8 Ekim 2007 Pazartesi

BETERİN BETERİ

Daha kötüsü olamaz, yok artık dediğimiz zamanlarda hep daha kötüsü olur. Bozulan ev düzeninden sonra, acaba daha kötü ne olabilir diye beklerken, Cuma sabahı işteyken gelen telefonla irkildim. Arayan patronumdu ve beni odasına çağırıyordu. Bunun iki anlamı olabilirdi. Ya harika bir iş çıkardım, zam yapacak, ya da kovuldum. Ne yazık ki kovulmuştum. Her zamanki şansızlığımla baş başa idim. Her şeyin iyi gittiğini düşünürken bir kez daha yanılmış ve bir tokat daha yemiştim hayattan. Ama bu işler hep böyledir. Her şeyin iyi gittiğini düşünürsünüz, işiniz güzeldir, aşık olduğunuz insanla aranız iyidir, ailenizle aranız hiç olmamış kadar iyidir, çevrenizde sizi seven arkadaşlarınız vardır, girdiğiniz ortamlarda ilgi odağı olur, ortamın neşe pınarı olursunuz ama sonra, sonra birden bire pat. Her şey ama her şey değişir. Hem de bir saniyede. Benim için de öyle olmuştu. Perşembe günü babama telefon etmiştim, morali bozuktu, bir saat telefonda duygu sömürüsü yapıp beni salya sümük ağlattıktan sonra Cuma sabahı moralsiz bir şekilde işe gittim. Gittiğim yarım saat bile olmamışken zır telefon. Patron. Odama bekliyorum. Oldu ben de tostumu yedim bekliyorum. Demek isterdim tabi diyemedim. Gittim yanına. Her şeyin iyi olduğunu fakat “Senior” yazar alacaklarını bu yüzden beni işten çıkardıklarını söyledi. Hayatımda en sevdiğim şeylerden biri böylelikle elimden alınmış oldu. İşten çıkarılmam bir Cuma günü gerçekleşti. Yani hafta sonu. Var bu hafta sonlarında bir olay ben hep diyorum. Ha bitmedi. Biter mi? Asla. Cumartesi günü babamla buluştuk. Her zamanki cumartesi. Tipik baba kavgası. Baba söylenmeleri. İşe yaramayan insan güruhu olduğumuz söylendi. Yüzümüz bir karış, eve vardık. Evde kavga kıyamet Manik depresif krizleri. Asarım, keserim, satarım, çıkarım, giderimler. Evi satacağımlar, size zırnık koklatmayacağımlar. Hay evinde senin olsun, sen de mutlu ol. Ağlama krizleri, bağırışlar, bıçağın soğuk hissini bileklerimde hissettim tekrar. Ama gene yapamadım.

Korkağım ben biraz galiba. Kessem ne olur ki? Ya da kesmesem. Bilmiyorum. Tek bildiğim şey var, o da hiçbir şey bilmediğim. Ne yapacağımı, ne olacağını bilmiyorum. Akışa filan bırakmıyorum. Hani akışa bırak, eğlen derler ya, nerede ben de o akışa bırakmak. Benim hayatım hep akışta zaten. Yarın adamı teki çıkıp gelse, hadi yavrum asmaya götürüyoruz seni dese, söyleyecek sözüm olmaz, şaşırmam. Çünkü hayatımın saçmalığına alıştım. İşsizliğime gelince; asıl o konuda ne yapacağımı bilmiyorum. İşimi sevmemin esas nedenlerinden biri evden bütün gün uzak olmamdı. Hemen bir iş gerek bana. Evden uzak kalmam. Manik krizlerinde annemin yanında bulunmama gerek. Çünkü onu öyle gördüğüm anda, kafasına bir şeyler atıp öldürmek geliyor içimden. Bazen de, gidip boğazını kesmek geliyor içimden. Ama bir şey yapamıyorum. Çaresiz bir şekilde oturuyorum.

Berbat olan hayatım daha da berbatlaşıyor. Beterin beteri bu olmalı. Ama yok yok. Bir eksik var. Hastalandım mı bu iş tamamdır. Lanet zinciri tamamlanmıştır. Şimdi bu hafta sonu olanları şöyle bir sayalım; babam’ın kötü olan işleri daha da bozuldu, iki saat nasihat ve duygu sömürüsü dinledim, işden çıkarıldım, işsizim, babam cumartesi günü ki hafta sonu kelimenin anlamıyla ağzımıza sıçtı, annem da sıçtı, sonra sonra hımm. Sanırım bu kadar. Ah pardon Asiye’yle konuşmuyorum. Gerçek arkadaşım olmadığını biliyordum ama bu hafta daha da belli etti. Sanırım bir hafta sonunda başıma gelebilecekler bunlar. Merakla gelecek hafta sonunda beni ne lanetler bekliyor onu merak ediyorum. Lanetliyim, lanetlisin, lanetli…

Hiç yorum yok: