29 Aralık 2008 Pazartesi

2009'dan beklediklerim

daha önce de dediğim gibi 2008 enfes derecede nahoş geçti. bitmesine 2 gün kaldı. çarşamba gecesi 00.01'de kimileri sevgilisini öperken, kimileri göbek atarken, kimileri de çılgın gibi içki içerken ben derin bir "ohhhhh" çekicem. "ohhhh bee bitti" diyeceğim. bunu bekliyorum işte. bu anı bekliyorum.

şimdi gelelim 2009'dan beklediklerime;

- yeni bir iş istediğimi söylemiş miydim. sanırım söylememiştim ya da söylemiştim ama belirtmeliyim ki 2009'un ilk haftasında yeni bir işe başlıyorum. işte ilk güzel işaret. 2009'un çok daha iyi olacağına dair bir işaret.

-yazdığım hikayelerimi bitirmek, romanı tamamlamak, çocuk kitaplarını resimlemek ve de artık güzel bir yayınevi bularak yayımlanmasını istiyorum.

-hayatımın anlamı, güzel saçlı adamla daha çok vakit geçirmek istiyorum.


aklımda çok şey vardı aslında ama hatırlayamadım şimdi. bakalım ilerleyen zamanlarda gelirse aklıma yazarım gene.

25 Aralık 2008 Perşembe

doktor umut tükenmez

dün nahoş bir gündü benim için. pek sevdiğim annem hastalandı. hava da çok soğuk sevmedim yani. günün en iyi kısmı sanırım akşam komşumla yediğim çikolatalı pasta ve güzel sohbetti. pek bir özlemişim kendisini. komşuyuz ama eski komşu, taşındığından beri pek sık görüşemiyoruz bir ara damdan dama atlayıp odasına geçerdim. benimki de delilikmiş şimdi böyle söyleyince, damdan dama gezmek filan. her neyse efendim, kendisini pek bir özlemişim. 2008'in bitmesinden bahsettim ona da. bu aralar kimi görsem aynı şeyi söylüyorum, bitsin artık bu yıl sıkıldım ne mendebur yılmış diye hayıflanıp duruyorum, öyle ama melanet sene. tamam iyi güzel yanları vardı ama topu topu bir kaç tane. ben anlattıkça, söylendikçe baktım komşumda müzdarip bu durumdan. bitsin de gitsin diyor o da tıpkı benim gibi. ne diyeyim ikimizde 2009'dan pek bir umutluyuz. güzel fikirlerimiz var, ortak bir projemiz var artık, henüz taslak ama olsun yapacağız. yapmazsak topuz, totoşuz zaten. bir de isim taktık 2009'a doktor umut tükenmez.

beyaz çorap

geçen gün bloglardan bloglara atlarken rastladım bu bloga. yazarını pek bir sevdim.
özellikle de yazla ilgili dediklerini :)
takipteyim efenim :)


http://beyazcorap.blogspot.com/

22 Aralık 2008 Pazartesi

2008 biterken durum değerlendirmesi

2008'in bitmesine oldukça az bir süre kala durum değerlendirmesi yapmak istiyorum.
mendebur 2008'in bana neler getirip, neler götürdüğüne bakmak, neler olduğuna bakmak istiyorum. hani her sene sonunda tv haber bültenlerinde "görüntülerle 2008" olur ya, onun gibi bir şey işte. benim ki yazılı ama. neyse efendim lafı kısa keselim ve durum değerlendirmesine başlayalım hemen.

öncelikle 2008'e nasıl girdiğimden başlamak istiyorum, televizyon karşısında göbeğimi kaşıyarak ve hapşırarak girdim zira hastaydım. dolayısı ile 2008'in ilk aylarında hastaydım. dilerseniz şimdi ay ay durum değerlendirmesine geçelim- haha ne eğlenceli şeymiş bu be, bundan böyle hep böyle konuşacağım.

ocak: hastaydım, grip. salyalarımı toparlamak da zorlandım bir süre. bol bol ilaç tükettim.

şubat: gene hastaydım. soğuk havalar beni hep hasta eder zaten. uzun bir süre evden çıkmadım.

mart: ajans olayı patladı. girmeye çalıştığım ajans olmadı, moralim bozuldu ağladım. şimdi düşünüyorum da 2009'da o ajansın kapısına gidip "düdüksünüz oğlum, beni almazsanız topsunuz" diye bağırcam, gerekirse soyunurum hatta.

nisan: festival ayı. güzel ay. ekonomik durumum enfes derece tırtladığından bilet alamadım amma velakin sevgilisinden ayrılan bir arkadaş film sırasında ağlama krizine girerim korkusuyla biletlerini bana verdi, ulan ne ballı karıyım. istediğim filmleri de seyrettim hee.

mayıs: havalar ısınmaya başladı, gönül yayları gevşedi. moraller biraz da olsa düzeldi.

haziran: doğum günü, mide kanaması, travis, roisin murphy derken güzel geçti.

temmuz: işe başladım, hem de çılgın ata ata çalıştım.

ağustos: işten çıktım, zira çirkin patron benden memnun değilmiş. dünyanın en şeker insanıyla tanıştım.

eylül: abla'nın doğum günü. kıvırcık güzel adamla görüşmeye başladım.

ekim: görüşmeye devam ettim.

kasım: çılgınlar gibi alışveriş yaptım.

aralık: güzel adamı uğurladım, beklemeye başladım. gideli 8 gün oldu. özlüyorum.

bunların haricinde romanımda 4.bölüme geçtim, dizi senaryosunu yarıladım, 6 hikaye yazdım, 4 de çocuklar için hikaye.

2009'da bu yazdıklarım birer birer yayınlanıcak. bu sene bu konunun üzerine düşmedim ama 2009'da bu iş olucak. inadım inat popom iki kanat diyerekten bu konuda ne kadar hırslı olduğumu da belirtmeye çalışıyorum.

sonuç: ilk 4 ay nahoş geçse de nisan'daki festivalle moraller biraz düzelmeye başladı, haziran, temmuz ve ağustos ayında moraller, keyifler doruk noktasına ulaştı. birçok kalp kırıldı belki de, kimileri bilinerek yapıldı kimileri bilmeden yapıldı, tonlarca gözyaşı döküldü, endişe edildi, karamsarlık çekildi, "ulan anasını satimler" dendi çok kez, "bırakıyorum lan, oynamıyorum" dendi milyonlarca kez, isyan bayrakları çekildi, telefon beklenildi, iş görüşmeleri yapıldı, ama en önemlisi de aşık olundu bu sene. kötü geçti bazı zamanlar, ama çok da değil. bitiyor işte. az kaldı. 2009'dan umutluyum. ilk kez bir yıldan umutluyum.

ne de olsa tek sayı.

boşluk

hani derler ya hep "bu aralar içimde bir boşluk var, tarifi mümkün değil, kelimeler yetmez anlatmaya" öyle olmasa da bu aralar içimde bir boşluk var. bitmek bilmeyen bir pazar gününde gibiyim. hatta çoğu kez kendimi lekeli bir masa örtüsü kadar sevimsiz, piti kareli gömlek kadar aciz hissediyorum. sebebi mi? belli elbet. beklemek.

bekliyorum. daha da bekleyeceğim. gelir mi arar mı bilemiyorum, sıkılır mıyım beklemekten bilemiyorum ama beklerken vakit geçmiyormuş gerçekten de. orada da geçmediğine eminim.

ah be kıvırcık saçlı güzel adam geçsin şu zaman da gel artık.

çok özledim şimdiden seni.

benim damak tadıma uygun değil

gün geçmiyor ki uyduruk televizyon programlarına bir yenisi daha ekleniyor. yaklaşık bir ay önce bir program başladı show tv ekranlarında. belki de bir aydan fazla oluyor başlayalı benim bir aydan beri haberim. her neyse efendim şimdi konu programın ne zamandan beri yayınlandığı değil, programın ne olduğu. yemekteyiz diye bir program. sofra kültürü yemek kültürü yemek yeme adabı üzerine şahane bir toplumuz ya her şeyimiz kusursuz ya bir de böyle bir program yapmıslar. ağzım açık izliyorum programı. şaka gibi. her hafta 5 yarısmacı önceden belirledikleri menüleri yapıyorlar ve her akşam birinin evinde yemek yiyorlar. milletçe gurmeymişiz de haberimiz yokmuş. yok efendim pilavda su tadı varmış, yok efendim çorbanın acısı fazla olmuş, su termos suyu muymuş, salatalıklar iyi yıkanmış mı, korku filmi gibi bir program.

bu programa katılmak istiyorum kesinlikle.
menüm de şöyle olucak:

çorba- hazır çorba

aperatifler- beyaz peynir, sucuk, bilumum kahvaltılık

ana yemek- sahanda yumurta, makarna(sadece haşlanmış ama isteyen peynir koyar ya da ketçap döker) salata(domates, hıyar söğüş doğranmış)

tatlı- şokella ya da reçel

kesinlikle menü bu olacak.

6 Aralık 2008 Cumartesi

unutmak üzerine

"az unutup çok hatırlayan delirir.
unutmaları, hatırlamaları eşit düşenler sevinir.
çok unutup az hatırlayan sevilir.
hiç unutmayıp hep hatırlayan delirtir.
bunları ölçmeye kalkan çıldırır."

hatırlamak, unutmamak demek değildir, unutmak üzere anmaktır.
unutmamak unutmaktan büyük sanılır..
“hiç unutmuyorum” derler.. “hiç unutamayacağım” derler.. “hiç unutamam” derler.. “unutmam” derler..
ve unuturlar, unuturuz.. unutursun..
hatırlamayı bile!

özdemir asaf

neil gaiman says;

" everybody has a secret world inside of them. all of the people of the world, i mean everybody. no matter how dull and boring they are on the outside, inside them they’ve all got unimaginable, magnificent, wonderful, stupid, amazing worlds. not just one world. hundreds of them. thousands maybe. "

"have you ever been in love? horrible isn't it? it makes you so vulnerable. it opens your chest and it opens your heart and it means that someone can get inside you and mess you up. you build up these defenses, you build this whole suit of armor, so that nothing can hurt you, then one stupid person, no different from any other stupid person, wanders into your stupid life. you give them a piece of you. they didn't ask for it. they do something dumb one day, like kiss you or smile at you, and then your life isn't your own any more. love takes hostages. it gets inside you. it eats you out and leaves you crying in the darkness, so simple a phrase like 'maybe we should be just friends' turns into a glass splinter working its way into your heart. it hurts. not just in the imagination. not just in the mind. it's a soul-hurt, a real gets-inside-you-and-rips-you-apart pain. i hate love.”

özünde çok iyi bir insan aslında, yalan

inanılmaz derecede sıkıldım ve baydım bu adamlardan. hepiniz malsınız arkadaşım. mal, bildiğin mal. istediğiniz kadar yakışıklı, iyi, kariyerli olun malsınız işte. hepiniz özünüzde aynısınız.
isteseniz japonya'da sergi açın, oskar alın ya da nobel, farketmez aynısınız.

aliler, veliler, mehmetler ve mustafalar için geliyor; oklava


güdümlü terliği yediniz çok sevdiniz.
bu oklava da size geliyor.
aliler, ahmetler, mustafalar ve mehmetler için.

ha burada ismi geçen şahıslarla uzaktan yakından bir alakam yoktur, bu isimler bir nevi rumuz, takma isimdir efendim. şimdi kalkıp bu isimdekiler bana vay efendim biz sana ne yaptık demesin. yapmadınız, yani bu isimdekilerden biri yapmadı ama gerçek isimlerini yazmak istemedim.

onlar kendini biliyor diyerek, bu güzelim oklavayı onlara armağan ediyorum :)

güle güle kullanın, iyi günler de :)

5 Aralık 2008 Cuma

bu terlik tüm sevenleri için geliyor


beni sinir eden tüm erkeklere gidiyor, benden.

güdümlüdür, nereye gideceğini bilir.

sevenleri için güdümlü anne terliği :)

1 Aralık 2008 Pazartesi

eli stone 2. sezon

aylardır çılgınlar gibi beklediğim eli stone'nun 2. sezonu, 20 aralık dizimax'de başlıyor. hani deli misin kızım çeksene netten seyret diyorsunuz belki de, doğru diyorsunuz ama yok ben sevmiyorum öyle netten indirip seyretmeyi eski adet televizyonda seyretmekten hoşlanıyorum dizileri.

eli stone'nun yeni sezonunda katie holmes varmış bakalım nedir durum.

ayın 20'sine ne kaldı.

tin man


aslına bakarsanız oz büyücüsünü pek sevmem. doroti'nin (biliyorum böyle yazılmıyor ama ben böyle yazmak istiyorum) mızmız bir şekilde "eve gitmek istiyorum, eve gitmek istiyorum" demesi, topuklarını birbirine vurması, patika yolda 4 tipin kol kola şarkı söyleyerek yürümesi, hele hele cüceler sinirimi bozar. evet klasiktir, güzeldir ama ooo şahane hastayım nidaları ile gezmem.

geçen gün tv'de yeni bir diziye rastladım, aslında bayadır varmış ama ben geç rastlamışım, utandım da kendimden. adının adı "tin man", o.z denilen outer zone yani bir yerde geçiyor, zooey ablamız bir fırtına sonucu kendini o.z'da buluyor ve evine geri dönmeye çalışırken çeşitli arkadaşlarla karşılaşıyor. hikaye oz büyücüsünün aynısı, steampunk bir ortamda geçiyor. karakterler biraz daha farklılaştırılsa da oz'daki karakterlerle aynı. dün gece ilk bölümünü seyrettim ve şunu hatırladım; "I believe". evet bir zamanlar "I believe" di benim için. ne olursa olsun, fantazi, peri masalı, rüya ya da hayal ama ben inanır ve mutlu olurdum. tin man beni bir nebze de olsa o halime geri döndürdüğü için, bana o zamanlarımı hatırlattığı için tin man'i sevdim. mızmız doroti'nin yeni versiyonu cabbar afacan d.g'in eve ulaşma çabasını merakla bekliyorum.