20 Kasım 2007 Salı

Hikayedeki Mal Benim Aslına

Kendimi hikayede bahsi geçen "mal" gibi hissediyorum. Egosantrik bir dönem geçiriyorum sanırım. Bütün olayların benimle ilgili olduğu gibi paranoyak bir hal içersindeyim bu aralar. Ağaçlardan dökülen yapraklara bile üzülür hale geldim. Hayatımdan çıkarmaya çalıştığım o şahsı çıkaramıyorum bir türlü. Çıkarmak bir yana telefon ediyor ve görüşüyorum. Dedim ya hikayede anlatılan mal benim aslında. Yapmamam gereken şeyler yapıyorum. Sanırım yavaş yavaş bu rahat halden sıkılmaya başladım. Bilemiyorum, hiç bilemiyorum.

Tatile gitmem gerek, evet bunu yapmam gerek.

11 Kasım 2007 Pazar

HER ŞEYİN BİR NEDENİ VAR

Yaptığım her şeyin, yaşadığım tüm olayların aslında bir nedeni var. Ben bilmesem de her şeyin bir nedeni var. Bütün yazı şikâyet ederek, sevmediğim bir işte çalışarak geçirdim, ama burası bir basamaktı. Evimden saatlerce uzaklıkta, son derece kötü bir yere girdim, acele karar vermenin bazen kötü sebeplere neden olacağını öğrendim.
Hayatta hiçbir şey tesadüf değil.

25 yaşında bir yerlerde eksik olan kardeşimi bulmuş gibi hissediyorum, aynı tepkiler, aynı düşünceler. Kendisi işte burada: http://epruli.blogspot.com/

Hayatta tesadüf diye bir şey yok. Kesinlikle yok. Yoksa var mı? Bak takıldım şimdi.

SON PİŞMANLIK NEYE YARAR

Her şeyin bedeli var, buraya kadar diyerek devam ediyorum. Bu aslında Türkçe sözlü hafif müzik türüne ait bir şarkıdır. Asya adında ölü balıkgözlü bir kadın söylüyordu. Hiç unutmam acayip bir de video klibi vardı. Yaşadığım olaylardan sonra, durumu anlatan şarkılar söylemeyi çok severim. Yaşadığım olay pişmanlık vericiyse son pişmanlığı, kendimi kötü hissediyorsam beni bırakın bu caddelerde, yıkılan eski meyhanelerde, biraz daha kötü hissediyorsam atın beni denizlere, eğer çok çok kötüysem, yoğun kırmızıları yaşıyorsam bu akşam ölürüm beni kimse tutamazdan oluşan muazzam bir şarkı listem var. Evet, bahsi geçen çoğu şarkının son derece nahoş olduğunu biliyorum fakat bu şarkılar yaşadığım olaylar ile o kadar uyuşuyor ki, nefret etsem de şarkı listesinden atamıyorum.

Pişmanım, kabul etmem gerekirse pişmanım. Çok sıkıldığım, ofladığım, sevmediğim işi bıraktığım ve evime binlerce saat uzaklıkta kötü bir yerde çalıştığım için pişmanım. Tüm o şarkılar da bu yüzden. Yoksa saatlerce Kral Tv karşısında oturan biri değilim.

İşi sevmedim. Ne yapacağımı da bilemiyorum, yani bir bakıma bilemiyorum. Biraz zaman diyorum kendime. Biraz süre tanımalıyım ama ondan da emin değilim.

YENİ BİR İŞ, YENİ BİR BEN YENİ BİR İŞ, YENİ BİR BEN

Yeni bir iş bulmadan, işten ayrılamam dedim kendime. Yeni, daha iyi yerler aradım. Sonunda buldum dedim. Görüşmeye gittiğim ajansın sahibi öyle iyi ve sevimli gözüktü ki gözüme bu iş oldu dedim. Aradığım ajansı buldum. İşe kabul edildiğime dair telefon geldikten sonra, patronuma işten ayrılacağımı söyledim. Neden, memnun değil misin, kal diye tepkiler beklerken pekâlâ muhasebeye uğra o zaman dedi bana. Aslında biraz üzülüyorum. Kendi isteğimle bile olsa, ayrılıkları sevmiyorum. Sessiz sedasız ayrılmayı seven biriyim ben. Çaktırmadan, fark ettirmeden kaybolmayı seviyorum. Yokluğum anlaşılmasın. Arkamdan konuşulmasın.
Pazartesi günü yeni bir ajansta yeni işime başlıyorum. Ne muazzam.

Pazartesi sabahı, korkunç bir karın ağrısı ile uyanıyorum. Aman yarabbi, bu ne ağrı böyle. Öleceğim sanrım. Yerçekimine karşı koyamıyorum. Kadın olmak ne zor iş. Yeni bir başlangıç yapmak üzeresin, yeni işinin ilk günü, sabah korkunç bir ağrı ile uyanıyorsun. Dolayısı ile işe gidemiyorsun. Ne sinir bozucu bir şey.
Salı günü ağrı biraz daha azalmış. Yeni işime gitmek için sabırsızlanıyorum. Her şey çok güzel olacak. Yeni bir işim olacak, Asiye ile aram düzeldi, Serkan ile ilişkim muazzam. Her şey dört dörtlük. Neşe içinde uyanıyorum. Giyiniyorum evden çıkıyorum. Beşiktaş’tan otobüse bineceğim. Yol biraz uzun mu ne, yok yok sinirimi bozmaya, keyfimi kaçırmaya gerek yok. Evet, uzak ama olsun böyle olmasını ben istedim. Evden uzak olsun dedim. Daha rahat ederim dedim.

ODALARDA IŞIKSIZIM, KİLİTLİYİM.

“Kilitleme o kapıyı kızım, kalırsın içeride”.

“Bir şey olmaz anne, hadi yat uyu”. Çat, pat. Kilit sesi.

Odamın kapısını kilitlerken, sabah kapının açılmayacağını nasıl tahmin edebilirdim ki. Kilitli kaldım, hem de kendi odamda. Annemin ikazlarına kulak asmadım. Odamın kapısını kilitledim ve sabah bir sürprizle karşılaştım. Odamda kilitli kaldım. Ne muazzam bir duygu olduğunu anlatmam mümkün değil. Bir gece önce, sinirli bir şekilde yatıyorsunuz, sabah sevmediğiniz bir işe gitmek üzere uyanıyorsunuz, son derece sıkıcı giysilerinizi giyiyorsunuz, karnınız deli gibi acıkmış ama yemek yemeye vaktiniz yok çünkü her zamanki gibi geç kalmışsınız, kapıyı açmaya çalışıyorsunuz, kapı açılmıyor. Bırakın açılmasını anahtar dönmüyor bile. Çat, çat cama vuruyorum. “Anne, odada kaldım, gel beni kurtar”. Ne komik bir olay. Anneniz merdivenleri ikişer ikişer çıkar, karşınıza geçer, nanik işareti yapar ve “Sana kilitleme demiştim, ne yapacağız şimdi” der. Birden aklınıza bir fikir gelir. Kapının camını kırmak. Kendinizi McGuyver dizisinde gibi hissederek, kapıyı açmaya çalışırsınız, çekil bebeğim cam gelmesin bakışlarıyla annenizi uyarır, tam cama bir şey fırlatmak üzereyken, “Aman evladım ne yapıyorsun, bırak bekle” lafını duyarsınız annenizden. İş arkadaşınıza büyük ihtimal hayatında alabileceği en komik ve en tuhaf mesajı gönderirsiniz “Odamda kilitli kaldım, geç kalacağım”, beklemeye başlarsınız. Gününüzün ne kadar da harika başladığını, kim bilir o gün boyunca daha ne muazzam olaylar yaşayacağınızı düşünmeye başlarsınız. İnsanın kendi odasında kilitli kalması, annenizin yardım getirmeye komşuya gitmesi, 10 dakikadan az bir süre ama bu süre içersinde kendinizi öyle çok sorguluyorsunuz ki, sorgu amiri olsanız akşama gelip madalyanızı takarlar.

Kaba sakal olarak adlandırdığım komşumuz, elinde bir alet çantası ile merdivenleri çıkıyor, arkasında annem aynı yüz ifadesiyle; “Ben demiştim”.

Kapı açıldığı zaman annemin canavara dönüşmesinden korkuyorum. Kaba sakal amca, alet çantasından çıkarttığı aletlerle kapıyı açmaya çalışıyor ve mutlu son kapı açılıyor. Gömleğimin düğmelerini ilikliyor ve odadan çıktığım gibi yüzümü yıkamaya gidiyorum; bu bir rüyaydı diye kendimi kandırmaya çalışıyorum bir yandan da. Ama değil ve ben işe geç kaldım.

7 Kasım 2007 Çarşamba

Ta içimde bir yerlere yaptığım yolculuk

İnsanın kardeşi bildiği, aynı tabaktan yemek yediği, aynı yastıkta uyuduğu, çoğu kez kardeşim diye tanıştırdığı arkadaşı ile ortada hiçbir sebep yokken konuşmaması, soğudunu hissetmesi, artık iki farklı insan olduğunu anlaması çok kötü bir duyguymuş.

Eski günleri özledim. Asiye ve kızlar ile gözümden yaşlar gelene kadar güldüğüm, umursamaz olduğum eski güzel günleri özledim. Büyümek için bir şeyleri feda etmem gerekiyordu, yalnız başıma kalıp, hayatta ne istediğimi anlamam, kendimi bulmam gerekiyordu. Bu nedenle kızlarla görüşmek istemediğimi söyledim. İnsanın kendini tanıması, kendine dönmesi uzun zaman alabiliyor. Hepimiz farklı farklıyız. Milyonlarca insanın yaşadığı şu dünyada, hiç kimse bir diğerine benzemiyor. Kendimi bulmam, özümde kim olduğumu çözmem gerekiyordu, büyümem gerekiyordu. Ama gene de eski güzel günlerimi özlüyorum. Umutsuz değilim, pesimist de değilim. Geçen yıl ile kıyasladığımda kendimde büyük değişiklikler görüyorum. Artık ne yapmak istediğimi biliyorum, ne olmak istediğimi biliyorum.

Ben önemli biri olmak istiyorum. Başarılı olmak istiyorum. Nefes almak istiyorum. Sevdiğim mutlu olduğum işi yapmak istiyorum.

Ben kendim olmak istiyorum.