1 Nisan 2012 Pazar

Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Baştan uyarayım sevgili okuyucu burada köşeyi dönmekten kasıt, her hangi bir şans talih oyunundan bir anda zengin olmak değil. Eğer böyle olacağını düşünüyorsanız, lütfen şu an hemen burada okumayı bırakın ve başka bir şeyle ilgilenin. Ben baştan uyaran bir yazarım. Aslında yazar bile değilim. Ziyadesi ile çoğu zaman yazamadığımı düşünür ve de üzülürüm.

Evet ne diyordum. Evet hikayemiz. Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Hava mevsim normallerindeydi ama bana göre fazla sıcaktı. Sinemaya çıkan yokuşu yürürken keşke saçlarımı toplasaydım diye düşündüm. Saçlarımı açık bırakmıştım ve ensem yanıyordu. Saate baktım, geç kalmıştım. Güneş gözlerimi acıtıyordu. Birkaç gün önce sakarlığımdan ötürü gözümü zedelemiştim. Güneş gözlüklerimi taktım, artık Elwood Blues'un kızkardeşiydim.

Sinemanın önünde beni bekliyordu ve çok güzeldi. Onca kalabalığın içinde beni bekliyordu. Bu insanın her zaman göreceği bir güzellik değildi. Etrafına bakınması, duruşu, bekleyişi. Bir süre beni göremeyeceği bir yere saklanıp onu seyretmek istedim. Ama içimdeki ona kavuşma, sesini duyma isteğimi bastıramadım. Ona doğru yürüdüm, beni görünce elini salladı. Yanına vardığımda elini uzattı bense sarılmayı tercih ettim. Aniden sarılmam onu şaşırtmıştı. Nereye gidelim dedim, ben misafirim, sen götürüyorsun dedi. O an onunla ilk otobüse atlayıp kilometrelerce uzağa gitmek istedim ama onun yerine az ilerde çok güzel bir yer var oraya gidelim dedim. Yanımda yürürken benim kadar heyecanlıydı. Parfümünün kokusu tenine karışmıştı, ellerimiz birbirine çarpıyordu.

Ağaçların altındaki çay bahçesi kalabalıktı. Halinden bezmiş garsona çay söyledikten sonra hangimiz önce lafa başlasak diye sessiz kaldık bir süre, gülümsedik sonra. İşte karşımdaydı, kirpi saçları, yeni olduğu belli tshirtü, sakallarının kıvrımları, parmakları, gözleri. En çok gözleri. Yeşil zeytin gibi. Çayları getiren garsona "bu karşımda duran adamın gözlerine saatlerce bakmak istiyorum" demek istedim ama onun yerine çay için teşekkür ettim. Ben zaten hep böyleyim, söylemek istediklerimi hep sona saklarım. İyi mi yaparım kötü mü bilemem.

Güneşin gözümü acıttığını söyledim, gözlüklerimi taktım. Çıkarmamı istedi, çıkarttım. Ben ona baktım, o bana baktı. Durdum. Bir süre sonra oturduktan sonra yürüyelim dedim. Yürüdükçe yürümek istedim. Karşıdan karşıya geçerken elini tuttum, sonra heyecanlanıp bıraktım. Bir şeyler anlattım, güldürdüm. Saçma sorular sordum, konuşturdum. Annem aradı, eve ekmekle süt getirmemi istedi, çarşıya inelim mi dedim, olur dedi. Ekmek, süt, tereyağı aldım. Çarşı esnafına selam verdim. Yanımdaydı. Poşetleri taşırken az evvel aldığım ekmeği, sütü, tereyağı bizim için aldığımızı düşündüm. Keşke biraz sonra eve gitsek, sofrayı kurmama yardım etse, hatta salatayı yapsa diye içimden geçirirken birşeyler yemek istediğini söyledi. Akşam üzeri olmuştu, hava hala sıcaktı. Gözleri yeşil zeytin gibiydi.

Yeşil zeytin demişken, kahvaltı günün en önemli öğünüydü.

Saçlarım hala ensemi yakıyordu ama artık bunun pek önemi yoktu.

Hiç yorum yok: