun ki, daha iki hafta önce ağlayıp, sızlanıp, mızıldanıp duruyordum. İş iş diye söyleniyordum. Genelde çağrılarıma kulak asmayan yareppim, ulu manitum bana cevap verdi. Söyle kızım ne diyeceksen de dedi. Sanırım öyle bişi oldu, iki haftada iş buldum blog. Vallahi buldum. Cuma günü görüşmeye gittim, sonra dün 2. görüşme için aradılar. Sabah gittim, pazartesi başlayabilir misin teklifiyle hayt huyt şaşırdım. Evet blog, işe başlıyorum. Uzzzuuun bir aradan sonra iş hayatı ben geldim canım diyorum.

Hayırlara vesile ediyoruz, dinimiz amin.

aradığınız aboneye şu anda ulaşılamıyor

Telefonlarla sorunum büyük blog! Öyle kullanma özürlü filan değilim ama hala mms göndermekte zorlanıyorum. Millet 4G'ye geçti ben bazen mesaj bile yazamıyorum. Neyse konumuz benim telefon özrüm değil, konumuz telefon! Neyine gıcık oluyorum, neyi sorun o zaman, mesela aradığım aboneye ulaşamamam, attığım mesaja cevap alamamam! Uyuz oluyorum, böyle eşeği binbeşyüz defa suya göndermek, aboneyi de uzun uzadıya dövmek istiyorum. Bu bahsettiğim cevap vermeme durumu, bana kıl, konuşmak istemiyo ondan değil, bildiğin görmüyor duymuyor telefonu. Mesela abla, allam o telefonu bin defa çaldır yine duymaz, mesaj at görmez. Bir gün gelecek telefonla bütünleştiricem onu haberi yok. Sonra Wilson, bir telefon özürlü de o! Ararım ararım duymaz, mesaj atarım görmez, aradan saatler geçer arar beni niye aramıyorsun der, aradım binkere derim hae görmedim der, sonra edie çileden çıkar. Hayır sinir oluyorum ya! Valla bak! Direk senaryolara başlıyorum, kesin bişi oldu, kesin kaza geçirdi, belki de araba çarptı, acaba bayıldı mı, yoksa bana mı küstü gene çamları devirdim haberim yok, kesin yaptım gene bişi. Hayır manyaklığın ultra seviyede artık!

Aradığım abone, aç şu telefonu!

5 Temmuz 2010 Pazartesi

i want love

sen olacaksan eğer, i want love! söyle bana robert! o şarkıyı söyle, bir daha söyle!

Elton John kötü gözlükler ve komik papyonlar taksan da şahane bi insansın bence, hele ki
i want love diye bi şarkın var ya! başka da şey demem!

4 Temmuz 2010 Pazar

heyvanlar alemi


Hayvanları severim, ayılarla iyi anlaşır, öküzlere taparım, hele hele goriller taş tacımdır!

Evet güzel blog, hayvanları seviyorum, öyle ki, kendini kaplan sanan bir kedim var, canı istediği zaman mırlayan, canı istediğinde tırmalayan, ısıran bir kediyle aynı yastığa baş koyuyorum. Tabi korka korka, gecenin köründe uyku sersemliğiyle mazallah yanlışlıkla bir yere dokun, aman yareppi, yersin cırmığı! Gözüm çıkmadı ya ona dua ediyorum ben, neyse konumuz bu değil!

Konumuz heyvanlar, öyle iyi anlaşıyorum ki heyvanlarla, Şrek'in karısı Fiona gibim şakısam kuşlar patlar sesimin güzelliğinden, bir ortama girsem kediler, kuzular, ceylanlar takılır peşime. Sırf onlar mı, ayılar, öküz ve goriller de. Kurbağalar beni öp, beni öp diye sıraya dizilirler önümde. Her öptüğüm kurbağa prense, her taptığım öküzse insana dönüşür beni terk ettikçe. Öyle böyle değil içimdeki heyvan sevgisi anlayacağınız. Mesela yengeçler, bayılırım, öyle tatlılar ki, hepsini bir sepete koyup saklamak istiyorum! Sonra oğlaklar, o küçük şirin boynuzlarından tutup sevesim geliyor. Ya balıklar, aman yareppim ne şeker şeyler o balıklar. Hastasıyım hepsinin!

Ama en çok öküzlerin ve ayıların!

Onlarla çok iyi anlaşıyorum çünkü!

Gene bir öküzle tanıştım ben, postunu çıkarmış, insan kılığına bürünmüş, sevimli mi sevimli bir öküz. Yengeç kırması! Böyle iki hafta kadar önce bebe adımlarıyla, yampiri yampiri yanaştı yanıma, sevdim, aman ne de tatlısın be sen dedim, dediğim anda cıs! Kıskaçlarını batırdı gitti. Ben de tabi anlamlandırmaya çalışırken buldum gene kendimi!

Küçükken plajda bir midye bulmuştum, acayip güzel, oha şuna bak nidalarıyla anneme gösterirken annem dikkat et evladım yengeç çıkabilir demesine kalmadan, o sevimli yengeç bebesi o güzelim midyeden çıkıp kıskaçlarını göstermişti bana. Bak hiç unutmam o günü, yazarken bile yaşadım bak gene! Aman aman diye denize atmıştım güzelim midyeyi, mundar olmuştu, bi daha da onun gibi güzel midye bulamadım. O zamandan ders almalıymışım aslında yengeçlerden ama unutuyoruz işte!

Gün geçmiyor ki ayılara dayı diyoruz, öküzlere prim veriyoruz! Kendi adıma konuşuciim, ben öküzlere tapıyorum, her ortamda itina ile bir öküz çekerim. Bırakın beni insanların arasına ben giderim bulurum, dedim ya paratonerim diye! Öyle ki artık metin yazarlığından istifa edip veteriner olmayı düşünüyorum! Madem öküzlerle ve ayılarla bu kadar içli dışlıyım en iyisi veteriner olup gerçek büyük başlarla uğraşırım, para da kazanırım, ekmeğimi onlar sayesinde kazanıyorum derim.

Evet, bunu düşünüyorum blog!

3 Temmuz 2010 Cumartesi

profil fotom


Bu nedir be diyenler, bu bir paratoner. Ben de deli paratoneri olarak bunu kullanmayı uygun görüyorum. My name is toner, paratoner. Keşke para çeksem bari, adıyla mütenasip.