23 Ekim 2007 Salı

BİR BEŞ DAKİKA DAHA UYUYAYIM ANNE NE OLUR

Bu sabah zor kalktım. Yataktan çıkıp, giyinip işe gitmek istemedim. Bir beş dakika daha uyuyayım derken o beş dakika oldu gene onbeş dakika. İşte bütün gün boş boş oturduğum için, gitmesem bile fark etmeyecek aslında. Ama gene de gitmem gerek sevimsiz işe. Sevimsiz diyorum çünkü gerçekten çok sevimsiz bir yer. Üç metreden egosunun kokusunu alabileceğiniz bir patronum, birbirleriyle bebek gibi konuşan evli bir çift var. Bazen yanlarındayken “Korkuyorum anne” diye bağırmak geliyor içimden. Zor bir şekilde yataktan kalktım, yüzümü yıkadım. Dolabımın önüne geçtim. Anlamsızca eteklere, tshirlere baktım. Ne giysem. İçimden giyinmek de gelmiyor. Ne zor şeymiş insanın sevmediği bir işte çalışması.

İstanbul sıcak, ev tatsız, iş sevimsiz. Ben yalnızları oynuyorum. Asiye ile iki ayı aşkın bir süredir konuşmuyoruz. Bir daha konuşur muyuz bilmiyorum. Ben üstüme düşeni yaptım. İnsanın yalnız olması değişik bir duyguymuş. Buna da alışılır elbet. İnsan neye alışmıyor ki.

Öğlen tatilinde yalnız başıma gittim yemeğe. Ötekilerle beraber takılıp, ilkokul üç esprilerine maruz kalmak istemiyorum. “Ne kadar az yiyorsun, nasıl bu kadar zayıfsın” bunun gibi sorulardan uzak kalmak istiyorum. “Size ne ayol, size mi kaldı” diye bağırmak geliyor içimden. Fark ettim de bu aralar bağırmak istiyorum. Yapım gereği hırçın biri olmadım ben hiç. Hırçınlık nedir bilmem. Ama bu aralar bir haykırış, bir çığrış, bir ciyaklama hali seziyorum kendimde. Hayırlara vesile olsun, ne diyelim.

Hiç yorum yok: