25 Ağustos 2009 Salı

touche

it's a great way to make someone think they said something clever even if you don't mean it. if someone says to you, "why don't you go fuck yourself," you simply respond, "touche," and you're out of there.

"larry david"

18 Ağustos 2009 Salı

Sekizinci ayın onsekizinci günü

Bugün düşündüm de zaman ne tuhaf şey. Bekle bekle geçmez bir türlü, akşam yatarsın, sabah uyanırsın, işe gidersin, karnını doyurursun, ekrana bakarsan mal mal, hava kararır, zaman geçsin dersin. Beklenen gelsin, olacak olan olsun. Olmaz, zaman bir türlü geçmek bilmez. Ama sonra birden büyü bozulur, zaman öyle çabuk geçer ki, dur dersin, geçme dersin, dinlemez. Kulaklarını tıkar, dilini çıkartır sana, nanik yapar.

Ne yaparsan yap, durduramazsın bazen.

Sekizinci ayın onsekizinci günü bugün. Ne çabuk geçmiş zaman ve de ne kadar yavaş geçmiş. Ne tuhaf bir çelişki, geçsin demişim geçmemiş, geçmek bilmemiş. Geçmesin demişim, atlılar kovalamış peşinden.

Ne çok şey olmuş sekiz ayda. Gülmüşüm, ağlamışım, üzülmüşüm, sevinmişim, mutlu olmuşum, inancımı yitirmişim. Çok şey olmuş, çok da güzel olmuş.

Zaman dakikada 60 saniye, haftada 7 gün, yılda 52 hafta hızında ilerleyen belediye otobüsü demişti çok sevdiğim biri zamanında.

Bazen trafiğin tıkandığı, çok bilinmeyenli bir denklemin olduğu bir belediye otobüsü.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

yeni hayat


ne olduysa salı günü oldu. şalteri indirdim, kendimi dinledim, ne yapmam gerektiğini, ne olacağını. korkmadım, yapmam gerek dedim ve karar verdim. akşam patronla olan konuşma kararımı kesinleştirdi ve çarşamba sabahı ofise geldiğimde ilk iş eşyalarımı topladım, ardından da yazılarımı aldım. bir izin istemiştim oysa ki sadece yarım saatliğine vermedi ben de toptan bıraktım işi. evet güzel blog okuyucalarım bıraktım, daha fazla kendimi yemenin bana zarar vereceğini biliyordum, sadece bir adım atmam gerekiyordu ve çarşamba o adımı attım. yeni bir işe başlamıyorum, evet iş olmadan ayrıldım, ne kadar sürede iş bulurum bilmiyorum ama yapmam gereken birçok şey var onları biliyorum. yazmam gereken yeni öyküler var mesela. bir de güzel bir haber, prodüksiyon şirketi benden umudu kesmemiş yani hala yazmam gereken bir senaryo var.

bu ay sonuna kadar dururum diyordum ama baktım ki yok. olmuyor, hem deniz ve güneş yağı kokusu sabah uyanınca başlıyor burnuma gelmeye, tamamdır dedim. çarşamba günü o kiremit rengi binadan çıkınca güneş vardı havada ve de insanlar daha bir mutluydu sanki. belki ben çok mutluyum ondan her şeyi güzel görüyorum ama yeni bir hayat var önümde beni bekleyen. boşlukları doldurmaya başladım bile :))

Fotoğraf: zfhammer.blogspot.com

4 Ağustos 2009 Salı

gün güneşli, insanlar neşeli!

gene bayadır yazmamışım pek sevgili bloguma. ha soracak olursanız naaptın, ne ettin, tatile mi gittin diye yok hiçbir şey yapmadım. valla yapmadım. ne tatile gittim, ne de işi bıraktım. gerçi bu ay son ama :) evet pek sevgili blogum bu ay son. 8 ayın sonuna gelmiş bulunmaktayız. haa diyeceksiniz yeni iş var mı, görüştüm bi yerle ama bakalım, olursa olur güzel de olur ama olmazsa da olmaz! daha fazla sıkamıyacağım kendimi. zira güneş yağı ve deniz kokusu almaktayım 2 haftadır ki bu bende değişiklik sinyalidir. blogu belki okudunuz. 2 sene önce 2007'de de aynı durum baş göstermişti. sevmediğim salak bir işte çalışırken her sabah güneş yağı ve deniz kokusu duyardım. içlene içlene giderdim işe. bu aralar da aynı şey oluyor. mütamadiyen bir güneş yağı ve deniz kokusu- yolda yürürken bile yahu- geliyor burnuma. anlaşılan o ki bünye denizi istiyor, güneş istiyor, kum istiyor. bana hafiften hafiften yol göründü yani. değişiklik zamanı.

dün akşam odamda otururken, bir haftadır aynı sayfayı okumaya çalıştığımı farkettim. okuyamıyorum, uyuyakalıyorum ve de işin daha kötüsü bütün bir kış boyunca "gelsin, yaz gelsin" diye söylenip durduğum yaz bitiyor. ağustos geldi bile ve ben daha henüz dışarı çıkıp şöyle tünel'e doğru yürüyemedim. terasta oturup kitabımı okuyamadım. bu mu lan hayat diye bağırasım var feci. ama sinirli değilim, yok valla değilim. şimdi dönüp bakıyorum da geçen zamana, geçen 8 aya, değişen nedir bende diye, çok şey değişti. çok şey öğrendim. belki çalıştığım iş yeri kariyerime pek bir etki etmedi ama kişiliğime çok şey kazandırdı bundan eminim. sabretmeyi öğrendim ve de sakin olmayı ki bence en önemlisi bu, sakin olmak yani. ömrü hayatım boyunca panik ataklarda, nevrozlarda seyreden bünyem bir sakin bir sakin ki sormayın gitsin. böyle bir sakin bir mutluluk ki amanın amanın.

hani dediydim ya denize donla giren çocuk neşesi var o neşe aynen devam ediyor. haziranın sonunda ne olduysa artık, uyurken çip mi taktılar nedir bilmiyorum ama aman yarabbi!

haa bu arada ağustosun 3. haftası bozcaada öyküleri çıkıyor, 34 yazarlı bir yol kitabı. neden dedim şimdi size bu kitabı, içinde benim de öyküm var. gidiş-dönüş öykünün adı. hatta gördüm hemen 2. öykü benim öyküm. haa bir de temmuz ayı sert sessiz dergisinde bir öyküm daha yayınlandı.

hayat güzel be blog :))