29 Aralık 2008 Pazartesi

2009'dan beklediklerim

daha önce de dediğim gibi 2008 enfes derecede nahoş geçti. bitmesine 2 gün kaldı. çarşamba gecesi 00.01'de kimileri sevgilisini öperken, kimileri göbek atarken, kimileri de çılgın gibi içki içerken ben derin bir "ohhhhh" çekicem. "ohhhh bee bitti" diyeceğim. bunu bekliyorum işte. bu anı bekliyorum.

şimdi gelelim 2009'dan beklediklerime;

- yeni bir iş istediğimi söylemiş miydim. sanırım söylememiştim ya da söylemiştim ama belirtmeliyim ki 2009'un ilk haftasında yeni bir işe başlıyorum. işte ilk güzel işaret. 2009'un çok daha iyi olacağına dair bir işaret.

-yazdığım hikayelerimi bitirmek, romanı tamamlamak, çocuk kitaplarını resimlemek ve de artık güzel bir yayınevi bularak yayımlanmasını istiyorum.

-hayatımın anlamı, güzel saçlı adamla daha çok vakit geçirmek istiyorum.


aklımda çok şey vardı aslında ama hatırlayamadım şimdi. bakalım ilerleyen zamanlarda gelirse aklıma yazarım gene.

25 Aralık 2008 Perşembe

doktor umut tükenmez

dün nahoş bir gündü benim için. pek sevdiğim annem hastalandı. hava da çok soğuk sevmedim yani. günün en iyi kısmı sanırım akşam komşumla yediğim çikolatalı pasta ve güzel sohbetti. pek bir özlemişim kendisini. komşuyuz ama eski komşu, taşındığından beri pek sık görüşemiyoruz bir ara damdan dama atlayıp odasına geçerdim. benimki de delilikmiş şimdi böyle söyleyince, damdan dama gezmek filan. her neyse efendim, kendisini pek bir özlemişim. 2008'in bitmesinden bahsettim ona da. bu aralar kimi görsem aynı şeyi söylüyorum, bitsin artık bu yıl sıkıldım ne mendebur yılmış diye hayıflanıp duruyorum, öyle ama melanet sene. tamam iyi güzel yanları vardı ama topu topu bir kaç tane. ben anlattıkça, söylendikçe baktım komşumda müzdarip bu durumdan. bitsin de gitsin diyor o da tıpkı benim gibi. ne diyeyim ikimizde 2009'dan pek bir umutluyuz. güzel fikirlerimiz var, ortak bir projemiz var artık, henüz taslak ama olsun yapacağız. yapmazsak topuz, totoşuz zaten. bir de isim taktık 2009'a doktor umut tükenmez.

beyaz çorap

geçen gün bloglardan bloglara atlarken rastladım bu bloga. yazarını pek bir sevdim.
özellikle de yazla ilgili dediklerini :)
takipteyim efenim :)


http://beyazcorap.blogspot.com/

22 Aralık 2008 Pazartesi

2008 biterken durum değerlendirmesi

2008'in bitmesine oldukça az bir süre kala durum değerlendirmesi yapmak istiyorum.
mendebur 2008'in bana neler getirip, neler götürdüğüne bakmak, neler olduğuna bakmak istiyorum. hani her sene sonunda tv haber bültenlerinde "görüntülerle 2008" olur ya, onun gibi bir şey işte. benim ki yazılı ama. neyse efendim lafı kısa keselim ve durum değerlendirmesine başlayalım hemen.

öncelikle 2008'e nasıl girdiğimden başlamak istiyorum, televizyon karşısında göbeğimi kaşıyarak ve hapşırarak girdim zira hastaydım. dolayısı ile 2008'in ilk aylarında hastaydım. dilerseniz şimdi ay ay durum değerlendirmesine geçelim- haha ne eğlenceli şeymiş bu be, bundan böyle hep böyle konuşacağım.

ocak: hastaydım, grip. salyalarımı toparlamak da zorlandım bir süre. bol bol ilaç tükettim.

şubat: gene hastaydım. soğuk havalar beni hep hasta eder zaten. uzun bir süre evden çıkmadım.

mart: ajans olayı patladı. girmeye çalıştığım ajans olmadı, moralim bozuldu ağladım. şimdi düşünüyorum da 2009'da o ajansın kapısına gidip "düdüksünüz oğlum, beni almazsanız topsunuz" diye bağırcam, gerekirse soyunurum hatta.

nisan: festival ayı. güzel ay. ekonomik durumum enfes derece tırtladığından bilet alamadım amma velakin sevgilisinden ayrılan bir arkadaş film sırasında ağlama krizine girerim korkusuyla biletlerini bana verdi, ulan ne ballı karıyım. istediğim filmleri de seyrettim hee.

mayıs: havalar ısınmaya başladı, gönül yayları gevşedi. moraller biraz da olsa düzeldi.

haziran: doğum günü, mide kanaması, travis, roisin murphy derken güzel geçti.

temmuz: işe başladım, hem de çılgın ata ata çalıştım.

ağustos: işten çıktım, zira çirkin patron benden memnun değilmiş. dünyanın en şeker insanıyla tanıştım.

eylül: abla'nın doğum günü. kıvırcık güzel adamla görüşmeye başladım.

ekim: görüşmeye devam ettim.

kasım: çılgınlar gibi alışveriş yaptım.

aralık: güzel adamı uğurladım, beklemeye başladım. gideli 8 gün oldu. özlüyorum.

bunların haricinde romanımda 4.bölüme geçtim, dizi senaryosunu yarıladım, 6 hikaye yazdım, 4 de çocuklar için hikaye.

2009'da bu yazdıklarım birer birer yayınlanıcak. bu sene bu konunun üzerine düşmedim ama 2009'da bu iş olucak. inadım inat popom iki kanat diyerekten bu konuda ne kadar hırslı olduğumu da belirtmeye çalışıyorum.

sonuç: ilk 4 ay nahoş geçse de nisan'daki festivalle moraller biraz düzelmeye başladı, haziran, temmuz ve ağustos ayında moraller, keyifler doruk noktasına ulaştı. birçok kalp kırıldı belki de, kimileri bilinerek yapıldı kimileri bilmeden yapıldı, tonlarca gözyaşı döküldü, endişe edildi, karamsarlık çekildi, "ulan anasını satimler" dendi çok kez, "bırakıyorum lan, oynamıyorum" dendi milyonlarca kez, isyan bayrakları çekildi, telefon beklenildi, iş görüşmeleri yapıldı, ama en önemlisi de aşık olundu bu sene. kötü geçti bazı zamanlar, ama çok da değil. bitiyor işte. az kaldı. 2009'dan umutluyum. ilk kez bir yıldan umutluyum.

ne de olsa tek sayı.

boşluk

hani derler ya hep "bu aralar içimde bir boşluk var, tarifi mümkün değil, kelimeler yetmez anlatmaya" öyle olmasa da bu aralar içimde bir boşluk var. bitmek bilmeyen bir pazar gününde gibiyim. hatta çoğu kez kendimi lekeli bir masa örtüsü kadar sevimsiz, piti kareli gömlek kadar aciz hissediyorum. sebebi mi? belli elbet. beklemek.

bekliyorum. daha da bekleyeceğim. gelir mi arar mı bilemiyorum, sıkılır mıyım beklemekten bilemiyorum ama beklerken vakit geçmiyormuş gerçekten de. orada da geçmediğine eminim.

ah be kıvırcık saçlı güzel adam geçsin şu zaman da gel artık.

çok özledim şimdiden seni.

benim damak tadıma uygun değil

gün geçmiyor ki uyduruk televizyon programlarına bir yenisi daha ekleniyor. yaklaşık bir ay önce bir program başladı show tv ekranlarında. belki de bir aydan fazla oluyor başlayalı benim bir aydan beri haberim. her neyse efendim şimdi konu programın ne zamandan beri yayınlandığı değil, programın ne olduğu. yemekteyiz diye bir program. sofra kültürü yemek kültürü yemek yeme adabı üzerine şahane bir toplumuz ya her şeyimiz kusursuz ya bir de böyle bir program yapmıslar. ağzım açık izliyorum programı. şaka gibi. her hafta 5 yarısmacı önceden belirledikleri menüleri yapıyorlar ve her akşam birinin evinde yemek yiyorlar. milletçe gurmeymişiz de haberimiz yokmuş. yok efendim pilavda su tadı varmış, yok efendim çorbanın acısı fazla olmuş, su termos suyu muymuş, salatalıklar iyi yıkanmış mı, korku filmi gibi bir program.

bu programa katılmak istiyorum kesinlikle.
menüm de şöyle olucak:

çorba- hazır çorba

aperatifler- beyaz peynir, sucuk, bilumum kahvaltılık

ana yemek- sahanda yumurta, makarna(sadece haşlanmış ama isteyen peynir koyar ya da ketçap döker) salata(domates, hıyar söğüş doğranmış)

tatlı- şokella ya da reçel

kesinlikle menü bu olacak.

6 Aralık 2008 Cumartesi

unutmak üzerine

"az unutup çok hatırlayan delirir.
unutmaları, hatırlamaları eşit düşenler sevinir.
çok unutup az hatırlayan sevilir.
hiç unutmayıp hep hatırlayan delirtir.
bunları ölçmeye kalkan çıldırır."

hatırlamak, unutmamak demek değildir, unutmak üzere anmaktır.
unutmamak unutmaktan büyük sanılır..
“hiç unutmuyorum” derler.. “hiç unutamayacağım” derler.. “hiç unutamam” derler.. “unutmam” derler..
ve unuturlar, unuturuz.. unutursun..
hatırlamayı bile!

özdemir asaf

neil gaiman says;

" everybody has a secret world inside of them. all of the people of the world, i mean everybody. no matter how dull and boring they are on the outside, inside them they’ve all got unimaginable, magnificent, wonderful, stupid, amazing worlds. not just one world. hundreds of them. thousands maybe. "

"have you ever been in love? horrible isn't it? it makes you so vulnerable. it opens your chest and it opens your heart and it means that someone can get inside you and mess you up. you build up these defenses, you build this whole suit of armor, so that nothing can hurt you, then one stupid person, no different from any other stupid person, wanders into your stupid life. you give them a piece of you. they didn't ask for it. they do something dumb one day, like kiss you or smile at you, and then your life isn't your own any more. love takes hostages. it gets inside you. it eats you out and leaves you crying in the darkness, so simple a phrase like 'maybe we should be just friends' turns into a glass splinter working its way into your heart. it hurts. not just in the imagination. not just in the mind. it's a soul-hurt, a real gets-inside-you-and-rips-you-apart pain. i hate love.”

özünde çok iyi bir insan aslında, yalan

inanılmaz derecede sıkıldım ve baydım bu adamlardan. hepiniz malsınız arkadaşım. mal, bildiğin mal. istediğiniz kadar yakışıklı, iyi, kariyerli olun malsınız işte. hepiniz özünüzde aynısınız.
isteseniz japonya'da sergi açın, oskar alın ya da nobel, farketmez aynısınız.

aliler, veliler, mehmetler ve mustafalar için geliyor; oklava


güdümlü terliği yediniz çok sevdiniz.
bu oklava da size geliyor.
aliler, ahmetler, mustafalar ve mehmetler için.

ha burada ismi geçen şahıslarla uzaktan yakından bir alakam yoktur, bu isimler bir nevi rumuz, takma isimdir efendim. şimdi kalkıp bu isimdekiler bana vay efendim biz sana ne yaptık demesin. yapmadınız, yani bu isimdekilerden biri yapmadı ama gerçek isimlerini yazmak istemedim.

onlar kendini biliyor diyerek, bu güzelim oklavayı onlara armağan ediyorum :)

güle güle kullanın, iyi günler de :)

5 Aralık 2008 Cuma

bu terlik tüm sevenleri için geliyor


beni sinir eden tüm erkeklere gidiyor, benden.

güdümlüdür, nereye gideceğini bilir.

sevenleri için güdümlü anne terliği :)

1 Aralık 2008 Pazartesi

eli stone 2. sezon

aylardır çılgınlar gibi beklediğim eli stone'nun 2. sezonu, 20 aralık dizimax'de başlıyor. hani deli misin kızım çeksene netten seyret diyorsunuz belki de, doğru diyorsunuz ama yok ben sevmiyorum öyle netten indirip seyretmeyi eski adet televizyonda seyretmekten hoşlanıyorum dizileri.

eli stone'nun yeni sezonunda katie holmes varmış bakalım nedir durum.

ayın 20'sine ne kaldı.

tin man


aslına bakarsanız oz büyücüsünü pek sevmem. doroti'nin (biliyorum böyle yazılmıyor ama ben böyle yazmak istiyorum) mızmız bir şekilde "eve gitmek istiyorum, eve gitmek istiyorum" demesi, topuklarını birbirine vurması, patika yolda 4 tipin kol kola şarkı söyleyerek yürümesi, hele hele cüceler sinirimi bozar. evet klasiktir, güzeldir ama ooo şahane hastayım nidaları ile gezmem.

geçen gün tv'de yeni bir diziye rastladım, aslında bayadır varmış ama ben geç rastlamışım, utandım da kendimden. adının adı "tin man", o.z denilen outer zone yani bir yerde geçiyor, zooey ablamız bir fırtına sonucu kendini o.z'da buluyor ve evine geri dönmeye çalışırken çeşitli arkadaşlarla karşılaşıyor. hikaye oz büyücüsünün aynısı, steampunk bir ortamda geçiyor. karakterler biraz daha farklılaştırılsa da oz'daki karakterlerle aynı. dün gece ilk bölümünü seyrettim ve şunu hatırladım; "I believe". evet bir zamanlar "I believe" di benim için. ne olursa olsun, fantazi, peri masalı, rüya ya da hayal ama ben inanır ve mutlu olurdum. tin man beni bir nebze de olsa o halime geri döndürdüğü için, bana o zamanlarımı hatırlattığı için tin man'i sevdim. mızmız doroti'nin yeni versiyonu cabbar afacan d.g'in eve ulaşma çabasını merakla bekliyorum.

30 Kasım 2008 Pazar

meet the kumru, kumru the arpacık

bu hafta sonu ömrümden ömür çalındı, gençliğim elimden alındı, karalar bağladım resmen. bir acı bir figandır bende sorma gitsin yani. neden diyeceksiniz, arpacık efendim arpacık. ömrü hayatımda ilk kez başıma geldi, nanemolla bir şahsiyet olmanın yanında arpacığa mikrop kapması da eklenince nanemollalık iki katına çıkıyor. göz damlası için evdekiler elimi kolumu tutuyor, ne lanet bir göz damlası ki damlatınca aman yarabbi kör oldum nidaları ile geziyorum evde. arpacığıma bir isim taktım kumru diyorum ona. kumru

29 Kasım 2008 Cumartesi

arpa-cık

Arpacık

Göz kapaklarında pek çok yağ bezi vardır. Bu bezlerin kanal ağızları kirpik diplerine açılır. Bu kanal ağızlarından birisinin mikroplarca tıkanıp, göz kapağında küçük bir abse oluşmasına “arpacık” adı verilir. Arpacık, ağrılı bir durumdur. Kapak şiş, kırmızı ve normalden sıcaktır.

Arpacığın tedavisi

Antibiyotikli damla ve pomad kullanılır. Sıcak pansuman yapılır. Enfeksiyon iyileşince, geride sert bir şişlik kalırsa, cerrahi olarak bu şişlik boşaltılır.

Arpacık boşaltılmasının (eksizyon) yapılışı

  • Göz uyuşturucu damla ile uyuşturulur. Arpacığa ait sertliğin kaldığı bölgeye uyuşturucu iğne yapılır.
  • Göz kapağının alt tarafından arpacık bölgesine bir kesi yapılır.
  • Arpacığın içi küretle boşaltılır.
  • Göze antibiyotikli damla damlatılarak, işlem sonlandırılır.

Arpacık eksizyonunun doğurabileceği sorunlar

  • Arpacığın tam boşalmaması

Arpacık eksizyonunun karnesi

  • Anestezi şekli: Uyuşturucu damla, arpacık bölgesinde göz kapağına uyuşturucu iğne
  • Ameliyat süresi: 5 dakika
  • Bandaj: Göz bandajlanır. Bandaj ertesi gün açılır.
  • Ameliyat sonrası: Göz kapağında hafif şişik, morluk olur. 5 gün sürer.
  • Dikişler: Dikiş olmaz.
  • İşe dönüş: Ertesi gün işe gidilebilir.
  • Kontroller: Ameliyatın ertesi günü, 1 ay sonra
  • Göz damlaları ve pomad: Antibiyotikli damla-pomad 1 hafta

arpacık kumrusu

şu ahir ömrümde başıma arpacık da geldi ya tamamdır. birkaç eksiğim kaldı sadece. bela bakımından yani. ömrü hayatım boyunca ben böyle şey yaşamadım arkadaşım. minicik bir zımbırtı kelimenin tam anlamı ile gözümün içine sıçtı. göz oldu dambura gibi, iki kapak yapıştı birbirine, kıpkırmızı. şahdık şahbaz olduk resmen ya. ben böyle bir acı, böyle çirkin bir görüntü, böyle bir ağrı görmedim. nice pmsler yaşadım, regl sancıları, migrenler, mide bulantıları yaşadım böylesini görmedim. abartı filan değil. yok vallahi yok böyle bir acı ya. sabah bir uyandım göz kapalı, bildiğin şebek. neyse efendim zorla açtım gözümü, maymun gözünü açtı misali amma velakin bir acı bir acı, yarabbin alemin böyle şey görmedim ben. ee nolucak koştum aynaya bakmaya, bir de ne göreyim korku gibinde gayet güzel oynar oskarı da alırım yani, o derece. başladım ağlamaya, çok çirkin oldum, ağrıyor diye. göz daha da şişti mi, daha da kızardı mı. canavar gibi oldu resmen. böargh diye bir şey çıkıcak ordan az kaldı bekliyorum. duş alayım da kendime geleyim dedim, demez olaydım daha da bir acıyor. sanırsam ahir ömrümün sonuna geldim. bir arpacık beni öldürdü yazacağım mektubuma.

maymunların gözünü açtığı şu dünyada ki 6 günde yaratıldığı için bu kadar uyduruk bence, bu kadar saçma şey yaşıyoruz, umarım ben de gözümü açarım, şu arpacık illetinden kurtulurum. yoksa mektubumu yazmaya başlayacağım.

26 Kasım 2008 Çarşamba

bana yalan söylediler


ıssız adamı seyrettiğim günden beri dilime dolandı bu şarkı, bana yalan söylediler. semiramis söylüyor. ben küçükken annem söylerdi bazen bana bu şarkıyı. filmi seyrederken de onu hatırladım. ben büyüdüm şimdi anneme söylüyorum bazen de beraber söylüyoruz.

hayat tuhaf şey...

soğuk günlerde keyfimi yerine getiren şeyler

eli stone
the fratellis

25 Kasım 2008 Salı

gidiş dönüş

gitmek istiyorum buradan diyordum ya, sanırım çok fazla istemişim ki, gittim. gittim ve döndüm.
cuma gecesi konya'ya giden trene bindim bizimkilerle. ne alaka tren, ne alaka konya demeyin. babamın yıllardır konya'da işi var ve ben kıçımı kaldırıp gidip bakmadım. ama bu sene üzerime serpilmiş ölü toprağını kaldırdım ve gittim hem de trenle. trenle gitmeyi özellikle istedim çünkü çok daha değişik ve unutulmayacak bir yolculuk. değişik insanlar, tuhaf hikayeler ve tuhaf istasyonlar da cabası. hayatım boyunca unutmayacağım görüntüler kazındı beynime. tren yolculuğundan sonra merak ettiğim yerleri gezdirdi babam bana. neresi buralar; mevlana müzesi, selime köyü, ıhlara vadisi, kapadokya, göreme, avanos, tuz gölü. evet buraları gördüm. haa hasan dağı, cihanbeyli ve haymana platosunu da gördüm ayrıca. tek diyeceğim şey mükemmel bir geziydi benim için. fotoğraflar yakında :)

18 Kasım 2008 Salı

bAŞLIKSIZ

sanırım gitmek istiyorum. neresi olursa olsun gitmek istiyorum.

gene kış ve gene depresyon.

nefret ediyorum bu gereksiz mevsimden.

tanrım her mevsim yaz olan bir yerde yaşamak istiyorum

mal

kelimenin tam anlamı ile, birkaç gündür mal gibi hissediyorum kendimi. gerçekten mal gibi hissediyorum ama lafın gelişi ya da espri olsun diye söylemiyorum. haber bekliyorum, beklediğim haber gelmek bilmiyor, depresif koalayı arıyorum telefonumu açmıyor, mütemadiyen yemek yiyorum ben de. yedikçe hissizleşiyorum. bu durumuma eşlik eden mavi sabahlığımı da üzerimden çıkarmıyorum. sevmiyorum kışııııııı. sevmiyorum. nefret ediyorum hatta.

sanırım mallığım da kışdan kaynaklanan bir olay.

14 Kasım 2008 Cuma

tuhaf günler

ne yaptın sorusuna cevap vermekte zorlanıyorsanız, ne yaptığınızı hatırlamıyorsanız durumunuz pek de iç açıcı değil benden söylemesi. bir hafta boyunca ne yaptığınızı hatırlamak için takvime bakıyorsanız ve bazı günlerde ne yaptığınızı hatırlamıyorsanız ve belki de en önemlisi tüm bunları iyi bir hafızanız olmasına rağmen yaşıyorsanız bu iyi bir şey değil. yani eminim ki bu siz de biliyorsunuzdur.

ben şu aralar bunu yaşıyorum. bunu da bugün anladım. ne yaptın sorusu sorulduğunda biraz durakladım, ne yaptığımı düşündüm, bulmaya çalıştım, geveledim en sonunda da. diyemedim ki sensiz geçen günlerde senin için ağladım, mal gibi gezdim etrafta.

bu aralar manik depresif bir dönemdeyim. bir anım iyi bir anım kötü. manik depresifte aslında manik ve depresif nöbetlerin arasında biraz da olsa zaman vardır ve manik sanıldığı gibi öyle bir coşku hoy hoy dönemi değildir, tamam coşku dönemidir ama bu dönemde kişi kendine fazla güvenir, küçük dağlar onunmuş edasıyla gezer, nasıl ödeyeceğini düşünmeden trilyonlar harcayabilir. benim manik dönemim biraz farklı. ben şarkı söyleyip, zenci dansçılar gibi dansediyorum, sonra da ağlama krizi geçiriyorum, moralim bozuluyor, sokağa çıktığım da yere düşmüş bir yaprağa bile ağlayabiliyorum. bilemiyorum bu durumumu, belki sonbahardandır.

her ne ise bir an önce geçmesini istiyorum. aklıma sahip olmalıyım. cep telefonunu saatlerce arayıp buzdolabında bulmak pek de hoş bir olay değil.

13 Kasım 2008 Perşembe

periler ölürken özür diler

hayal sigortası

ılımlı âşıklar tanımlar ayrılık sızıntılarını
ırtınalı bir gecede kişneyen tekneler
gibi takılır yüzleri birer birer ölüm tülüne,
Hayal sigortası yaptırmış dilsiz erkeklikleriyle
yaralı bir hayvan gibi böğürürler yerleşik düzende,
paramparça bir göz, berelenmiş bir dudak ve
birkaç da Sözcük
üşür durur hâlâ ayışığı sonatı başladığında

kar, troleybüs, kestane kebap, aynı Renk aynı Desen,
Yürümüştünüz
ayrılmak istediğini söylemişti tığla buz örercesine
bir gülle cam çerçeve indirircesine
edith cansever'diniz
buzla yanıtlamıştınız yansıyan hiçi
hangi roldü bu, hangi kötü oyundan alıntı
kostümlerin karanfil, aksesuarların istanbul olduğu
Yürümüştünüz,
kedi usulca yaklaşır gibi fareye
içinizde isyan ile yer değiştiren ulu bir sızıntı

hafif usta hafif narin
boşaltırken kadehe en güzel kokan içkiyi
saint antuan'ın kapısını aralayan İsa'nın siluetini
ya da kuledibi'nden hızla inerken karaköy'e
gördüğünüz gibi Kuleden düşen başörtülü kadını
Çarptığı yerde dağılan kristal bir aşkın sözlüğü

kimler için Sevişilmiş ve kimler adına Terkedilinmiştir
kınından çıkan kan kime akmış ve geçmiş karaşın yazdan
size hangi 'Sevdiğiniz Melodi' çalınmıştır
sabahlara karşı uzandığınız yatakta
gömüp başınızı yastığa bağırdığınız isim
sizin adınıza yanlış bir yalnızlık seçilmiştir




küçük iskender



10 Kasım 2008 Pazartesi

gözyaşlarımı bitti mi sandın...

babam ve oğlum öyle çok konuşulmuştu ki, gitmedim. hala da seyretmedim. ulak'a da üşengeçliğimden gitmedim. ama çağan ırmak'ı severim. iki filmini belki de çok önemli iki filmini seyretmemen sevmediğim anlamına gelmez. her neyse. cuma yeni filmi vizyona girdi "ıssız adam"
öyle filmin fragmanını filan da görmedim, sadece radyoda duydum "une belle histoire" çalıyordu.
o şarkının yeri ayrıdır bende. babam gelir her dinleyişimde aklıma. babam ve annem. ne kadar mutlu olsam da o an ağlamaya başlarım. yok dedim bu filmi görmem gerek. nedir, ne değildir, kalk git edie. velhasıl kelam kalktım pazar günü sinemaya gittim. film başladı başlayacak ben hala bilet kuyruğundayım, elektronik panoda filme yer yok olarak gözüküyor. boşver deyip kuyruktan çıkmak da var, ertesi günün ilk seansına bilet almak da var. bakalım dedim, hele önümdeki şu salak aile gitsin. ama yok küçük çocuk o kadar çok soru soruyor ki annesine şeytan diyor ki patlat şuna iki tane. aile gidiyor bilet sırası bende. yer var mı diyorum kıza, yoksa yarına alayım. var tek kişilik yer var. arkamdaki çift aaa diyor yer kalmamış, tek kişilik yer varmış. biletimi alıyorum salona giriyorum. iki kadının ortasındayım. 40'lı yaşlarını geçmiş, bakımlı mini etekli hoş bir kadınla, biraz pespaye bir kadının arasındayım. mini etekli portakal suyu içiyor, pespayenin elinde ise patlamış mısır var. film başlıyor. konuşanlara hişt, pişt yapıyorum. seyrediyorum arada gülüyorum. hep tanıdık yerlerde çekmiş çağan ırmak filmi. derken ara veriliyor. çıkmıyorum araya. yerimde oturuyorum sessizce. filmin başlamasını bekliyorum.
ikinci yarı başlıyor sonra. önceleri normal seyrinde her şey, normalim, sessizce filmi seyrediyorum. sonlara yaklaşıyor film, boğazıma birşeyler oluyor önce. düğümlenme. gözlerim yanmaya başlıyor sonra. dayanamıyorum bırakıyorum kendimi. hıçkıra hıçkıra ağlıyorum salonda. sessiz hıçkırıklarımdan omuzlarım titriyor, tam Türk filmi gibiyim. film bitiyor, jenerik akıyor, mıhlanmış gibi kalıyorum koltukta. yanımdaki mini etekli kadın mendil istiyor benden. pespayede ise tek damla gözyaşı yok. yavaş yavaş çıkıyorlar salondan insanlar. kalıyor koltukta. sevgilisiyle gelmiş bi adam bana bakıyor, ağlamama. belki sen hiç yaşamadın aşkı böyle demek istiyorum. anlamazsın sen. ama anlama zaten, yaşama. herkes kaldırmaz bu acıyı diyorum kendime içimden. salondan çıkarken arkada oturan iki kadın çarpıyor gözüme. ellerinde mendiller, gözleri yaşlı. "tek ben değilmişim ağlayan, çok sevindim sizi görünce" diyorum kadınlara gülerek. ağlak bir şekilde gülüyoruz birbirimize. "insanız"diyor kadın. "duygularımız var".

duygularımız var evet. ağlayarak çıkıyorum salondan. arabaya binemeyeceğim bu halde. en iyisi yürümek diyerek yürümeye başlıyorum. ama gene ağlıyorum. hava soğuk. ama üşümüyorum. ağlaya ağlaya geliyorum eve.

ağladım diyorum. une belle histoire çalıyor ben ağlıyorum.
ağlak bir pazar geçiriyorum. gece gene ağlıyorum. hayatıma ağlıyorum, geçen zamana ağlıyorum, bekleyecek olmama ağlıyorum, özlediğim için ağlıyorum, aşık olduğum için ağlıyorum. gecenin köründe yaktığım sigara bile fayda etmiyor, kalkıp gidip yatıyorum.

bugün pazartesi ama ben hala ağlak bir haldeyim.

8 Kasım 2008 Cumartesi

depresif polyanna

hayatı boyunca bardağın boş tarafını gören biri olarak son zamanlarda olumlu, pozitif olmaya çalışıyorum. bir nevi polyanna misali ortada geziniyorum, aman çiçekler ne güzel, amanın bulutlara bak, aa bak kuş, melek onlar melek. ama yok kardeşim, yok herşey bir yere kadar. bu pozitif olma yolunda bir grup deveye hendek atlamayı öğretebilirdim, bundan eminim.

ne zor işmiş arkadaşım pozitif olmak. olumlu düşün, hüsnüleri uzak tut. dikkatini dağıtma. aaa
nereye kadar yahu. dikkatimi bırak beynimi dağıtmak üzereyim ben. doğuştan depresyon hırkasıyla doğan birine bu yapılmaz, yapılamaz. beyin aşırı pozitiflikten uçar gider. aşırı şeker yüklemesinden ne olur biliyor musunuz? mundar olursunuz, mundar.

yapmayın. olamıyorum olumlu filan. bulutlar basmış havayı, hüsnüler sarmış dört bir yanımı nereye olumlu olayım ben be.

aaa:D

oh :)

merak

merak kediyi öldürürmüş, ama ben kedi değilim. hem kedi olsam da bir şey farketmez, öleceksem merakımdan öleyim. çat diye çatlayayım merakımdan, efektli hem de çatırt.

merak ediyorum kardeşim. ne yapayım yani. merak ediyorum. elimde mi merak etmemek. nerde bu adam, napıyor, nereye gitti, kimle, neden? merak ediyorum her şeyi merak ediyorum.

arasam bir dert aramasam bir dert. gene yakalandık bu saçma duruma ya. aman ne sıkıcı, ne bayıcı işler bunlar. hayır adam sevgilim de değil daha. ama işte onu da merak ediyorum.

durmadan merak ediyorum. onu merak ediyorum, bunu merak ediyorum. nerde olduğunu merak ediyorum, neden aramadığını merak ediyorum, kaçta yattığını merak ediyorum, uyurken horlar mı merak ediyorum, ne yemek sever merak ediyorum, saç kremi kullanır mı merak ediyorum, burnunu karıştırır mı merak ediyorum. elimde değil, merak ediyorum. kaç numara ayakkabı giyiyor mesela, kaç beden pantolon giyiyor, yatmadan önce dişlerini fırçalıyor mu mesela merak ediyorum. nerde ince ayrıntı orda ben.

saçma rüyalar görüyor mu merak ediyorum, beni düşünüyor mu merak ediyorum. neden bu kadar şeyi merak ediyorum onu merak ediyorum. manyak mıyım mesela merak ediyorum.

merakkk etmedennn duramıyorumm :)

marcel proust- mektup

marcel proust

bahane, mazeret.

yok ben cidden yalancı bir insan olmaya başladım ve bu durum ziyadesi ile hiç hoşuma gitmiyor. ne yalanı diyeceksiniz, siz demeden ben diyeyim. hani yazıyordum ben bundan böyle bloga her gün, her şeyi. he ne oldu? bu ne pis yalancılık edie hanım demezler mi insana? derler. derler tabi. hakları çünkü. pekala bu duruma hemen kendi çapımda bir açıklık getirmek istiyorum.

eee, ııııı şey, kem küm.. yok yok bu aralar kafam pek yerinde değil. lafa bak. ne zaman yerinde ki?
aman neyse yahu. diyeceğim şudur ki, bu aralar dışarda yapmam gereken, koşturmam gereken işler vardı. hallettim hepsini yaptım. artık bundan böyle buradayım. yeni yeni şeylerle hem de.

güzel haberlerim, güzel gelişmelerim var. bu ay güzel başladı. hem de pek güzel. böyle devam eder umarım.

19 Ekim 2008 Pazar

gözden geçirme

bu gece bloguma neler yazmışım vakti zamanında, ne palavralar, ne masallar okumuşum diye baktım. iyi ki de bakmışım. neler neler yazmışım vakti zamanında. vakti zamanı dememe bakmayın aslında. yazdığım tarih 2007. bir sene evvel yani. ama değişmiş. zaman değişmiş, edie değişmiş, herkes, herşey değişmiş. ya da aslında hiç bir şey değişmemiş, değişen zamanla ben de değişmişim. bu nasıl bir cümledir diye sormayın, zira ben de pek bir şey çıkartamadım. yani aslında çıkarttım da, çıkartamadım. işi bulandırmayın işte. sıkça sorulan sorulara cevap vermiyorum artık. kitapçığım, kılavuzum yok benim. görünen köy kılavuz filan istemez hem.

her neyse, dedim ya işte, eski yazdıklarımı okudum, neler yapmışım diye, ben aslında hiç de fena yazmıyormuşum. yani bunu anladım yazdıklarımı okuyunca. tamam son zamanlarda yazılarımda değişiklikler olmuş, daha bir konuşma havasına girmişim ama olur öyle. bu da bir dönem diyelim. yakında her şey düzelicek, daha güzel, daha iyi masallarla, palavralarla karşınıza geleceğim.

12 Ekim 2008 Pazar

mutsuzluk

sanat eserleri karşısında baygınlık geçiren stendhal, mutsuzluk gündelik bir şeydir demiş. geçenlerde bir yerde rastladım bu cümleye. hani bazen, bazı şeyler tokat gibi patlar ya yüzünüze, bu cümlede benim yüzümde patladı böyle.

mutsuzluk gündelik bir şeydir. yani bugün mutsuz olabilirsiniz ama yarın bu haliniz değişebilir. bu cümleyi okuduktan sonra, olduğum yerde durdum ve kendime baktım şu soruyu sorarak: NE YAPIYORUM BEN?

evet ne yapıyordum ben? ya da ne yapmıyordum ben? bir şey yapmıyordum, yapıyorum diyordum ama yapmıyordum. sonra da şunu dedim kendime oldukça yüksek bir sesle: SAÇMALAMAYI BIRAK, SİLKELEN VE KENDİNE GEL. YETENEĞİNİ DAHA FAZLA GÖZARDI EDEMEZSİN. evet aynen bunları söyledim kendime yanımdan yaşlı teyzeler, emekli amcalar geçerken. onlar beni deli sandı. varsın sansınlar. daha fazla mutsuzluğa gerek yok.

bugün yaptığım iş görüşmesi sırasında blog yazıp yazmadığım soruldu, yazıyorum dedim, yazıyorum ama nasıl okuyacaksınız ki. birden bire tırstım aslında. yani tüm burada yazanlardan dolayı tam işi alacakken kaybedebilir miyim acaba? bunu merak ettim.

her neyse gene fark etmeden konudan konuya atlamışım. evet bunu çok fazla yapıyorum. konudan konuya atlamayı yani.

sanırım birazdan blogumun adresini vereceğim.

17 Eylül 2008 Çarşamba

dinleyin

dido- don't believe in love.

dido'nun yakında çıkacak yeni albümünün ilk single'ı. don't believe in love, ilk dinleyişte çarpan şarkılar vardır ya hani, aynen o şarkılardan. söz ve müzik harikulade. hasta oldum. dinleyin, dinlettirin.

16 Eylül 2008 Salı

Sakin

Sakinim. Daha sakin. Daha sessiz. Daha durgun. Evet Candan Erçetin'in şarkısı gibi oldu farkındayım ama yapacak birşey yok. Geçtiğimiz günlere nazaran daha sessiz ve sakinim. Tabii bu sakinlik ve sessizlik fırtına öncesi sessizliği de olabilir, o ayrı ama umarım değildir. Bu sessizlik, sakinlik hayra alamettir. Herneyse ne anlatıyordum. Evet heh, bugünlerde biraz depresif de olsam, biraz halsiz hafif keyifsiz anlam karmaşası yaşasam da iyiyim. Bu nasıl bir kendimle çelişmedir. Evet az önce gene yaptım, hem iyiyim diyorum hem keyifsiz, ben de anlam veremiyorum. Neyse ya böyle işte. Daha ne olsun.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Salak İnsanlardan Nefret Ediyorum

Salak insanları oldum olası sevmem. Akrabam dahi olsa, ablam dahi olsa tahammül edemiyorum salak insanlara. Nasıl olur da olasılıkları hesaplamazlar, nasıl olurdu yaptıkları salaklıkları normalmiş gibi anlatıp, kabul ettirmeye çalışırlar üstüne de salak salak gevrek gevrek gülerler.

Bana böyle işlerle gelmeyin kardeşim.

Siktirin gidin, salak salak konuşmayın benim karşımda.

Cidden tahammül edemiyorum ya.

Aklım almıyor salaklığı.

Gerçekten anlamıyorm. Anlamakta zorlanıyorum.

18 Ağustos 2008 Pazartesi

patience

bir yerde duyarsınız. ya takside çalıyordur ya da televizyonda kanalları gezerken denk gelirsiniz. melodi hoşunuza gider, dilinize takılır, şarkının ve şarkıcının adını bilmezsiniz ama. sonra daha çok denk gelmeye başlarsınız. baya baya seversiniz şarkıyı. adını öğrenirsiniz. sonra aradan zaman geçer. yıllar, aylar. şarkı ekranda yayınlanmaz, radyoda çalmaz. aklınızda klipten birkaç görüntü ve biraz şarkının mırıltısı kalır. arkadaşlarınıza sorarsınız "bir şarkı vardı hani, dırırnırn diye" dersiniz. yüzünüze bakarlar anlamazlar. o şarkı arayışınız olur. onu ararsınız. sonra bir gün, yıllar sonra denk gelirsiniz televizyonda. kilitlenir kalırsınız, ağlamaya başlarsınız. neden ağlarsınız bilinmez, sadece mutlu olursunuz dinlediğiniz için. aklınızda kalan görüntüler ve melodi aynıdır hala. eski günleri hatırlarsınız sonra. ben aradığımı buldum. 7 sene olmuş duyalı. 7 sene boyunca melodisi aklımdaydı, klip görüntüleriyle. ama ne şarkının adını ne de şarkıcının adını bilmiyordum. denk geldim bugün vh1'da ağlamaya başladım. belki şarkıyı bulduğumdan belki de eski günleri özlediğimden, bilinmez.

nerina pallot- patience

belki sizi ağlatmaz ama beni ağlattı bugün.

need a little patience...

12 Ağustos 2008 Salı

Pago Pago


işte taşınacağım yer burası: pago pago

Bu Aralar İçimde Bir Sıkıntı Var

Sıkılıyorum



Sıkılıyorsun



Sıkılıyor



Sıkılıyoruz



Sıkılıyorsunuz



Sıkılıyorlar



Sıkıntı ne acayip şey. Geçmek bilmiyor. Ne yapsan gitmiyor.



Sanırım kendimi camdan aşağı atacağım.



Üşendim. Yarın atarım.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

picture of everything III

Picture of everything nedir, kim yapmıştır diyenlere:
http://www.thepictureofeverything.com/

picture of everything II

picture of everything nedir, kim yapmıştır diyenlere:
http://www.thepictureofeverything.com/

picture of everything

picture of everthing nedir, kim yapmıştır diyenlere:
http://www.thepictureofeverything.com/

28 Temmuz 2008 Pazartesi

where i belong- sia- secret smile

nereye ait olduğumu biliyorum ben, söylemene gerek yok.
sadece gülümse bana...

so don't treat me bad just be glad i am strong
i know where i belong
and soon you will see we are blessed and complete
there's a place here for you with me

shine
you're fine
see i will always have a smile for you my love
and still
we will
be ok and along the way we'll learn a thing or two

slyvia

dibi biliyorum,diyor,en kalın ses
kökümle onu yokluyorum
ondan korkulur
ben korkmuyorum.
daha öncedibe vurdum.

25 Temmuz 2008 Cuma

ailemizin şarkıcısı shantel

stefan hantel aslında adı. alman kendisi. ama bir balkan müziği yapıyor ki, allah sizi inandırsın sağırı bile oynatır bu adam.

en son efes one love festival'de seyrettik kendisini, oynadık, göbek attık, disko partizani olduk.

sevgi yumağı olduk.

depresyona bire bir.

dinleyin, dinlettirin.

her gün bir öğün.

disko boy shantel seviyoruz ailecek sizi :)

shantel- disko boy

dinlemeyin arkadaşım, ofisde dinlemeyin.

ister istemez bacaklar hareket etmeye, kafa sallanmaya başlıyor. etrafdakiler "n'oluyor yahu, sara mı acaba" gibi bakmaya başlıyorlar size.

sanırım masanın üzerine çıkıp gerdan kıracağım

dayanamıyorumm

oyy oyyyy

24 Temmuz 2008 Perşembe

iş hayatının insana kazandırdıkları ve kaybettirdikleri

önce kazandırdıklarından mı başlayayım yoksa kaybettirdiklerinden mi bilemiyorum, çünkü kazandırdıklarını götüren bir şey iş hayatı. evet gerçekten de öyle. neyse ben başlayayım saymaya.

kazandırdıkları:
-duygusal hayatınız kötü ise kendinizi işe verebilirsiniz ve duygusal hayatınızı düşünecek zamanınız kalmaz.

-sabretmeyi öğrenirsiniz.

-insanları tanırsınız.

-bir işe yarar hissedersiniz kendinizi ve kendinize güvenirsiniz. bunu ben yaptım derseniz, gülümsersiniz.

-para kazanırsınız.

-boş zamanların değerini anlarsınız.

-nadir de olsa güzel arkadaşlıklar kurabilirsiniz.

-kendinizi tanırsınız, neyi sevip neyi sevmediğinizi anlarsınız.

-hayatınızın değerini anlarsınız.

kaybettirdikleri:

-bel ağrısı çekersiniz.

-uykusuzluk, uyku öyle tatlıdır ki, erken kalkmaya çalışsanız bile beş dakika daha diyerek yarım saat uyursunuz.

-gastrit olursunuz, sinirden, yetişti yetişmedi endişesinden.

-ülser olursunuz gastrit'e baktırmazsanız.

-depresyona girersiniz, özel hayatınız kalmadığı için.

-sinir krizi geçirirsiniz abidik gubidik işlerden.

-yetersizlik hissine kapılabilirsiniz salak patronlar yüzünden.

-özel hayatınız kalmaz, evet kalmaz.

-aramadığınız, görüşemediğiniz için kızgındır arkadaşlarınız.

-yüzünüzü göremeyen aileniz, merak eder sizi, arar sorarlar sinirden konuşamazsınız.

-şekilsiz saçlar, saçlarınız uzar, kestirecek vakit bulamazsınız.

-hızlı adımlar atmak zorundasınız her zaman, işe geç kalmamalısınız, dünyayı kurtaracaksınız ya.

-ağlama nöbetleri geçirebilirsiniz iş stresinden.

-esaret altındasınız evet, 9-6 yolları taştan çünkü. fazla mesai de cabası.

-hayalleriniz kalmaz bir süre sonra, hayal kuramazsınız. hayal kuramayan insan yaşayamaz.

sanırım bunlar yeterli.

sonuç mu: iş hayatı sıkıcıdır, güzel iş yoktur, her iş sıkıcıdır. iş hayatının en güzel tarafı işten çıktığınız andır.

işi fazla ciddiye almayın.

yaşayın gitsin.

kafanızı kaldırın ve gökyüzüne bakın. masmavi gökyüzü, bembeyaz bulutlar, tanrı saçlarına saç köpüğü sürmüşte köpükler düşmüş gibi duruyor. kıpır kıpır herşey. rüzgar esiyor. dallar sallanıyor, arı çiçeğe konuyor.

gülümseyin çünkü hayattasınız.

edie'den aforizmalar...

lafazan- lafacan- afacan-afakan

çılgın ata ata bitmez bebeğim
çıldırasım var.
gidip birilerinin üzerine çok pis
kusasım var.
yetmez diye saçını başını
yolasım var.

gidip sataşsam birine
sokakta.
laf atsam birine
sokakta
döven mi olurum yoksa dövülen mi
merak ediyorum bebeğim

bazen düşünüyorum da
ben
kahpe bu hayat
insanlar
arsız
anlayışsız

bazen diyorum da
ben
kendi kendime
çok konuşuyorsun
be gülüm
sus biraz
insanlar tuhaf
anlamıyorlar seni
ama olsun
anlamasınlar
ben iyiyim böyle

biz iyiydik böyle
ingrid michaelson- breakable dinleyin.

cause we are just breakable girls and boys...

viva la vida


For some reason I can't explain, I know saint peter will call my name...

laf laf laf kuru gürültü

ağlamak istiyorum sayın seyirciler.

bu coşku, bu heyecan, bu mutluluk.

işte bu an kelimelerin kıyafetsiz, dilbilgisinin sırnaşık kaldığı an.

heyecandan gözlerim çıkacak.

kalbim taşacak.

heyecandan kusacağım.

evet, sayın seyirciler ağlıyorum.

an itibarı ile gözyaşlarım sel oldu.

yanaklarımdan süzülüyor.

an itibarı ile psikoza bağladım.

gidiyorum sayın seyirciler.

neresi olursa olsun.

gidiyorum.

kokun hala üzerimde.

sana tortular bıraktım.

bir de yeni poğaçalar.

ben, kendim, şahsen bizzat ben.

gidiyorum.

eskiden şizofrendim ama şimdi iyiyiz.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

The Red Days

Yoğun kırmızı günlerimdeyim. Hayır regl değil yanlış anlaşılmasın. Regl günleri kırmızı değil sancı olarak tarihe geçer. Kırmızı günler yağmurun çok yağdığı ve yatağınızdan çıkmak istemediğiniz günlerdir. Kederli mavi günler gibi. Tek farkı belki de en büyük farkı yoğun kırmızılarda dünyanın başınıza yıkıldığınızı hissedersiniz, kaçacak haliniz de yoktur ayrıca.

Yoğunluktan kırmızı günleri yaşıyorum. Sıkılıyorum, ofluyorum, pufluyorum.

Evet memnuniyetsizim. Kek, börek, pasta yapmak ve yemek istiyorum.

Panik Yok Bebeğim


Evrenin sonundaki restoranta gitmek istiyorum.

8 Temmuz 2008 Salı

Geri Dönüş

Bir geri dönüş mevzu bahis bende bu dönem. İş hayatına geri döndüm, bu güzel yaz mevsiminde dönmeyecektim aslında ama iş verenim pek ısrarcı davrandı, kıramadım, iş hayatına geri döndüm. Dün işe başladım. Evime oldukça yakın küçük bir ajansdayım. Sabahları erken kalkıp, trafik derdi çekmiyorum. İş çıkışında evime yürüyorum, para kazanıyorum. Kafamı meşgul ediyorum, gündelik hayatın sıkıcılığından, dertlerinden biraz da olsa kurtuluyorum ya da kendimi avutuyorum. Bilemiyorum daha çok yeni. Dedim ya bugün ikinci günüm. Anlamadım henüz ama yakında çözerim. Zaten deneme sürem de var, olmadı bakarım dalgama gene.

Sonra, sonra, ben de bu aralar bir güvercin çırpınışları var. Bir pırpırlık, bir evyahlar, ne yapacağım benler. Ben de ne yapacağımı bilemiyorum bu konuda. Bir zat-ı muhteremi beğeniyorum. Hem de fazlasıyla. Uzun zamandır hissetmediğim bir heyecan. Anlayacağınız hem duygusal bakımdan hem de iş bakımından bir geri dönüş var hayata.

Geri dönüşler değişiktir bakalım bu nasıl olacak.

23 Haziran 2008 Pazartesi

yANıLSaMa

Burada yazanların hepsi bir yanılsama aslında.

Tıpkı hayat gibi.

YA-NIL-SA-MA

Puf



Kedi olmak vardı şu hayatta...

Eli Stone



I believe you eli...

İsimsiz

işte sana, yeryüzündeki görevinin tamamlanıp tamamlanmadığını anlaman için bir test:

eğer yaşıyorsan, tamamlanmamış demektir.

Hakettiği Kadar Değer Herkese

Hakettiği kadar değer vereceksin insanlara. Herkese hakettiği kadar. Ne eksik, ne de fazla. Olması gereken olmalı. Üzülürsün yoksa, kırılırsın. Kırıcıdır insanlar, pislerdir, çirkinlerdir. Güvenmek istersin elbette ama sakın güvenme insanlara. Acımasızdır onlar, düşüncesizdir, bencildir. Sen de bencil ol, unutma sen değerlisin bu dünyada. Sevme onları. Ne çirkinlikler vardır o maskelerin altında bir bilsen. Korkarsın, saklanmak istersin görsen eğer. Güvenme, üzülürsün, kırılırsın, incinirsin sonra.

Hakettiği değer, unutma bunu. Küpe yap kulağına, kolye yap boynuna. Yalnızsın bu hayatta. Etrafın kalabalık bile olsa yalnızsın aslında. Sakinlik iyidir hem, yalnızlık güzeldir. Acınası olanlar asıl onlardır unutma.

Bak onlara tepeden, inme yanlarına. Gül geç laflarına. Acıtır onların sözleri, iğne gibi batar.



İki metre hayat. İki metre yol, iki metre gün, iki metre toprak.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Poor Little Rich Girl...

Manipulatif olduğu kadar kırılgan, nefes aldığı süre boyunca hem karşısına çıkanların hem de kendi kalbini kıran, hayatı üzüntüler ve buhranların arasında nereye ait olduğunu bilememekten kaynaklanan ikilemlerle geçen, çıkışı da yükselişi kadar nefes kesen bir heyecanla izleyen bu küçük kadının adı edie sedgwick.

Kimilerine göre hüzünlü ifadesi olan kibirli bir kaltak, kimilerine göre bir stil ikonu, Andy'nin ilham perisi. Ama o nereye ait olduğunu anlamakta zorluk çeken küçük bir kadın.

New York'un lüks mağazalarından derlediği imajıyla, naif olduğu kadar femme fatale'liği ile birçok şarkı sözünde anlatılan edie'yi birkaç sene önce rastgele bir şekilde farkettim.

Siyah beyaz çizgili tshirtlu, siyah taytlı, koyu maskeye benzer makyajı ile- ki kanımca ifadesini saklamak için kullandığı bir maskeydi o makyaj, kısa oğlan çocuklarına benzeyen saçları ile görmüştüm ilk onu. Daha önce hiç bir kimsede görmediğim bir ifade vardı bu küçük kadının gözlerinde, gözlerim gülüyor mu diye sorarken bile hüzünlüydü aslında o.

Söylemek istedikleri vardı, söyleyemedi, yanlış anlattı, yanlış anlaşıldı. Nedenlere sığındı, 28 yaşındayken hayattan çekip giderek asiliğini bir kez daha gösterdi.

Büyümek istemediği halde birden büyüyen bir kızdı o, gördükleri şaşırmasına sebep oldu. Şaşırdı, tuhaflaştı ve buharlaştı.


Fotograf: listal.com

7 Haziran 2008 Cumartesi

Ben Bazen...

Ben bazen bağırmak istiyorum sokağın ortasında insanlara
Hepiniz malsınız diye
Ben bazen çığlık atmak istiyorum
Hepimiz öleceğiz diye
Ben bazen ağlamak istiyorum
Hıçkıra hıçkıra
Ben bazen gülmek istiyorum
Deli gibi kahkahalar atarak
Ben bazen dövmek istiyorum insanları
Kafalarını yararak
Ben bazen susmak istiyorum
Avazım çıktığı kadar
Ben bazen kaybolmak istiyorum
Kimsenin beni bulamadığı bir yerde
Ben bazen düşünüyorum da
Çok fazla düşünüyorum
Ben bazen diyorum ki
Bir de şöyle düşün, hiç birşey düşünme...

Doğum Günlerinden Hiç Hoşlanmam.

Tıpkı haftasonlarından hoşlanmadığım gibi doğum günlerinden de hoşlanmam ben. Kendi doğum günüm ya da bir arkadaşımın doğum günü olduğu farketmez. Haz etmem, hoşlanmam, sevmem. Sevimsiz, gereksiz bulurum.
Ne yapacağımı bilemem. Kutlasam mı, sevinsem mi, şaşırsam mı, ağlasam mı kararsız kalırım. Yaşlanırım. Yaşlandığım içinde doğduğum günü sevmem.
Bu sene doğum günümde bir sürü telefon aldım. Ne çok sevenim varmış ben de şaşırdım doğrusu. Hediyeler de cabası. Ama sorarsanız nasıldı diye, tek diyeceğim şey ıssız ada. Evet, evet ıssız bir adaya gitmek benim için harikulade bir hediye olabilirdi.

1 Haziran 2008 Pazar

Margot Tenenbaum


I always wanted to be a Tenenbaum, but maybe I'm one of them...

goodbye ruby tuesday...



she would never say where she came fromyesterady don't matter if it's gonewhile the sun is bright orin the darkest nightno one knowsshe comes and gogoodbye ruby tuesday, who could hang a name on you?when you change with ev'ry new daystill i'm gonna miss you don't question why she needs to be so freeshe'll tell you it's the only way to beshe just can't be chained to alife where nothing's gained and nothing's lost at such a costgoodbye ruby tuesday, who could hang a name on you?when you change ev'ry new daystill i'm gonna miss you "there's no time to lose"i heard her saycatch your dreams before they slip awaydying all the timelose your dreams and you will lose your mindain't life unkind?goodbye ruby tuesday, who could hang a name on you?when you change ev'ry new daystill i'm gonna miss you

29 Nisan 2008 Salı

Yeniliş

Yeniliş

açılmamış bir şarap şişesiydim
ki öyle kaldım
acımı köpürtmedim
içime sağdım
gözyaşlarımı göstermedim
ki sildim
özgürlüğüm beni tutsak düşürdü
başaramadım

içimde kara kara bulutlar sallandı
ki sallandılar
dışarı yağamadım


ve yenildim ve sustum.

5 Şubat 2008 Salı

Hoşçakalın ve balık için teşekkürler

Her geçen gün yeni birşeyler öğreniyorum iğrenç hayata dair. İnsanları tanıdıkça yeni şeyler öğreniyorum. Üzülüyorum, aşağılanıyorum, küçük düşüyorum, lanet ediyorum, nefretle doluyorum. Bırakıp gitmek istiyorum aslında ben burayı. Bu saçma şehri, ailemi, beni sevdiğini sandığım ama sevmeyen üç beş kişiyi, herkesi, herşeyi bırakıp gitmek istiyorum. Boşuna verdiğim bu uğraş, boşuna bu haykırmam, kızmam, boşuna.

Ne umudum, ne de hayalim var artık. Tek bir gidiş bileti alıp, gitmek istiyorum buradan. Küçük bir çanta alarak yanıma. Kaybettim ben artık bütün umudumu. Sevincimi, sevgimi. Nefretle doluyum artık. Teşekkür ediyorum size, herşey için.

Hoşçakalın ve Balık İçin Teşekkürler diyerek aranızdan ayrılıyorum.

7 Ocak 2008 Pazartesi

Ben Her Yeni Yıl Kararlar Veririm

Her yılbaşı sonunda yeni kararlar alırım. Bu sene mutlaka şöyle yapacağım, böyle yapacağım, bunlar olacak diye ama sene sonu gelip seneyi gözden geçirdiğim zaman karşılaştığım manzara muazzam olur. Boktan bir sene daha geçmiştir. Bu sene de aynı şeyi yapar mıyım bilmiyorum. Umutlarımı kaybetmek istemiyorum. Önümde koca bir yıl var. Yapmam gerekenleri bulmam gerek.