31 Aralık 2012 Pazartesi

365.gün

30 yaşıma basıp her şeyin aydınlandığı şahane bir yıl oldu 2012 benim için. Çok güldüm, çok ağladım, çok eğlendim, çok acaba mı dedim, ama pişman olmadım. Yaşadığım her şeyin arkasında durdum.

2012, 30'lara hoşgeldin dediğim yıl oldu! Sorular sorduğum, yeniden öğrendiğim bir yıl. Hediyesi, yağmurlu bir kasım akşamı geldi.

2013, herkes için ne isterse gerçekleştireceği cesareti getiren bir yıl olsun. 2013 kabuğunuzdan çıktığınız, korkaklıklarınızı arkanızda bıraktığınız bir yıl olsun. Üzülseniz, parçalansanız, yere düşseniz bile size omuz olan, eliniz olan, size kalbini veren insanları getiren bir yıl olsun. Bu hayat benim dediğiniz bir yıl olsun.

Bugün yani senenin son günü her yıl yaptığım gibi durum değerlendirmesi yapmayacağım. 2012 aşık olduğum, koştuğum, ağladığım, ama güldüğüm çok güldüğüm bir yıl oldu.  Öğrendiğim bir yıl oldu. Kendimi, kıymetimi, hayatın değerini öğrendiğim bir yıl oldu. 2012 şahaneydi, 2013 daha da olsun!


the dark days are gone, and the bright days are here!

let it shine! 


15 Kasım 2012 Perşembe

ben konuştuğumda tek kelime anlamayıp yüzüme mucizevi bir şekilde bakıyorsun ya, işte o çok hoşuma gidiyor.

ya da sen konuştuğunda tek kelime anlamayıp melloş melloş bakıp gülümsüyorum ya, işte o da çok hoşuma gidiyor.

çok kolay oldu.

tereyağından kıl çeker gibi.

önce biraz acıttı, kanattı.

sonra uyuştu.

acı geçti.

çok kolay oldu.

bir başka dünya olduğuna yemin edebilirim. karanlık dehlizlerden, kör kuyulardan çıkıp yeniden gökyüzüne kavuştuğum, bulutları görebildiğim yeni, bambaşka bir dünya var. buna yemin edebilirim.

dünyanın başka bir yerinde, istanbul'un kasım ayazında, çekik gözlerde başka bir dünya olduğuna yemin edebilirim.

uzun zamandır bir başkasının hikayesi gibi gözüken hayatım artık benim!

bu hayat benim!





11 Kasım 2012 Pazar

çay içtik.

yağmur yağıyordu, hava soğuktu, üşüdük, çay içtik.

metroda yanıma oturdu, kitabını çıkardı, okumaya başladı, benim de kulağımda kulaklıklar vardı.

önce ben sordum, sonra o sordu. sonra metro durdu.

yürüdük.

hava soğuktu.

yağmur yağyordu.

çay içtik.

güldük.

çok güldük.

o fransızca konuştu, ben dinledim.

ben konuşmaya çalıştım, o güldü.

gülünce ne de güzel kısıldı gözleri.

yine, yeniden.

kasımı ilk kez sevdim.

23 Ekim 2012 Salı

Bu blog anonim yorumlara izin vermiyor. Sözünü sakınmadan demek isteyen varsa şöyle alayım:

ediefinnerty@gmail.com

14 Ekim 2012 Pazar

"Ama ben mucizelere inanmak istiyorum" dedi. Siyah kalın çerçeveli gözlüklerinin ardından mavi yeşil gülümsüyordu. "Mucizeler onlara inanmaktan vazgeçtiğimiz zaman gerçekleşir" dedim, sigaramdan bir nefes aldım. Bir sene sonra sigaraya kaldığım yerden devam ediyordum. E. kızıyordu bu duruma, B. de öyle.
"Mucizeler olmaz" dedi, sonra "neden mutsuzsun" diye sordu. "Mutsuz muyum? Kim? Ben mi?" Müstehzi bir bakışla "alakası yok" dedim, "ben iyiyim". "Nerden çıktı bu hem" diye sordum."Parçalar" dedi. "Parçaları birleştirdim".

Sonra birden bir ışık yandı. "Tabi ya" dedim, parçalar. Hep orada olan, gözümün önünde duran parçalar. Önce bir tarih sonra bir söz, sonra bir söz ardından bir tarih daha, tık, tık, tık, bütün parçalar yerine oturdu. "Oh Jesus" diye haykırdım, Sacha işte buldum. Bu işe başlamamda Sacha'nın da parmağı vardı, Marlowe'u onun sayesinde tanımıştım. Sonra, sonra gittim görüştüm, kabul edildim. Yüksek deri koltuğun arkasındaki duvarda asılı 13 çerçeve aynı anda göz kırptı.

Parçaları birleştirdim, birbirlerine ekledim, çarptım, senden çıkardım, benimle böldüm. Sonra birkaç adım geri çekilip baktım, hımm işte bu, her şey yerli yerinde, olması gerektiği gibi. Kediler, köpekler, kurtlar, kuşlar, tırtıllar. Her şey olması gerektiği gibi işte.

Sonra bir sabah, şafak vaktinde kulaklarımın çınlaması ile uyandım. "Kimdir bana seslenen" dedim, "destur, kimsin bre melun göster yüzünü". Göstermedi korkak, süzüldü gitti. Nöbetçileri saldım arkasından, tacımı ve tahtımı almaya geldiğini itiraf ettirdim. Gülümsedim, "pasta ikram edin bu şapşala" dedim o ekmek arası bir şeyler istedi, bir bardak süt, bir tabak kuru pasta ve bir kese altın verdim, "bir daha tacımı elleme, tahtıma da gözünü dikme" dedim. Soyumun Deli İbrahim'e dayandığını bir kez daha hatırlattım. Sonra revaka çıktım, halkı selamladım, "şarz şarz" diye haykırdım, ayakta alkışlandım, kese kese altınlar dağıttım.

"Beni denize götürsene" dedim İ.ye. "Hava soğudu, Nilşeker Hatun kızar" dedi. Nilşeker Hatun bereketli elleri ile kek yaptı, İ. afiyetle yedi. Yıllar sonra İ.yi görmek bana iyi geldi.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

koliler, koliler, koliler. her yer koli ile dolu. büyük koliler, küçük koliler. koliler beni yediler. büyük balık küçük balığı bu sefer yiyemedi. bak sen şu allahın işine. heyhat! neler oluyor hayatta! bütün ev koli dolu. eşya üstüne eşya, koli üstüne koli, kolilerden bir kule oluncaya kadar koli. apartmana iskele kurulmuş, dış cephe yenileniyormuş. güne küçük emrah şarkıları ile başlamak, işte bunu seviyorum esteban.

bugün, bu sabah, bu öğlen a'yı görmeye gittim. a önemli biri.. a benim arkadaşım. a sevdiğimiz biri. bugün, bu sabah, bu öğlen a bana baktı, çok iyi görünüyorsun dedi, gülümsedim, çünkü uzun zaman sonra iyi hissediyordum gerçekten de. bir sigara yaktım. bir sene sonra sigaraya bıraktığım yerden devam ettim. içime çektim, başım döndü, ama iyi geldi. oh be a. dedim. nefes alıyorum.

doktor beni uyatmadı esteban biliyor musun? bana bir şans daha verdi. düzelir dedi, kendi haline bırakırsanız düzelir. kendi halime bıraktılar beni. şimdi uyuyorum, uyanıyorum, kahvaltı yapıyorum, yazıyorum, okuyorum, izliyorum. kahvaltımı hiç mi hiç aksatmıyorum. kahvaltı günün en önemli öğünü.

esteban, neler olmuş mu neler duydun mu? duymadın mı? bir kitapta mı yazacakmışım, bir proje mi beğenilmiş, bir proje mi istenmiş, bir rüya mı görmüşüm, bir yağmur mu başlamış bardaktan boşanırcasına, bir leylek sürüsü mü göç etmiş döne döne, bir kedi mi tırmalamış elimi, bir arkadaşım mı gelmiş ta uzak diyarlardan, bir eşyalar mı toplanmış sarı evden, bir gezmeye mi gidilmiş pederle, bir bebek mi sevilmiş, bir neler olmuş mu neler esteban. olmuş valla. neler olmuş. güzel şeyler, iyi şeyler bizim tarafta.

doktor beni uyutmadı esteban. ne güzel değil mi? bence harika, ya sence.

dolaplarımı topladım, çekmecelerimi düzelttim, eski sayılarımı yırttım, yaktım. ensemi yaktı saçlarım, saçlarımı topuz yaptım, toka başıma battı. dolaplarımı topladım, elbiselerimi katladım. valizim her daim hazır, kapının yanında, otobüs biletim cebimde. gel demeni bekliyorum esteban.

beni duydun mu esteban? iyi, iyi, çok iyi, çok güzel.

e'de kaldım geçen cuma esteban. e'nin kedisi safoş çok mu güzel çok mu afacan bir oğlan çocuğu. kedileri seviyorum esteban, kediler önemli hayvanlar. ilk kez kaldığın evde anahtarı koyarsan müstakbel eşini görürsün dedi e bana. anahtarı koydum. rüyamı gördüm. ne mi gördüm? beyaz bir araba, patika bir yol.

rüyalarda buluşalım mı esteban? söylesene martılar seni bana getirir mi?

buluşalım esteban.

eylül'de gel.



14 Ağustos 2012 Salı

esteban, alex'le konuştum, houston'ın dediğine göre sorun bendeymiş. sorun büyükmüş, sorun söyleyelimmiş, bu sefer bir büyük açtıracak kadar sorun varmış. bütün dünya sorunlardan oluşuyor, bütün dünya sorular üzerine kuruluyormuş ve sen esteban ne yapmak istersen yapabilirmişssin. çift s, söylemekte zorlanabilirsin diye yazıyorum.

esteban, doktor beni uyutmaya karar vermiş. ben odama kapanmışken anneme telefon açıp, kızınız iyileşmiyor, getirin uyutalım demiş, ben duydum, kulak misafiri oldum. bugün bir büyük bitirdik seni andık esteban. bugün o sokağın başında durdum esteban biliyor musun. şişli'den yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm, yollar bitmek bilmedi, ayakkabılarım ayağımı acıttı, küfür kafir yürüdüm, susadım bir de. çok su içiyorum bugünlerde esteban, susuz kalma demişti doktor. gerçi hoş, kurumuş kalmışım, ne gerek var.  valide-i muazza benimle doktora gelmek istiyormuş esteban, doktorun ona söylemek isteyeceği şeyler olabilirmiş, öyle diyor. sanırım ölmemden korkuyor. ne saçma değil mi? arkadaşlarım benim öleceğimden korkuyor, kendime bir şey yapmamdan. onlar endişe ediyor, ben gülümsüyorum. fark ettim de bana bir şey söylendiğinde ben buna inanmıyorsam gülümsüyorum, inanıyorsam da gülümsüyorum. ne saçma biriyim esteban.

neyse işte bugün çok yürüdüm, yürüdüm, yürüdü, yürüd, yürü, yür, yü, y. dere tepe düz gittim, az gittim uz gittim. yok ya o kadar da değil, alt tarafı şişli'den yürüdüm. sonra en sevdiğim peygamberin ismini taşıyan o meşhur sokağın başında durdum, yola baktım, 4 sene önceyi gördüm, ilk kez 4 sene evvel, bir meyhanenin merdivenlerinde gördüğüm lüle saçları gördüm. o sokakta gördüm. ben gördüm. o beni görmedi, beni kimse görmedi. o sokağa baktım, o'nun sokağına baktım, iyice baktım, araba geçti, kenara çekildim kenardan baktım, yolun ortasına geçtim, ortadan baktım, insanlar nereye bakıyor bu kız dediler, ben durdum, baktım. ulan dedim, hayat ne saçma dedim.o sokaktan yürümek istedim, ayaklarım geri geri gitti, durdum, sadece durdum, baktım. eğer öyle olmasaydı, başka türlü olacaktı dedim. ben başka ben olacaktım. olabilir miydim sence esteban? başka biri yani? insanlar değişir mi? bence değişmez esteban. doktorum değişir diyor, e değişir diyor, b değişir diyor. bence değişmez esteban. saçlarım uzuyor, gözümün altında kırışıklıklar oluyor ve daha aksi, daha mutsuz, daha merdumgiriz biri olarak değişiyorum ben eğer değişiyorsam. güncellenen ara yüzüm daha sevimsiz, daha tahammülsüz.

güncellenmek istemiyorum ben esteban. doktor beni uyutsun istiyorum. dünya beni ellemesin, dünya bana dokunmasın istiyorum. alex'le konuştum, sorun büyükmüş esteban. bir büyük açtık, yanında topik yedik.
hayata inanmak lazım demişti halit bey hayri bey'e. hayri bey acemaşirana inanıyordu. dünyaya inanman lazım dedi bana da doktor bey, ben tanpınar'a inanıyordum oysa ki. ve ihsan oktay'a, ve sabahattin ali'ye,  ve barış bıçakçı'ya, ve orhan veli'ye, ve ah muhsin'e, ve cansever'e, ve marcel'e, ve oscar'a, ve gabriel'e, ve latife'ye, ve orhan'a. ve ve ve ve...

tanrıya inanmıyorum ama bir güç var gibi yok gibi ne bileyim ben dedim doktora. sence bu kaç dedi iki yaparak parmaklarını, beş dedim. kandırdım, doktor yemedi, yemiş gibi yaptı. bana kendinden utanmalısın der gibi baktı. miş gibi yaptı. masuscuktan. küçükken vardı o değil mi? masuscuktan yaptım. büyüyünce masuscuktan yapamıyoruz, yapınca karşıdaki insanlar kırılıyor. insanız kırılıyoruz, insanız kırılırız. kırıla kırıla kırılacak yer kalmıyor. olsun yer olmasın ben ayaktada giderim.

bugün çok yürüdüm esteban, çok baktım, düşündüm. sonra bir büyük açtım. orhan'ı andım. orhan demişken orhan'ı yazmaya başladım. küçük küçük, kıyısından köşesinden, ucundan bucağından başladım. doktora söyledim. doktor doktor dedim, ben orhan'ı yazıyorum dedim. yaz kızım dedi. yaz kızım, davalının beraatine karar verildi.

doktor beni uyutacak esteban öyle demiş, uyuyacağız, büyüyeceğiz. validem gelip bana ninni söyleyecek. ben iç çeke çeke ağlayacağım. küçükken olduğu gibi, sokağa bakarken olduğu gibi.

hayır ağlamıyorum esteban, saçmalama. gözüme toz kaçtı. tozuma göz kaçtı. 


20 Temmuz 2012 Cuma

kırk tilkiyle şu beynimde.

oryantal

estebannnnn!! estebannn! nerdesin bre melun! hiç ses veriyor mu bak şuna!

insanı zorla sinirlendiriyorlar esteban. evet sinirim sana esteban. adını iki kere söyletmeyeceksin. anlaşıldı mı esteban? şimdi git bana o aptalın kellesini getir. sallanma! daha yapmam gereken yüzlerce iş var! kelimeleri gırtlağına sok, gerekirse gözlerini çıkart. neyi nasıl yaptığın beni alakadar etmiyor. komut veriyorum "yap". anlamadıysan ingilizce söyleyeyim "do".

yıkıl melun!

soyum deli ibrahim'e dayanır, bilenler bilmeyenlere anlatsın. annem nilşeker sultan, bir nevi valide - i muazzama olarak kösem sultan'dan hallicedir. balıklara ve kedilere mama niyetine altın saçma, davul zurna çaldırma, sokaklara klima kurdurmayı seviyorum. böyle biriyim, böyle kabul edin.

kistlerime ve kitleme dayanarak ve de deli ibrahim'e uzanan soyumdan gaz alarak tiz vurun kellesini dediğim zat-ı gerizekalılarla dolu etraf. bre esteban, koş bana altıpatlarımı getir. geyik avına çıkacağız, kelle uçuracağız. yağmur olup yağacağız, rüzgar olup eseceğiz, küçük zelzeleler bizim eserimiz olacak. nero büyük büyük babamdı.

onu bunu bırak da esteban, ne olucak bu kistler ve kitle? kitle iletişim aracı? değil tabi ki. bu kitle başka kitle.mr'ı da çektirdik hadi bakalım. cümle istanbul ve memintolar. istanbul koca memeli bir kadın. ben yanında küçücük kalıyorum. ağlıyorum, sızlıyorum. yaz günlerinde ağlamak çekilmiyor. arkadaşlarım teker teker evleniyor. ayakkabılarının altlarına ismimi yazıyorlar.

ben seni arayamıyorum, zaten arasam da meşgule veriyorsun, o yüzden arayamıyorum. ben sana düzenli olarak telefon ediyorum, yani edemiyorum, hayallerde yaşıyor bazı kimseler, dokunmayın. doktor beni ellemesin, doktor bana dokunmasın. aa pardon yeteri kadar doktor beni elledi ama. şimdi onu bunu bırak da, sende bana ait bir ciğer var. onu nasıl yapsak? he söyle, nasıl yapsak?  neyse şu an düşünesim yok, belki sonra.

e'nin taşındığını söyledim mi sana esteban? taşındı. artık burada. keşke yanımda olsa dediğim insanlar var esteban. özlediğim insanlar var. özlem çok pis bir şey esteban. böyle için sızlıyor, ulan diyorsun atlayayım otobüse, uçağa, gemiye ne zıkkımsa gideyim, çalayım kapısını ben geldim oğlun hayırsızın diyeyim, ama olmaz yani olur da olmaz. bilemedim şimdi, bunun üzerine de bir ara düşünmem lazım.

çok düşünceli gördün sanırım beni esteban. minel aşk ve minel garaib esteban. bunun dövmesini yaptırmayı düşündüğüm zamanlar oldu, hatta eğer bir gün bir kızım olursa adını minel koymayı düşündüğüm oldu. minel ne güzel isim. den, dan eki aslında ama olsun minel, söylenişi güzel.  ne diyordum esteban, unuttum. yalnız serzenişte olman dikkatimi çekmedi değil, sanal serzeniş mi? efenim anlayamadım? seni bırakayım mı? of esteban, yine mi aynı şey? sıkılmadın mı esteban aynı şeylerden? gerçekten yani, gerçekten sıkılmadın mı? her iki ayda bir dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylemekten, yapmaktan. oryantalden bıkmadın mı, aynı telden sıkılmadın mı esteban? titre ve kendine gel esteban. bir denize mi girersin, duş mu alırsın bilemem ama estebancığım c'est suffit.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

arkadaşlar iyidir.

e'ye ev bulduk. bu hafta artık taşınıyor. insan isteyince oluyormuş değil mi diyor bana e bakıp bakıp. negatlıktan vazgeç artık, güneş yakında bir başka doğacak diyor. gülüyorum. ben zaten çoğu şeye gülüyorum. ama bu aralar değil. bu aralar hüsnü'ler geldi. hüsnü kuruntu çok sevdiğimiz bir aile dostumuzdur. e'nin evi bana çok yakın, bir dolmuş pırt ordayım, bir dolmuş pırt  bende. onun artık yakında olmasına seviniyorum esteban. çünkü insan arkadaşını, sevdiğini, dostunu, kardeşini yakınında isteyebiliyor. bu doğal. mesela elf londra'ya gittiğinde aylarca boğazımda bir düğümle dolaşmıştım. sonra o düğüm çözülmüştü. sonra bir başka olayda ki olayı burda anlatacak değilim esteban bu kadar meraklı olma. biliyorum meraklı bir kedisin ama çok merak iyi olmayabiliyor, hayır inatçı bir keçi de olma esteban, keçi sütü güzel ama keçi olma esteban, illa bir hayvan olmak zorunda değilsin esteban. istirham ederim bölme beni. evet ne diyordum, laf kaynadı.  heh bir keresinde karnıma bir yumruk yemişim gibi hissediyordum. o yumruk günlerce geçmemişti. ben her karşıdan karşıya geçtiğimde dikkat etmemeye, yeşil ışıkta geçmemeye özen gösteriyordum. ben yaparım arada öyle, heyecan oluyor. ama sonra o yumruk da geçti. yani diyeceğim o ki esteban, mesafeler çözülebiliyor, isteyelim yapalım. gün güneşli, insanlar neşeli, verelim el ele dostluk ve sevgi yani esteban.

esteban biz buraya nerden geldik kuzum?

uzaklık, e'nin yakına taşınması filandı konumuz. evet esteban, taşınmadan geldik buraya. taşınma demişken eski ev yıkılmış esteban biliyor musun? aylar oldu sadece bir kere uzaktan gördüm kendisini. sokağa girmeye cesaret edemedim. edersem belki her şey değişir esteban. ben korkularımla yüzleşirim ve ben başka bir ben olurum, he esteban. tamam esteban kalkıyorum bu koltuktan, nerden aldık biz bunu pek rahatmış. insan birden böyle bir oh nasıl desem, rahatlama değil ne bileyim, çocukluğuma mı indim naaptım ben şimdi esteban.

esteban, ya da diğer adınla rıfkı, rıfkıcığım nasılsın? neler yapıyorsun? sormuyorum değil mi neler yaptığını, nasıl olduğunu hiç. sormuyorum evet, kötü biriyim sanırım az biraz. halbuki insan sormalı karşısındaki nasılsın, neler yapıyorsun, ne var ne yok. ara ara da sevdiklerine seni seviyorum demeli bence. bu önemli bir şey. dilimiz aşınmaz estebancığım, diyelim. seni seviyorum esteban. canım çok tatlısın.

ne diyordum? unuttum gene. kafa gitti bum bum bum. e. beni negatlıktan kurtarmaya çalışıyor, kurtarma demeyelim de bir nevi işte bırakma gibi. aklıma gelen her negatif düşüncede şarkı söylemeye başlıyorum. karşı taraf telefonu açmadı, ölmemiştir merak etme o sırada pırt şarkı giriyor devreye. bu iş nolucak, neden böyle oldu, düşünme edie pırt şarkı girsin, gel sezenciğim şöyle. güzel de oluyor bir repertuarım var ki sormayın. sesim pek mık mık ama olsun. idare eder ne sesler var arkadaş.

esteban, yine başladı sıcaklar. sıcaklar ve soğuklar başlayınca benim hava su muhabbetim başlıyor. çok sıcak, of, çok soğuk of. ne kadar sıkıcı biriyim mi acaba anlamadım ki ben şimdi kendimi. zaten anlasam şaşarım o da ayrı.

o değil de esteban, arkadaşlar iyidir biliyorsun değil mi? seni merak ederler, seni severler, salakça bir şey yapınca sana kızarlar, sen de onlara kızarsın, ben genelde küfür kafir biri olduğumdan dümdüz giderim, sonra dilimi ısırırım ve anlarım ki aslında dedikleri doğru. dediklerin doğru yani e. tamam uygulamaya geçiyorum.


esteban ya bir şey soracağım, güneş yağı kokusu gelmesi burnuma normal mi? snaps aralıklarım kireçlendi de ondan mı bütün bunlar? he ne diyorsun? soruversene doktora? doktor doktor, bileklerim şişiyor. ama o da bir şey mi, zaman zaman kalbim midemde atıyor, büyüyor büyüyor durduramıyoruz efendim. o sırada bir şarkı geliyor aklıma. zaten bu şarkılar olmasa halim harap.

işte böyle esteban. bende durumlar böyle.

saçlarım uzuyor. kestirmeye üşeniyorum. atalet mülkün temelidir diyorum, saçlarımı topuz yapıyorum. tek kulağım kepçe olmasına rağmen kötü durmuyor. bazen kalem takıyorum, sert haşin ve gaddar olduğumdan kafama batıyor. o da bir şey mi ayol, geçen elime makas saplanıyordu!

çok sakarım esteban çok. geçen sene de gözüme rimel sokmuştum. bu sene de makas saplıyordum. böyle az biraz saplandı hatta yani. ama kesilen bir yanım yok merak etme estebanım.

öyle işte, hadi kaçtım ben.

6 Temmuz 2012 Cuma

evler, kediler, kuşlar ve kahveler

e'ye ev baktık bugün, dün de baktık. sanırım bir tane bulduk, yakında taşınacak. e'nin bizim bu tarafa taşınmasına pek seviniyorum biliyor musun blog? bilmiyorsan artık öğrenmiş oldun. dün e ve b bize geldi, yemek yedik, sonra kahve içtik, pamuşka kızları görünce şımardı, gitti kucaklarına yattı. fazlasıyla bana benzeyen bir kedim var. hık demişiz birbirimizin burnundan düşmüşüz, üzüm üzüme kedi kediye baka baka kalır, billur tuz akar akar akar akar. bu sloganı kim bulduysa gerçekten tebrik ediyorum, ne zaman sıkılsam söylerim, akar akar akar. sonu yok, durduramıyoruz.

bugün ev baktıktan sonra s'ye gittik. gene kahve içtik, bu aralar fazla kahve içiyorum. paşabahçe'de çok güzel bir fincan beğendim, sanırım onu alacağım, dün de çok güzel bir elbise beğendim, bir de etek. onları da mı alsam acaba? ne dersin esteban? ne zaman bu almaların bitecek merak ediyorum ifadesi ile bakma bana lütfen, seni esefle kınıyorum. seninle tartışmıyorum esteban, tebliğ ediyorum. böyle biline. şimdi bana git o aptalın kellesini getir, önce timsahlara at, timsah yoksa aslanlara, o da olmadı kedilere filan at esteban uğraştırma beni, bütün bunları benim mi düşünmem lazım, bunlar senin işin esteban. çok sıkıcısın esteban biliyorsun değil mi? s'ye gitmeden önce kadıköy'de e'nin arkadaşına uğradık, kedileri sevdik. kediler güzel hayvanlar esteban. besle onları. süt verme hayır, kediye süt verilmez. kuşlar mı besleyeceksin? yuh esteban! iyice şaştın kendini! kuşlar sevdiğimiz hayvanlar. kedilerden sonra kuşlar var, sonra balıklar sonra da tavşanlar. benim küçükken tavşanım vardı, evde beslemesi zor oluyor, benim tavşaniko hastalanıp erkenden vefat etmişti, çok üzülmüştüm, ağlamıştım. balıkları öldüğünde cenaze töreni düzenleyen bir çocuktum ben. evin arka bahçesi bir nevi balık mezarlığı. ay şimdi aklıma hayvan mezarlığı geldi. bak ben o filmden gerçekten korkarım. o küççük çocuk filan, elinde neşter töbe bismillah! ay ay aklıma geldi de şimdi! ziggy ile seyretmiştik de yeminlen evde birbirimize "şimdi sıçtık kızım" bakışımızı fırlatmıştık.ulan nerden geldi aklıma gece gece bu film! of sus esteban!

cadde üzerinde bir evde oturmanın nasıl olduğunu merak ederdim, gayet boktanmış. sokak denen şeyi özledim. eskiden ne güzel sokağım vardı, sokağımız. kafamda havluyla çıkardım be dışarı! kimse dönüp bakmazdı, ne baksınlar 23 senedir aynı sokakta oturuyorsun. neredeyse kıçımda bezle dolaştığım halimi bilecekler, tamam abartttım bez değil ama kısa pantol diyelim. şimdi bu caddede çıksam kafamda havluyla yemin ederim 2 dakkaya ambulans gelir, ağzını açamadan giydirir deli gömleğini. halbuki insan çıkabilmeli havluyla ne var canım bunda. kuaför iki adım yer, gidemez miyim, kaç kere ayağımda kuaförlerin kağıt terlikleriyle döndüm eve! peh! o sokak bir konuşsa zaten var ya hayatım roman!

öyle şeyler var di mi? hayatım roman! yazsam film olur! yaz canım o zaman! mesela benim bir şeyler yazdığımı bilenler bana arada şöyle yapıyor, ne yazıyorsun bu aralar? hiç işte onu bunu. he iyi gel bana ben sana hayatımı anlatayım. niye canım bir zamanlar anadolu'da mısın? nesin yani? olayımız nedir? ne anlatabilirsin bana bu kadar enteresan?

hepimizin hayatı birbirinin aynısı. gerçekten bak gözlemle esteban. ne dediğimi anlayacaksın. biri boksa diğeri kaka yani. bence olay bu. ya da ben negatlıktan öleceğim. e bana negat diyor. negatifi kısaltmış. ben de ona eksi sonsuzum ben dedim. eksi sonsuzdan artı sonsuza doğru giden otobüsümüzde karşımıza inekler çıkabilir esteban. evet saçmaladığımın farkındayım ve bu hoşuma gidiyor esteban.

neyse esteban, ben yatıyorum, seni de öpüyorum. evet farkındayım esteban, yazının sonu böyle kaldı havada. olsun. he bir de esteban bana öyle bakıp durma, gerçekten sinirleniyorum. hem sen ne diye izliyorsun beni? yapacak işin yok mu senin? ne bileyim git ütü filan yap. dolanma ayağımın altında. he bir de dur dur iki dakka, öyle izlemekle olmuyor esteban, bunu da bil yani.

tamam şimdi çekilebilirsin esteban. sana rıfkı mı desem acaba? rıfkı fena olmadı sanki he? neyse esteban, öyle sağdan sağdan bakma bana. ve de evet esteban, bütün o yazılar bana yazıldı. şimdi rahatladın mı?

şimdi çekilebilirsin esteban. tıpış!

he bir de esteban, git bana çay demle! sütlü olsun! sevdiğim gibi olmazsa soracağım! 

4 Temmuz 2012 Çarşamba

iyi şeyler bu tarafta.

iyi şeyler bizim tarafta.

bazı şarkılar çok güzel. e bizim tarafa taşınıyor. ev bakıyoruz ona. pencereme kuşlar konuyor, bebek kuşlar.ekmek kırıntısı veriyorum, yiyorlar, sonra gidiyorlar, sonra yine geliyorlar.

sabahları odama güneş ışığı doluyor. güneş gözlerimi yakmayı çok seviyor. uyku gözlüğü taktığımı görsen ne derdin acaba? acaba bana güler miydin? evet şu audrey hepburn'un taktığından. ışıkları kapatır mısın?

biri saçlarımı toplasın, tarasın, kurutsun. rapunzalisyon, durduramıyoruz. evet benim saçım varmış. rüyamda kucağımda bir erkek bebekle zombilerin arasındaydım. bebek zombi değildi hayır. zombilerden kurtulmaya çalışıyordum. temmuz olunca rüyalarım daha bir saçmalıyor. geçen hafta rüyamda bir arkadaşım eski model bir amerikan arabası kullanıyordu ve beni kilisenin papazı bile tanıştırıyordu. rüya bu ya papaz da joshua jackson'dı, kendisi benimle evlenmek istiyordu ve babamı ikna etmeye çalışıyordu.

ah muhsin'i çok seviyorum, onur ünlü sevdiğimiz bir abimiz. yeni dizisi geliyor duydun mu? arkadaşlarımın dizileri var, kitapları var. ya senin? benim bir şeyim yok. kedim var, yetmez mi? bence yeter. pamuşka dünyaya bedel. pembe patilerini sevdiğimin.

iyi şeyler bizim tarafta.

yeni bir şey yazdım, çok güzel oldu. ne yazdın? söylemem. ben bazen biraz ketumum. canım istediği kadar. bazen anlatırım, bazen anlatmam. keyfimin kahyası mısın? mısınız, sınız?

bugün b. ile kadıköy'e gittik, çocuk kitaplarına baktık.sonra e geldi, kahve içtik, e bize fal baktı. söyledim değil mi? e bizim tarafa taşınıyor. b'nin de yeni bir işi olacak yakında. ben b ile tatile gittim, denize girdim, bisiklete bile bindim ooo oğlumm!

güzel şeyler bu tarafta.

peki ya sen? ya ben? ben de bir şey yok. var gibi ama yok gibi de. ne bileyim ben. 

"biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok. annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum. modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum." bunu ben demiyorum, muhsin diyor, ben okuyorum. sonra izliyorum, bazen de yazıyorum, en çok dinliyorum ama.

bazı şarkılar çok güzel. bazı şarkıları kim söylerse söylesin, hissettirdikleri değişmiyor. mehmet erdem bir harmanım bu akşam'ı söylemiş mesela, ben dinledim, gene ağladım. bazen bazı şarkılar beni ağlatıyor esteban. ne fena değil mi hafıza denen şey esteban! benim arada sırada feleğim şaşıyor, böyle bir, merhaba canım kafan çok güzel, cunda çok güzel yine gelecek ben diyorum. olsun be esteban. iyi şeyler oluyor bu tarafta.

"hadi çay koy da içelim"

sahi, biz seninle ne zaman içeceğiz?








3 Temmuz 2012 Salı

"intikam soğuk yenen bir yemektir.
tıpkı zeytinyağlı yemekler gibi.
nasıl ki barbunya pilakisini sıcak yemek, pilakiye saygısızlıksa intikam da aynen soğuk yenmelidir."

26 Haziran 2012 Salı

Kısa bır mola. Sigaramızdan bır nefes alıp, biraz ara veriyoruz. Merhaba dünyali, ben dostum, ben lostum. Lost adasına düşsem yanıma bir şey almam, güneş koruma kremi alırım sadece. Güneşe alerjim var, çabuk kızarıyorum, biliyor musun? Nerdeyim ben? Burdayım, a burdasın işte.

Orası neresi?

Alo alo burası alo garanti.

Burası Hogsmade.

Köy bakkallarının kokusu bile farklı, zaman zaman insan gitmeli. Burası Kore Şehitleri Caddesi, o Kore degil Kıbrıs.

Merhaba, ben Benjamin Linus. I always have a plan.

Keske bır uçağım olsa. Babamin bır atı olsa, binse de gelse.

Bize gelsene? Çay demlerim iceriz. Neredeyim ben?

 Burada her yer deniz, güneş.

Arkası kaz dagları. Önüm zeytin ağaçları.

Deniz çok güzel gelsene.

13 Haziran 2012 Çarşamba

edie'ye hayatın bir şölen olduğunu hatırlatan şeylerin üstünkörü yapılmış bir listesi;

franny ve zooey: franny glass! franny'nin paltosundan çıktım.

the beatles'dan revolver albümü özellikle de tomorrow never knows şarkısı.

beethoven'in 7.senfosinin 2. kısmı

ergin inan'ın ve cihat burak'ın resimleri.

raymond chandler'ın philip marlowe'u.

bored to death'in ve sherlock'un bütün bölümleri.

nestle damak ve milka çilekli çikolata.

çikolata ve çilekli dondurma.

ah muhsin ünlü şiirleri.

barış bıçakçı'nın romanları, ayrım yapamam hayır yapamam.

tiffany'de kahvaltı ve adrey hepburn'un siyah elbisesi.

jamie cullum ve imogen heap.

atlas ve focus dergisinin 90'lara ait sayıları.

alper canıgüz'ün romanları, bunları da ayıramam, biraz olcayto fişek, biraz musa, biraz alper kamu.

murat menteş'in garanti karantina'sı ve dublörün dilemması.

godard'ın ilk dönem filmleri, özellikle de a bout de souffle.

jean seberg'in kısacık oğlan çocuğu saçları.

amelie'nin son sahnesi.

annie hall, özellikle de kıyafetleri, nevrotik halleri, simit şeklindeki topuzu.

fincanın etrafı yeşil, evlerinin önü mersin, aman avcı türküleri.

manastır'ın ortasında var bir havuz, aman havuz, memleket türküsü.

kars'ın kalesi, kazları.

orhan gencebay'ın aklım takıldı'sı.

reha erdem filmleri.

yavuz turgul filmleri.

gölge oyunu, şener şen'in abidin'i. 

yeditepe istanbul'un bütün bölümleri.



Cemil’e hayatın bir şölen olduğunu hissettiren şeylerin üstünkörü yapılmış bir listesi:

Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway romanı.
John Cheever’ın öyküsünden uyarlama: Yüzücü. Frank Perry yönetmiş, Burt Lancaster oynuyor.
Joshua Logan’ın Piknik filmi. Kim Novak ve William Holden başrollerde.
Seymour Glass: Ah! Edebi bir kahraman.
Charlie Haden ve Carla Bley’den The Ballad of the Fallen: Düşenin dostu olmaz şarkısı, şiiri olur.
Patrice Leconte’un Monsieur Hire filmi. Michel Blanc başrolde.
Ezginin Günlüğü’nün Bahçedeki Sandal albümü.
Mehmet Günsür’ün Hırça Mapası öyküsü.
Ali Osman Coşkun’un resimleri.
Raymond Carver’ın öyküleri, hepsi.
Nazlı’nın Palamutbükü’ne doğru yürürken söylediği Yeşil Ayna türküsü.
Melihat Gülses’ten Kapıldım Gidiyorum.
Pars Tuğlacı’nın Okyanus ansiklopedik sözlüğü.
Wynton Marsalis’in The Majesty of the Blues albümü.
Henri Rousseau’nun resimleri. Gümrükçü Rousseau.
Led Zeppelin’den The Battle of Evermore ve diğerleri.
Italo Calvino’dan Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler.
Julio Cortazar’ın Oyunun Sonu adlı öyküsü. Yani, heykeller ve duruşlar.
Stevie Smith’in El Sallamıyordum, Boğuluyordum adlı şiiri; Cevat Çapan çevirisi.

4 Haziran 2012 Pazartesi

394


394. post

Birkaç dakika sonra 30 olmanın verdiği meymenetsizlikle yazıyorum bu postu. Oldukça karışığım, dağınım, sarsağım. Sıklıkla kendimi Jonathan Ames veyahut Gizliajans'ın Musa'sına benzetiyorum. Melloş tavırlar, sürekli bir dağınıklık, bir kıç toparlamaya çalışma hali.

30'a dakikalar kala oldukça sikko bir yazı yazdığımın farkındayım, ama bu durum zerre umrumda değil. Umrumda değil deyince aklıma futursuz geldi, çok severim ben o kelimeyi. Futursuz filan diyerek az önce kullandığım sikko kelimesinin ki kendisini yineledim, üstünü kapama çalıştım. Ya da çalışmadım bilmiyorum.

394. post.

Şu an 30 oldum.

15 Mayıs 2012 Salı

aksine

sanılanın aksine renkli biri değilim ben. ya çok beyazım ya da çok siyah. renkli olan tek şey ojelerim ve göz kalemlerim.

10 Mayıs 2012 Perşembe

6 Mayıs 2012 Pazar

olabilirim

bugün pazar. pazarları geç kalkarım, gerçi çoğu zaman geç kalkarım, bundan dolayı çoğunlukla geç kalırım. sana geç kalışımın nedenide bu. pazarları hiç sevmem. böyle bir film var biliyor musun? melisa sözen oynuyor. çok güzel kadın, hatta benden bile daha güzel. gördüm de biliyorum. böyle zarif, incenik, çiçek gibi, kuş gibi, biblo gibi.

bugünlerde etraftan güzel laflar işitiyorum. hollywood yıldızı, barbie, tavus kuşu, biblo, papatya, kuş.

bugün diğer pazarlar gibi geç kalkmadım, erken uyandım. erken uyandığını düşünerek sana telefon açtım.
BEN SANA DÜZENLİ OLARAK TELEFON EDİYORUM. Bunu ben yapmıyorum Ah Muhsin yapıyor, gidiyorum bu diyor bir de.

birleşmemiz radikal oldu ve ben kan verdim. kan grubum sıfır pozitif. çok pozitif biriyim. doğum günüm 4 haziran, burcum ikizler, yükselenim aslan. aslan gibiyim, kükrerim. göstermem ama çok severim.

geçtiğimiz hafta pazar bendeniz buralardan uzakta bir dağ köyünde, zeus'un sunağına gitmiş, oralarda tavukları kovalamış, kuzuların peşinden koşturmuş olabilirim. geçtiğimiz hafta cumartesi ben zeytin gözlere bakmış olabilirim. geçtiğimiz hafta pazar sabahı orhan gencebay şarkısı ile uyanmış olabilirim. bütün bunları yapmış olabilirim.

o çiçeğin adı zakkum ve saat 12.38.




