28 Eylül 2010 Salı

geçmiş zaman olur ki

bundan 5 yıl önce, daha mezun olmamışım, bahar dönemi yeni başlamış, havalar hala soğuk. kültürel çalışmalar dersinde sarıyla arkada oturuyoruz, bir kız çarpıyor gözüme. önce sesi kulaklarımı tırmalıyor, sonra da görüntüsü sinirimi bozuyor. esmer tenine oldukça zıt duran nar çiçeği bir kazak giymiş, üstelik göbeği açık, saçlarının dibi gelmiş, sarı balyajları hiç yakışmamış, nar çiçeği ruju da cabası. bir de ders aralarında bizim çocuklara yazıyor, bir şuh kahkahalar filan, tam dayaklık. sarıya diyorum ki, kim bu, yüksek lisansdan diyor, hımm diyorum sevimsiz bir şeye benziyor.

2 hafta filan geçiyor aradan. havalar hala soğuk, festival gelmiş, film film koşuyoruz, filmimiz olmadığı zamanlarda da okula gidiyoruz. hava öyle soğuk ki, ben kazak, kırka, battaniye ne bulduysam giyiyorum. gene bir ders gününde bu kızı görüyorum, ben soğuktan it gibi titriyorum, o tenis eteği giymiş, dantel çoraplı üstelik ve de hala bizimkilere yazıyor. dövücem kesin dövücem. ders bitiyor kantine çıkıyoruz burjunun masasına gidiyorum bir şey söylemeye, masada bu kız, bana selam veriyor, 3 numaralı pislik bakışımı atıp, sırıtıyorum. masaya oturup bi sigara yakıyorum kim bu kız diye. konuşmaya başlıyoruz. sesi kulak tırmalıyor kahkahaları korkunç. bir şey var ama adını koyamıyorum. sonradan söylüyor bana samimi olunca mental bozukluğunu. ben diyor tuhafım bak haberin olsun, delinin tekiyim, sağım solum belli değil. olsun diyorum, gelenin bir nedeni vardır, bir şey öğretir, zamanı gelince de gitmesi gerekiyorsa gider.

çok eğleniyoruz, çok gülüyoruz, çok da konuşuyoruz. saatlerce konuşuyoruz. değişik şeyler anlatıyor. bazen deli saçması, bazen gündelik hayat teorileri.

o zamanlar daha mezun olmamışım ben. 6 kızdan oluşan bir arkadaş grubum var. bir de bölümdeki ve güzel sanatlardaki herkesi tanıyorum. okulda da durmuyoruz hiç ama. hep bir yerlerdeyiz, hep geziyoruz, sürü halinde. birbirimizden ayrılmıyoruz hiç. birimiz birbirimizden habersiz don alsa kıyametler kopuyor, ben niye yoktum yanında diye.

bu deli kız da geliyor gruba. bana diyor ki ama ben sizin gruptan olmam asla. hatta sen de olmasan iyi edersin. saçmalama diyorum, öyle şey olur mu, onlar benim arkadaşım. birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. ne kadar çok kalabalık etrafım o kadar iyi diyorum, yalnız kalmıyorum. ne de güzel kandırıyorum kendimi! sonra bir gün yavaş yavaş kopmaya başlıyorum kızlardan. yanlarına gittiğimde konuştukları eskisi gibi hoşuma gitmiyor, eskisi kadar eğlenmiyorum. kopmaya başlıyorum yavaş yavaş. ilk kez bir şeyden haberdar oluyorum, kişisel alandan. benim diyor kişisel alanım geniş, seninse dar. hangisi daha iyi ben bilemem ama sen gör bak, kararını ver, her selam verdiğine arkadaşım diyip hayatında bir yere oturtmaya çalışman mı, yoksa değer verdiğin, keyif aldığın bir kaç kişi mi?

dedim ya o aralar herkesi tanıyorum, herkese arkadaşım diyorum, kantine girdiğim an herkesle selamlaşıyorum, onla konuş, bunla konuş, 2 saat çıkamıyorum. bir de kızlar. ah kızlar! eğlenceliler, komikler ama ya tripleri! bana neden haber vermedinleri, ısrarları, çat kapı gelmeleri! tam ne istediğini bulmaya çalıştığın zamanlarda hadi gezelim demeleri!

bir süre yalnız kalıyorum, tek başıma sokağa çıkmaya başlıyorum, bir kafeye gidip bir şeyler içiyorum, bir filme gidiyorum, daha önce yalnız kalmamışım, düşünüyorum. sonra şimdi hatırlamadığım bir nedenden o deli kızla arkadaşlığımız bozuluyor.

kalabalık kız grubumla da pek takılmamaya başlıyorum, sen değiştin diyorlar bana.
aradan yıllar geçiyor, yeni yeni insanlarla tanışıyorum, bazıları gelip gidiyor, bazıları kalıyor. hepsinden bir şey öğreniyorum. ama en önemlisini unutmuyorum, her selamlaştığıma hemen arkadaşım demiyorum. kişisel alan beni de çekiyor içine.

kızlar mı? birkaçı evlendi, düğünlerine de gittim, bazıları gündelik hayatın karmaşasına kaptırdı kendini. ama biliyoruz ki, görüşmesek de, konuşmasak da onlar hala orada.

şimdi bunları niye yazdım, bilmiyorum aslında. wilson'la arkadaşlığımızın bitmesinden olabilir. yıllar önce tanıdığım o mental disorder'lı kız bana bir şeyler öğretti gitti, 5 yıl sonra wilson'ı tanıdım. another mentalist! yani mentalist değil, sen anladın onu işte! o da öğretti ama aldı da, enerjimi aldı çoğu kez!

insanlar gelir, insanlar gider.

hayat böyle bir şey!

geçici!

6 yorum:

Rahime.T.E dedi ki...

İnsanın kendinden başka herkes bir şekilde kopup gidiyor, yalnız kalmayı, yalnız eğlenmeyi öğreniyor insan.

French Oje dedi ki...

kişisel alan sevmiyorum sanırım ben ya, bana iyi gelmiyor. bana insanlar iyi geliyor.

edie finnerty dedi ki...

cyk: olay şu ki bence, insan kendine yetmesini öğreniyor. dünyanın kendi etrafında dönmediğini öğreniyor, başkalarının hayatı olduğunu, onların hayatına saygı duyulması gerektiğini öğreniyor.

french: ben karşı değilim, bilakis her insanın kendine ait bir alanı olması gerektiğini düşünüyorum. tanıdığım ve arkadaşım ayrımını iyi yapıyorum bu sayede. herkesi hayatıma alamam, almam. alırsam sonuçları tahmin ettiğim gibi olmayabilir, ki çok yaşadım.

Cadi dedi ki...

yazmışsın :)

zeynep dedi ki...

Çok güzel bir yazı olmuş edie, bayıldım!

Zamanla insan değişiyor, gelişiyor belki olgulaşıyor, kendi başına kalabiliyor, korkmuyor, duruluyor, acele etmiyor eskisi gibi... Hele bu bizim yaşlarda çok şeyin değiştiğini hissediyor insan kendiyle ilgili.Dediğin gibi her şey akıp gidiyor...

edie finnerty dedi ki...

cadı: evet, niyahet yazdım :)

zeynep: yirmilerin ilk başında bir olgunluk tavırları var ya, her şeyi bilirim tavırları, yıllar geçince gülüyorsun onlara. otuzlara gelince de büyük ihtimal daha da güleceğiz.