30 Nisan 2012 Pazartesi

18 Nisan 2012 Çarşamba

-güdümlü anne terliği bulunur-

yazılarımda seni terkip ediyorum.

terkibi bend. ziya paşa'nın terkibi bend'i vardır, bilir misin? 19. yüzyılda yazılmıştır ve ben en çok 4. kısmını severim.

sana saatlerce saçma sorular sorarak konuşturmak istiyorum ve bana aşık olduğuna inanmak istiyorum. cümlesindeki dilbilgisi hatasını bulunuz. ben buldum bile örtmenim.

yazılarımda seni terkip etmek istiyorum. dilbilgisinde hata yapıyorum. cümlelerim düşük. tansiyonum da düşüyor ama.

gözlerine bakarsam dünya değişir, biz değişiriz diyorum. buna inanmak istiyorum.

bugünlerde ben sıklıkla inanmak istiyorum.

beni inandırsana.

ben seni konuşturayım, sen de beni inandır.

yanımda olursan, dünya daha yaşanabilir bir yer olabilir bence. yanımda olursan, değirmenleri yenebilirim bence.

bisiklet resmi çizdim, sen de bana bir koyun resmi çizer misin?

koyun çiçeği yemesin, lütfen.

beni haftasonları da sevsene.
kafama şöyle sert bir cisimle vursanız da, bayılsam. kendime geldiğimde başka bir zamanda, başka bir mekanda kendimi bulsam.

6 sene önce bir gün karın ağrısından ölürken, ağrı kesicileri çifter çifter almışken, if istanbul'da bir filme gitmiştim. hay bin bok, gitmesem mi gitsem mi diye mızıldanıp aman uyurum en fazla demiştim. bilekkesenler: bir aşk hikayesiydi filmin adı. ben hayattan her zaman ki gibi nefret ediyordum, her zamankinden daha fazla merdümgirizdim.

gittim gördüm döndüm. zia çok aşıktı, sevgilisi onu terk edince hayatın daha da anlamsızlaştığını görüp öldürüyordu kendini. gözlerini başka bir yerde açıyordu sonra. aynı burası gibi, daha da sıkıcı. sıcak, kurak, renksiz, kimsenin gülümseyemediği bir yer. bence buradan farkı yok. sonra mikal'i görüyordu. oraya yanlışlıkla geldiğini söylüyordu beyaz kıyafetli görevlileri arıyordu. mikal zia ile beraber yola çıktı. zia oraya geldiğine emin olduğu sevgilisini arıyordu.

zia mikal'a aşık oldu, mikal zia'ya aşık oldu. hayat burası kadar kötüydü. zia uğruna öldüğü sevgilisini buldu, artık ona aşık olmadığını gördü. mikal görevlilere derdini anlattı, oradan uzaklaştı. zia bekledi, mikal gelecek diye bekledi. mikal gittikten sonra orası daha da berbatlaştı. zia arabanın ön koltuğundaki kara deliğe düşürdüğü kasedi almak isterken düştü. gözlerini açtığında başka bir yerdeydi, yanında mikal vardı.

kafama şöyle sert bir cisimle vursanız da, bayılsam. kendime geldiğimde senin yanında olsam.




şu an burada olsaydın, dizlerine kapanabilirdim.

11 Nisan 2012 Çarşamba

9 Nisan 2012 Pazartesi

"bizim uslanmaz ruhlarımız
hiç kumrulaşabilir mi?
suskuyla yanyana oturan iki kumru…
iki sevgili yanyana oturarak
uzun süre hiç konuşmadan
yani kumrulaşabilinir mi?"


lale müldür

7 Nisan 2012 Cumartesi

heyecandan

heyecandan dili damağına yapışmak,
heyecandan elleri karıncalanmak,
heyecandan avuçları terlemek,
heyecandan kalbi ağzına gelmek.
bunların hepsi heyecandan.
heyecandan karnı ağrımak,
heyecandan ne yapacağını bilememek.
heyecandan ağlayacak gibi olmak.
heyecandan sesi kısılmak,
heyecandan sesi ördek gibi çıkmak.

