15 Ekim 2011 Cumartesi

hapşırık

Küçük yaştan kakılır bazı şeyler kafamıza ve bizler böyle büyürüz. O kakılan düşünceler, fikirler her geçen gün biraz daha evrim geçirir, semirir ve daha çok kakılır beyne. Hapşırığını tutma da bunlardan biridir. Rahat hapşır, sakın tutma kendini, tutarsan iç organların patlar maazallah. Ben de bunlarla büyütülmüştüm, hatırlıyorum da küçükken anneannemin yanında kendimi tutmuştum hapşırırken o da bana “tutma evladım hapşır gitsin zararlı, beynin patlar sonra” demişti. Hapşıracağım zaman kendimi yanlışlıkla tutarım da beynim patlar ölürüm diye günlerce uyuyamamıştım doğru düzgün. Hep böyle şeylerle büyütüldük biz zaten. Çok ağlama gözyaşların kurur, çok yeme çatlarsın, çok gülme ağlarsın, başına gelmesini istemediğin bir şey duyduğun vakit duvarlara tahtalara vur, kara kedi gördün saçını çek, merdiven altından geçme, biri sana güzel bir şey dedi mi poponu kaşı, dilini ısır, yemeğini bitir arkandan ağlar, hep bunlardı bizi korkutanlar. Kulak asmamaya çalışırdım ben, ilgilenmemeye, duymamaya. Ama olmazdı, ben ne kadar kulaklarımı kapatmaya çalışsam da sözler dönüp dolaşır yine beni bulurdu. Sonra zaman geçti, ben unuttum, artık hapşırığımı tutarsam beynim patlar diye korkmuyorum zaten çok da hapşıran biri değilim dedim ya tuhafım diye. Ama severim hapşıranları izlemeyi. Bazılarının burunları kaşınır, suratları ekşir ardında “ıpsı” diye bir sesle hapşırırlar. Bazıları küçükken büyüklerinin tembihlediği gibi tutmaz kendini çok gürültülü hapşırır “haaaapşuuuuu” diye kocaman bir sesle.



yıllar önce yazmaya başlayıp yarım bıraktığım öykülerden biri. dosyaların arasına sıkışmış, gün yüzü görsün, nefes alsın istedim. belki devamını yazarım sonra, he yazar mıyım sence sebastian?

Hiç yorum yok: