29 Eylül 2010 Çarşamba

ah be osman


öyle bir geçer zaman ki, kanal d'den salı günkü gerim dizisi. kötü mü? hiç değil! ama osman, ama osman! ah bir de ağladın ya, ağlattın beni gece gece!

28 Eylül 2010 Salı

geçmiş zaman olur ki

bundan 5 yıl önce, daha mezun olmamışım, bahar dönemi yeni başlamış, havalar hala soğuk. kültürel çalışmalar dersinde sarıyla arkada oturuyoruz, bir kız çarpıyor gözüme. önce sesi kulaklarımı tırmalıyor, sonra da görüntüsü sinirimi bozuyor. esmer tenine oldukça zıt duran nar çiçeği bir kazak giymiş, üstelik göbeği açık, saçlarının dibi gelmiş, sarı balyajları hiç yakışmamış, nar çiçeği ruju da cabası. bir de ders aralarında bizim çocuklara yazıyor, bir şuh kahkahalar filan, tam dayaklık. sarıya diyorum ki, kim bu, yüksek lisansdan diyor, hımm diyorum sevimsiz bir şeye benziyor.

2 hafta filan geçiyor aradan. havalar hala soğuk, festival gelmiş, film film koşuyoruz, filmimiz olmadığı zamanlarda da okula gidiyoruz. hava öyle soğuk ki, ben kazak, kırka, battaniye ne bulduysam giyiyorum. gene bir ders gününde bu kızı görüyorum, ben soğuktan it gibi titriyorum, o tenis eteği giymiş, dantel çoraplı üstelik ve de hala bizimkilere yazıyor. dövücem kesin dövücem. ders bitiyor kantine çıkıyoruz burjunun masasına gidiyorum bir şey söylemeye, masada bu kız, bana selam veriyor, 3 numaralı pislik bakışımı atıp, sırıtıyorum. masaya oturup bi sigara yakıyorum kim bu kız diye. konuşmaya başlıyoruz. sesi kulak tırmalıyor kahkahaları korkunç. bir şey var ama adını koyamıyorum. sonradan söylüyor bana samimi olunca mental bozukluğunu. ben diyor tuhafım bak haberin olsun, delinin tekiyim, sağım solum belli değil. olsun diyorum, gelenin bir nedeni vardır, bir şey öğretir, zamanı gelince de gitmesi gerekiyorsa gider.

çok eğleniyoruz, çok gülüyoruz, çok da konuşuyoruz. saatlerce konuşuyoruz. değişik şeyler anlatıyor. bazen deli saçması, bazen gündelik hayat teorileri.

o zamanlar daha mezun olmamışım ben. 6 kızdan oluşan bir arkadaş grubum var. bir de bölümdeki ve güzel sanatlardaki herkesi tanıyorum. okulda da durmuyoruz hiç ama. hep bir yerlerdeyiz, hep geziyoruz, sürü halinde. birbirimizden ayrılmıyoruz hiç. birimiz birbirimizden habersiz don alsa kıyametler kopuyor, ben niye yoktum yanında diye.

bu deli kız da geliyor gruba. bana diyor ki ama ben sizin gruptan olmam asla. hatta sen de olmasan iyi edersin. saçmalama diyorum, öyle şey olur mu, onlar benim arkadaşım. birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. ne kadar çok kalabalık etrafım o kadar iyi diyorum, yalnız kalmıyorum. ne de güzel kandırıyorum kendimi! sonra bir gün yavaş yavaş kopmaya başlıyorum kızlardan. yanlarına gittiğimde konuştukları eskisi gibi hoşuma gitmiyor, eskisi kadar eğlenmiyorum. kopmaya başlıyorum yavaş yavaş. ilk kez bir şeyden haberdar oluyorum, kişisel alandan. benim diyor kişisel alanım geniş, seninse dar. hangisi daha iyi ben bilemem ama sen gör bak, kararını ver, her selam verdiğine arkadaşım diyip hayatında bir yere oturtmaya çalışman mı, yoksa değer verdiğin, keyif aldığın bir kaç kişi mi?

dedim ya o aralar herkesi tanıyorum, herkese arkadaşım diyorum, kantine girdiğim an herkesle selamlaşıyorum, onla konuş, bunla konuş, 2 saat çıkamıyorum. bir de kızlar. ah kızlar! eğlenceliler, komikler ama ya tripleri! bana neden haber vermedinleri, ısrarları, çat kapı gelmeleri! tam ne istediğini bulmaya çalıştığın zamanlarda hadi gezelim demeleri!

bir süre yalnız kalıyorum, tek başıma sokağa çıkmaya başlıyorum, bir kafeye gidip bir şeyler içiyorum, bir filme gidiyorum, daha önce yalnız kalmamışım, düşünüyorum. sonra şimdi hatırlamadığım bir nedenden o deli kızla arkadaşlığımız bozuluyor.

kalabalık kız grubumla da pek takılmamaya başlıyorum, sen değiştin diyorlar bana.
aradan yıllar geçiyor, yeni yeni insanlarla tanışıyorum, bazıları gelip gidiyor, bazıları kalıyor. hepsinden bir şey öğreniyorum. ama en önemlisini unutmuyorum, her selamlaştığıma hemen arkadaşım demiyorum. kişisel alan beni de çekiyor içine.

kızlar mı? birkaçı evlendi, düğünlerine de gittim, bazıları gündelik hayatın karmaşasına kaptırdı kendini. ama biliyoruz ki, görüşmesek de, konuşmasak da onlar hala orada.

şimdi bunları niye yazdım, bilmiyorum aslında. wilson'la arkadaşlığımızın bitmesinden olabilir. yıllar önce tanıdığım o mental disorder'lı kız bana bir şeyler öğretti gitti, 5 yıl sonra wilson'ı tanıdım. another mentalist! yani mentalist değil, sen anladın onu işte! o da öğretti ama aldı da, enerjimi aldı çoğu kez!

insanlar gelir, insanlar gider.

hayat böyle bir şey!

geçici!

20 Eylül 2010 Pazartesi

yaş 28

şair demiş ki yaş 35 yolun yarısı. ama bu bence o zamanlar için geçerliymiş. günümüzde 25 olunca yolu yarılamış oluyorsunuz. nassı yani, ne alaka lan? deme sinirlendirme beni. öyle işte. tamam cahil, cühelalığımız var bazı şeylerde ama o kadar da değil. 28 oldum blog biliyosun di mi! hatta 2011 itibarı ile 29 olucam! ay bi titreme geldi 29 diyince, korkunç!

o değil de geçtiğimiz hafta ilk göz altı kırışıklık kremimi aldım. eczacı kıza bunlar için ne kullanayım derken, kaz ayakları başlamış dedi. o anda bi böle tuhaf oldum, moralim bozuldu. kremi aldıktan sonra gittim kendime elbise aldım. ha elbise çok yakıştı o ayrı.

kazın ayağı öyle olmuyormuş blog. aynada baktım, böyle çizgi çizgi. yaş 28 ve kazın ayağı belirdi.
ey botoks sana geliyorum!

yok be daha var!

16 Eylül 2010 Perşembe

cacık

sözüm meclisten dışarı blog ama bugünlerde kendimi cacık gibi hissediyorum. cacık değil de sen anladın onu. hıyar gibi değil gibi, ne bileyim bi tuhaf. doktor reno'nun salatalık sütü, satalık kremi gibi.

yani ben de bir anlam veremedim kendime. bakıyorum mesela aynada, hep beğenirim kendimi ulan derim fena değilim aslında ama yok bu aralar bir meynetsiz geliyorum kendime.

böle bir mallık, alıklık, bi kendini bilmezlik, vurdum duymazlık, bir bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık, bir üşengeçlik, tembellik var üzerimde, üzerinize afiyet. e hal böyle olunca ben de bu ne yau diyorum tabi.

bir saldım çayıra oh mevlam sen kayır, aman bana bişi olmasın, aman üşendim filan. bak günlerdir bi nane yazmamışım, olmuş mu olmamış?

hayır düşünüyorum aslında yazayım ben bu akşam oturup bloga diyorum ama yok ki bi nane, bi atraksiyon. her şey süt liman. diyorum ya bana dokunmayan yılan bin yaşasın bana ne arkadaşım ben mi yaptım modu! ayıp ama çok ayıp! kendimi şuracıkta ayıpladım. hani düşünüyorum hiç mi yok bi atraksiyon yani var aslında ama öle vuhaa bombaymış olayı değil.

mesela ne var, wilson'la konuşmuyorum bu var. sonra bi kaç iş peşindeyim bu var. sonra sonrası yok. valla yok. öyle yani, rahat, oh filan. insanlar bana küsüyor bu var mesela. bak bu bi atraksiyon olabilir. sonra hortlaklar var mesela. her daim hortlaklar. anladın sen onu.

senin anlayacağın blog böyle bir yayık ayranı bir yoğurt çorbası bir cacık gibiyim bu aralar.

tuhaf, hayrolsun diyelim. fatmagül'e de kıydılar zaten!

ama 2011 benim yılım be! o da ayrı!

12 Eylül 2010 Pazar

i dont give a shit

sana bir şey söyleyeyim mi blog ama aramızda kalsın, i dont give a shit. valla öyle.
bir bakıyorum şu facebook listeme, o beni silmiş, bu bana mesaj atmış benle ilgilenmiyorsun, öteki aramış veryansın etmiş, bir diğeri demiş ki bana küs müsün. işte bütün bunlara cevabım i dont give a shit about you. hepsi serzenişte, hepsi. varsın olsun, kendi kendine dönemeyen insan hiç bulaşmasın bana!

misantropluk bünyede var.

böyle!

8 Eylül 2010 Çarşamba

bunu istiyorum!

bunu istiyorum blog!
kimbilir nasıl yakışır bana!
manyakça mı hadi lan ordan!
bi de pembeli turunculu stilettoları çektin mi altına allam allam!

mim mim

Mimlendim blog, frenchcim beni mimledi ama ben vakit bulup yazamadım, bir de pek bir enerjisizim bu aralar, yani aslında enerjisiz değil de aklım çok yoğun. Neyse gelelim mime, pek eğlenceli bir şeye benziyor mim :)

1. Lakabın varsa nedir?
Edwin Finnerty, yıllardır edwin finnerty, ilk blogumun adı da buydu sonra bunu açtım ismini değiştirdim.

2. Son zamanlarda dile dolanan şarkı?
Brandon Flowers Crossfire, bin defa filan dinledim şarkıyı, sürekli söylüyorum. Ama çogzel şarkı ya.

3. En son ne zaman ve neye/kime aşık oldun?
Dior bir elbiseye aşık oldum, bir de Chloe bir çantaya.

4. En son okuduğun kitap/ film?
Kirpinin zarafetini okuyorum, ondan önce kitap kulubumuz için Çöplüğün Generalini okudum, arada da Alışverişkoliği okudum. Film Eyvah eyvah'ı seyrettim.

5. Son zamanlarda çok özlediğin?
Geldi :) Elf'i özlemiştim geldi :)

6. Bir günlüğüne ünlü biri olma hakkı tanınsaydı kim olurdun?
Aha negzel soru, şimdi zaman dilimlerine göre değişir, yani sabahtan başka biri, öğlen başka biri, akşam başka biri olmak isterdim. Ha saçmalama öyle olmaz diyorsan, bilemedim yahu. Çok zor soru, o kadar çok var ki :)

7. Yarın sabahki ilk planın?
Yarın bayram olduğu için aile kahvaltımız var, erken kalkıcam, kahvaltıya gidicez. Sonra eve gelirsem maillerime bakarım, bloglara bakarım, kahve içerim. Sanırım böyle olur.

8. En sevdiğin huyun?
Kendi kendime vakit geçirebiliyorum, şöyle ki çok üzgün olduğum zamanlarda aman salla diyebiliyorum, kendimi oyalayabiliyorum.

9. Şu anki mesleğinde olmasan ne olurdun?
Ya arkeolog olurdum, ya kriptozoolog ya da kriminolog.

10. Okurken zevk aldığın 3 blog?
Ya işte bu zor çünkü bi dolu blog okuyorum, hepsi de ayrı ayrı güzel. French oje, Pisikopati, Cadı, Binbirinci gece, Çilek turşusu, Bir dilim sohbet, Ece's sun, James Mayer, Cips yiyemeyen kız, Kurtlu kitap, Bonibonla intihar, Agresif polyanna, Aydan atlayan kedi. Daha da var, say say bitmez yani.

Şimdi birilerini mimlemem gerek sanırım ama bu zor, ondan kim isterse cevaplayabilir :))

6 Eylül 2010 Pazartesi

5 Eylül 2010 Pazar

ah be brandon

tell the devil that he can go back from where he came
his fire he airs all through their beating vein.

crossfire mutlaka dinlenmeli!

4 Eylül 2010 Cumartesi

çok anlamlı gerçekten

Hadi ordan hadi bize masal anlatma
Adalet istiyoruz aklını oynatma
Hazır ol isyan çıktı güzelim
Boş yere mercimeği fırına veripte kaynatma

diye yazmış Sezen Aksu, Emel de söylemiş. Bence şahane olmuş!

motto dediğin

madem herkesin bir mottosu var şu hayatta, benim de var arkadaş!

hayatın draması, rondonun kreması varsa edie'nin de mottosu var!

nedir o zaman?

koy götüne rahvan gitsin!

gitsin mi! gitsin!

2 Eylül 2010 Perşembe