2 vakte kadar 3, 3 vakte kadar 4.

bugün cumartesi, sinemaya gittim. mutluluğa boya beni. boyandım çıktım.

bu savaş benim savaşım değil dedim, nesi var diye soranlara çok aşığım dedim.

pır pır

mır mır

1 Nisan 2012 Pazar

Million Alyh Roz

Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Baştan uyarayım sevgili okuyucu burada köşeyi dönmekten kasıt, her hangi bir şans talih oyunundan bir anda zengin olmak değil. Eğer böyle olacağını düşünüyorsanız, lütfen şu an hemen burada okumayı bırakın ve başka bir şeyle ilgilenin. Ben baştan uyaran bir yazarım. Aslında yazar bile değilim. Ziyadesi ile çoğu zaman yazamadığımı düşünür ve de üzülürüm.

Evet ne diyordum. Evet hikayemiz. Hikayemiz köşeyi dönünce başlayacaktı. Hava mevsim normallerindeydi ama bana göre fazla sıcaktı. Sinemaya çıkan yokuşu yürürken keşke saçlarımı toplasaydım diye düşündüm. Saçlarımı açık bırakmıştım ve ensem yanıyordu. Saate baktım, geç kalmıştım. Güneş gözlerimi acıtıyordu. Birkaç gün önce sakarlığımdan ötürü gözümü zedelemiştim. Güneş gözlüklerimi taktım, artık Elwood Blues'un kızkardeşiydim.

Sinemanın önünde beni bekliyordu ve çok güzeldi. Onca kalabalığın içinde beni bekliyordu. Bu insanın her zaman göreceği bir güzellik değildi. Etrafına bakınması, duruşu, bekleyişi. Bir süre beni göremeyeceği bir yere saklanıp onu seyretmek istedim. Ama içimdeki ona kavuşma, sesini duyma isteğimi bastıramadım. Ona doğru yürüdüm, beni görünce elini salladı. Yanına vardığımda elini uzattı bense sarılmayı tercih ettim. Aniden sarılmam onu şaşırtmıştı. Nereye gidelim dedim, ben misafirim, sen götürüyorsun dedi. O an onunla ilk otobüse atlayıp kilometrelerce uzağa gitmek istedim ama onun yerine az ilerde çok güzel bir yer var oraya gidelim dedim. Yanımda yürürken benim kadar heyecanlıydı. Parfümünün kokusu tenine karışmıştı, ellerimiz birbirine çarpıyordu.

Ağaçların altındaki çay bahçesi kalabalıktı. Halinden bezmiş garsona çay söyledikten sonra hangimiz önce lafa başlasak diye sessiz kaldık bir süre, gülümsedik sonra. İşte karşımdaydı, kirpi saçları, yeni olduğu belli tshirtü, sakallarının kıvrımları, parmakları, gözleri. En çok gözleri. Yeşil zeytin gibi. Çayları getiren garsona "bu karşımda duran adamın gözlerine saatlerce bakmak istiyorum" demek istedim ama onun yerine çay için teşekkür ettim. Ben zaten hep böyleyim, söylemek istediklerimi hep sona saklarım. İyi mi yaparım kötü mü bilemem.

Güneşin gözümü acıttığını söyledim, gözlüklerimi taktım. Çıkarmamı istedi, çıkarttım. Ben ona baktım, o bana baktı. Durdum. Bir süre sonra oturduktan sonra yürüyelim dedim. Yürüdükçe yürümek istedim. Karşıdan karşıya geçerken elini tuttum, sonra heyecanlanıp bıraktım. Bir şeyler anlattım, güldürdüm. Saçma sorular sordum, konuşturdum. Annem aradı, eve ekmekle süt getirmemi istedi, çarşıya inelim mi dedim, olur dedi. Ekmek, süt, tereyağı aldım. Çarşı esnafına selam verdim. Yanımdaydı. Poşetleri taşırken az evvel aldığım ekmeği, sütü, tereyağı bizim için aldığımızı düşündüm. Keşke biraz sonra eve gitsek, sofrayı kurmama yardım etse, hatta salatayı yapsa diye içimden geçirirken birşeyler yemek istediğini söyledi. Akşam üzeri olmuştu, hava hala sıcaktı. Gözleri yeşil zeytin gibiydi.

Yeşil zeytin demişken, kahvaltı günün en önemli öğünüydü.

Saçlarım hala ensemi yakıyordu ama artık bunun pek önemi yoktu.