18 Nisan 2012 Çarşamba

-güdümlü anne terliği bulunur-

yazılarımda seni terkip ediyorum.

terkibi bend. ziya paşa'nın terkibi bend'i vardır, bilir misin? 19. yüzyılda yazılmıştır ve ben en çok 4. kısmını severim.

sana saatlerce saçma sorular sorarak konuşturmak istiyorum ve bana aşık olduğuna inanmak istiyorum. cümlesindeki dilbilgisi hatasını bulunuz. ben buldum bile örtmenim.

yazılarımda seni terkip etmek istiyorum. dilbilgisinde hata yapıyorum. cümlelerim düşük. tansiyonum da düşüyor ama.

gözlerine bakarsam dünya değişir, biz değişiriz diyorum. buna inanmak istiyorum.

bugünlerde ben sıklıkla inanmak istiyorum.

beni inandırsana.

ben seni konuşturayım, sen de beni inandır.

yanımda olursan, dünya daha yaşanabilir bir yer olabilir bence. yanımda olursan, değirmenleri yenebilirim bence.

bisiklet resmi çizdim, sen de bana bir koyun resmi çizer misin?

koyun çiçeği yemesin, lütfen.

beni haftasonları da sevsene.
kafama şöyle sert bir cisimle vursanız da, bayılsam. kendime geldiğimde başka bir zamanda, başka bir mekanda kendimi bulsam.

6 sene önce bir gün karın ağrısından ölürken, ağrı kesicileri çifter çifter almışken, if istanbul'da bir filme gitmiştim. hay bin bok, gitmesem mi gitsem mi diye mızıldanıp aman uyurum en fazla demiştim. bilekkesenler: bir aşk hikayesiydi filmin adı. ben hayattan her zaman ki gibi nefret ediyordum, her zamankinden daha fazla merdümgirizdim.

gittim gördüm döndüm. zia çok aşıktı, sevgilisi onu terk edince hayatın daha da anlamsızlaştığını görüp öldürüyordu kendini. gözlerini başka bir yerde açıyordu sonra. aynı burası gibi, daha da sıkıcı. sıcak, kurak, renksiz, kimsenin gülümseyemediği bir yer. bence buradan farkı yok. sonra mikal'i görüyordu. oraya yanlışlıkla geldiğini söylüyordu beyaz kıyafetli görevlileri arıyordu. mikal zia ile beraber yola çıktı. zia oraya geldiğine emin olduğu sevgilisini arıyordu.

zia mikal'a aşık oldu, mikal zia'ya aşık oldu. hayat burası kadar kötüydü. zia uğruna öldüğü sevgilisini buldu, artık ona aşık olmadığını gördü. mikal görevlilere derdini anlattı, oradan uzaklaştı. zia bekledi, mikal gelecek diye bekledi. mikal gittikten sonra orası daha da berbatlaştı. zia arabanın ön koltuğundaki kara deliğe düşürdüğü kasedi almak isterken düştü. gözlerini açtığında başka bir yerdeydi, yanında mikal vardı.

kafama şöyle sert bir cisimle vursanız da, bayılsam. kendime geldiğimde senin yanında olsam.




şu an burada olsaydın, dizlerine kapanabilirdim.

9 Nisan 2012 Pazartesi

"bizim uslanmaz ruhlarımız
hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru…
iki sevgili yanyana oturarak
uzun süre hiç konuşmadan
yani kumrulaşabilinir mi?"


lale müldür

7 Nisan 2012 Cumartesi

heyecandan

heyecandan dili damağına yapışmak,
heyecandan elleri karıncalanmak,
heyecandan avuçları terlemek,
heyecandan kalbi ağzına gelmek.
bunların hepsi heyecandan.
heyecandan karnı ağrımak,
heyecandan ne yapacağını bilememek.
heyecandan ağlayacak gibi olmak.
heyecandan sesi kısılmak,
heyecandan sesi ördek gibi çıkmak.

2 vakte kadar 3, 3 vakte kadar 4.

bugün cumartesi, sinemaya gittim. mutluluğa boya beni. boyandım çıktım.

bu savaş benim savaşım değil dedim, nesi var diye soranlara çok aşığım dedim.

pır pır

mır mır

1 Nisan 2012 Pazar

Million Alyh Roz

Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Baştan uyarayım sevgili okuyucu burada köşeyi dönmekten kasıt, her hangi bir şans talih oyunundan bir anda zengin olmak değil. Eğer böyle olacağını düşünüyorsanız, lütfen şu an hemen burada okumayı bırakın ve başka bir şeyle ilgilenin. Ben baştan uyaran bir yazarım. Aslında yazar bile değilim. Ziyadesi ile çoğu zaman yazamadığımı düşünür ve de üzülürüm.

Evet ne diyordum. Evet hikayemiz. Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Hava mevsim normallerindeydi ama bana göre fazla sıcaktı. Sinemaya çıkan yokuşu yürürken keşke saçlarımı toplasaydım diye düşündüm. Saçlarımı açık bırakmıştım ve ensem yanıyordu. Saate baktım, geç kalmıştım. Güneş gözlerimi acıtıyordu. Birkaç gün önce sakarlığımdan ötürü gözümü zedelemiştim. Güneş gözlüklerimi taktım, artık Elwood Blues'un kızkardeşiydim.

Sinemanın önünde beni bekliyordu ve çok güzeldi. Onca kalabalığın içinde beni bekliyordu. Bu insanın her zaman göreceği bir güzellik değildi. Etrafına bakınması, duruşu, bekleyişi. Bir süre beni göremeyeceği bir yere saklanıp onu seyretmek istedim. Ama içimdeki ona kavuşma, sesini duyma isteğimi bastıramadım. Ona doğru yürüdüm, beni görünce elini salladı. Yanına vardığımda elini uzattı bense sarılmayı tercih ettim. Aniden sarılmam onu şaşırtmıştı. Nereye gidelim dedim, ben misafirim, sen götürüyorsun dedi. O an onunla ilk otobüse atlayıp kilometrelerce uzağa gitmek istedim ama onun yerine az ilerde çok güzel bir yer var oraya gidelim dedim. Yanımda yürürken benim kadar heyecanlıydı. Parfümünün kokusu tenine karışmıştı, ellerimiz birbirine çarpıyordu.

Ağaçların altındaki çay bahçesi kalabalıktı. Halinden bezmiş garsona çay söyledikten sonra hangimiz önce lafa başlasak diye sessiz kaldık bir süre, gülümsedik sonra. İşte karşımdaydı, kirpi saçları, yeni olduğu belli tshirtü, sakallarının kıvrımları, parmakları, gözleri. En çok gözleri. Yeşil zeytin gibi. Çayları getiren garsona "bu karşımda duran adamın gözlerine saatlerce bakmak istiyorum" demek istedim ama onun yerine çay için teşekkür ettim. Ben zaten hep böyleyim, söylemek istediklerimi hep sona saklarım. İyi mi yaparım kötü mü bilemem.

Güneşin gözümü acıttığını söyledim, gözlüklerimi taktım. Çıkarmamı istedi, çıkarttım. Ben ona baktım, o bana baktı. Durdum. Bir süre sonra oturduktan sonra yürüyelim dedim. Yürüdükçe yürümek istedim. Karşıdan karşıya geçerken elini tuttum, sonra heyecanlanıp bıraktım. Bir şeyler anlattım, güldürdüm. Saçma sorular sordum, konuşturdum. Annem aradı, eve ekmekle süt getirmemi istedi, çarşıya inelim mi dedim, olur dedi. Ekmek, süt, tereyağı aldım. Çarşı esnafına selam verdim. Yanımdaydı. Poşetleri taşırken az evvel aldığım ekmeği, sütü, tereyağı bizim için aldığımızı düşündüm. Keşke biraz sonra eve gitsek, sofrayı kurmama yardım etse, hatta salatayı yapsa diye içimden geçirirken birşeyler yemek istediğini söyledi. Akşam üzeri olmuştu, hava hala sıcaktı. Gözleri yeşil zeytin gibiydi.

Yeşil zeytin demişken, kahvaltı günün en önemli öğünüydü.

Saçlarım hala ensemi yakıyordu ama artık bunun pek önemi yoktu.

29 Mart 2012 Perşembe

"... bak mesela pencerenin önüne bir kuş konar ben seni severim, bir tren yolculuğunda pencereden dışarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait olduğunu çıkaramadığım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kuş sıçar ben yine seni severim... anlıyor musun beni?"

Musa, Ben, Sen, Biz, Siz, Onlar

"Ve ben artık mutsuz bir adamım.

Günler, haftalar, aylar akıp giderken, ben yaşamıyor da daha ziyade vakit geçiriyorum. Ortalık karardıktan sonra pencereden yıldızları izliyorum. Umut etmiyorum, kızmıyorum, üzülmüyorum. Sadece hatırlıyorum.

Kainat türlü biçimlerde kandırmaya çalışıyor beni. Bulutlar ilerliyor, bir ayyaş nara atıyor, bir araba acı acı klakson çalışyor, daldan bir yaprak düşüyor... Orada öyle sabit dururken her şey beni kimsenin umrunda olmadığıma, unutmayışımın bir anlam taşımadığına inandırmak için yarışa giriyor. Sabırla bekliyorum ki, bütün kozlarını oynasınlar. Ne olursa olsun duruyor duruyor duruyorum...Gece bir kez daha aşkım karşısında mağlup dağılırken, kuytu bir köşeden fırlayıveren bir kedi gülümsetiyor beni. Nihayet gölgelerin arasında bir sigara yakıyorum.İşte o an biliyorum ki, roller değişmiş ve şimdi yıldızlar beni izlemeye başlamıştır. Gidip yatağıma giriyor, başucumda duran Küçük Prens biblosuna bakıyorum.

Senden bana kalan her şey gibi kırık, ama asla atamayacağımı biliyorum."

Gizliajans- Alper Canıgüz

20 Mart 2012 Salı

öyle işte

nasılsın sorusuna bilmiyorum cevabı verdiğim bir dönemdeyim. bu bir veda yazısı değil ya da yeniden yazmaya başladım da değil. sadece bunu yazmak geldi içimden.

bazen dünyada herkesin normal, benim anormal olduğumu düşünüyorum. ya da belki herkes anormaldir de normal olan benimdir.

bilmiyorum.

bu aralar pek fazla bilmiyorum diyorum.

çünkü gerçekten bilmiyorum.

bildiğim dönemler gelir elbette.

güneş yeniden doğar, nergisler yeniden açar elbette.

elbette.

27 Şubat 2012 Pazartesi

başlık yok, konu da yok.


bir süre yokum, yazmak istemiyorum. bir daha yazar mıyım onu da bilmiyorum.

ciao...

20 Şubat 2012 Pazartesi

kelimeler




"fakat, allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? yok. peki albayım. ben de susarım o zaman. gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? sorarım size:"nasıl?" kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. küçük oyunlar istemiyorum albayım."

"kelimeler, albayım. bazı anlamlara gelmiyor."

19 Şubat 2012 Pazar

rüyalar

her gün
karışık rüyalar görürüm
sincâbi uykularda
hayaller belirir
kaybolur
aynalar görürüm
aynalarda rüyalar
bütün bahçeleri
kuşlarıyla
silinir
yüzler görünür
yüzlerde gözler
yanıp söner
hepsi bana bakar
bir şeyler konuşur
uyanıklığımı ayıramıyorum
uykulardan
karışık rüyalar içindeyim
ömrümün uykusunda
aynalardan beni çağıran kız
bir daha göründü
işaret ediyor
bitir rüyalarını da gel
diyor
en son gördüğün yüz
benim olsun
en son benim uykumda uyu
rüyaların sonu geliyor galiba
uyanılmaz uykulara dalmak istiyorum...

asaf halet çelebi

23 Ocak 2012 Pazartesi

koku

bir bebeğin kokusunu içine çektikten sonra, hayatın o kadar da kötü olacağını düşünmüyor insan.

20 Ocak 2012 Cuma

cümle alem

bazen çok sıkıldığımda şunu diyorum kendime: bu dünyada çok güzel cümleler ve o cümleleri yazan insanlar var, o kadar da kötü olamaz.

soğuk

ben yazın doğmuşum. hava haddinden fazla sıcak, istanbul her zaman ki gibi nemliymiş. yazın doğduğumdan mütevellit yazı severim ben. insanı kahreden, kendinden bezdiren o yapış yapış sıcaklarda zaman zaman söylenirim ama sıcak güzeldir derim.

ama aslında zaman zaman soğuğu da sevdiğim oluyor benim. evet bu aralar insanı kristalize eden bir soğuk var, her dışarı çıktığımda huysuzlanıp, mızmızlanıyorum ama bazen seviyorum soğuğu.

mesela bir zamanlar, evden çalışmadığım zamanlar, sabah işe gitmek üzere dışarı çıktığımda, yolda yürümeye başladığımda yüzüme çarpan o soğuk hava beni mutlu ederdi. burada di'li geçmiş zaman kullanımı gereksiz aslında o soğuk hava beni hala mutlu eder. sonra, sonra pencereden giren soğuk. bak bunu çok severim işte. dışarı bakarsın, sokak ıssız tıssız. sokağın köpeği tırıs tırıs yürüyor. bahçe kapısından bir kedi giriyor, akşam yaptığın karton yatağına kıvrılıyor. evlerin ışıkları sönük, herkes uyuyor. vampirler, baykuşlar ve ben uyanığım bir tek. sokağı izlerken pencerenin kenarından üfüren rüzgar kaloriferden yükselen sıcak havaya karışıyor. tek elin kaloriferin üzerinde, tek elin pencerenin kenarında. sıcak ve soğuk. yetmiyor pencereyi açıyorsun, hava lodos, ağaçlar eğiliyor, uzaklardan bir köpek sesi geliyor, rüzgar yüzünü yakıyor. burnunun ucu sızlıyor. lodosun arkası fena diyerek pencereyi kapatıyorsun.
burnunun ucu hala soğuk, ama farketmiyor çünkü zaten burnunda tütüyor.