22 Aralık 2009 Salı

Seni kategorize ettim ve sana laflar hazırladım.

Pek sevgili blogum, fark ettim ki uzun zamandır yazmamış sizleri yalnız bırakmışım. Çok ayıp gerçekten çok ayıp bu yaptığım.

Bloguma yazmadığım bu süre zarfında ne yaptın derseniz, vallahi ben bir şey yapmadım. Yedim, içtim, gezdim, tozdum, soğuk hava koşullarına uyum sağlamak için lahana gibi giyinmeye başladım, ona buna sataştım, tipik edie finnerty davranışları yani.

Bunları boşverelim de bir an önce engin bilgilerle dolu yazıma geçeyim.

Herkes herkesi kategorize eder, ben yapmam, insanlara yaftayı yapıştırmam diyenler bile hayatlarında bir kez yapmışlardır bunu. Ben yaparım, kategorize eder, sınıflara ayırırım, zira biraz pis bir insanım.

Bugünkü kategorizasyon konumuz sanat sepet işleriyle uğraşan karşı cins;

Güzide memleketimin sanat sepet işleriyle uğraşırken bir yandan da bağyanları etkilemeye çalışan bu adamları yaftalama, yapıştırma, parçalara ayırmayı ve sizlerle paylaşmayı borç bilir, geneller de genellerim. Bu yazıdan sonra sanat sepet adamları tarafından müzelik olabilirim ama olsun varsın. Ruhum sanata kurban olsun.

Fotoğrafçılar : Son zamanların en çok tartışılan sanatı fotoğrafın küçük prensleridir bu adamlar. Ellerinde fotoğraf makineleri ile her yerde karşımıza çıkabilirler (evet çok pis genelledim) Fotoğraf sanat mıdır, fotoğraf mı denir resim mi denir tartışıladursun fotoğrafçı adamlar ister bir moda fotoğrafçısı isterse de fotoşipşakcı olsunlar beğendikleri bağyana "model olmalısınız, bana modellik yapar mısınız, yüz hatlarınız oh may gad" biçiminde yaklaşabilir, portfolyalarını (bol fotoşoplu renklerle oynanmış, abuk sabuk kadrajlı, mutlaka martılı vapurlu) göstererek "ben romantik bir adamım, renkler, doğa, güzellikleri göstermek benim işim" ayağında sizi yiyebilirler, aman dikkat.


Sinemacılar : Onların hepsi birer Godard, Tarkovski, Truffaut. Hepsi inanılmaz senaryolar yazar, kadrajın alasını bilir, Auter'un ustası, unutulmaz filmlerin büyük yönetmeni. Kısa film çeker, Hollywood'dan nefret eder, Uzak doğu sineması favorisidir, bağımsızları sever. Türk sinemasının son haline acır, Recep İvedik'in gişesini kıskanır. Festivallerden festivale gider, sürekli eleştirir. Onun kadrajını, bunun rengini, ötekinin senaryosunu, berikinin oyuncularını her şeyi eleştirir. Film festivallerinde elleri ceplerinde kafasında şapkası ağzında sigarasıyla Marlon Brando'yla Naylon Branda arası gidip gelen bu adamlar engin sinema bilgileriyle, sohbetleriyle sizi kandırıp, "yüzün sinemaya çok uygun, kısa film çekiyorum oynar mısın" diyerek etkilemeye ve evinde dvd izlerken şarap içmeye davet ederler. Geçmiş zamanın dandik kısa filmcisi, şans yüzüne gülüp bir festivalden ödül alınca değil sizi aynada kendisini bile tanımaz.


Yazarlar- şairler : "Kendimi bildim bileli yazarım ben, içimden gelenleri ancak böyle yansıtabiliyorum, yazınca diğer benler çıkıyor ortaya, kelimeler kelimeler kelimeler, kelimelere aşığım, özellikle de dahi anlamındaki de'ye" Sanat sepet aleminin iflah olmaz romantikleri, kendilerini bir türlü istediği gibi anlatamayan hiç büyümeyen adamları Peter Pan sendromlu, kelime aşıkları, sarmal çengel kare bulmaca manyakları, mübalağanın ustaları askrostişin hastaları yazarlar ve şairler, kitabın olduğu her yerde karşınıza çıkabilir. Kemik çerçeveli gözlükleri (okumaktan şişe dibi gibidir), ellerinde kitaplarıyla, dergi almak için gittiğiniz kitapçıda yanınıza gelerek bir alıntyla lafa başlarlar. İşte bu noktada ya hoşçakal canım diyebilirsiniz ya da ne diyor bu adam diyerek şuursuzca zırvalamanın büyüsüne kendinizi kaptırabilirsiniz. Sohbet ilerledikçe Orhan Pamuk'a atıp tutan, Orhan Veli'den daha şahane olduğunu söyleyen entelijans kitab-ı kurt adamlar kurdukları cümleler kullandıkları kelimelerle aklınızı başınızdan alacaklarını sanıp elleri boş gözlerinde yaşlarla kalabilirler.

Ressamlar : Mutluluğun resmini ben çizdim Abidin. Renklere aşığım özellikle de sarıya! Küçük bir çocukken bütün ressamları Trt2'deki ressam gibi sanırdım, hey hat ne kadar da yanılmışım!
Kafalarında yan taktıkları bereleri, ağızları pipoları ile klişenin önde gideni olarak resmedilen ressamlar ne yazık ki öyle değiller aslında. Biliyoruz da konuşuyoruz! Daha önceki yazılardan bilen bilir resim sanatının genç isimlerinden neler çektiğimi! Her neyse kişisel deneyimlerimden, nefretlerimden bahsederek konuyu dağıtmak istemiyorum. Konumuz ressamlar, evet ressamları Trt2'deki beş dakikada bir fırça darbesi ile ağaç yapan, çalı yapan ressam amca gibi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Zira o dönemler kapanalı çok oldu. Resim ya da grafik bölümünden mezun olduktan sonra "en iyisi resim yapmak" diye kendilerini tuvale veren adamlar, içlerindeki kaosu tuvale yansıtırken "ahanda boya döküldü, boşver kalsın sanat sansınlar" mantıklı, her daim kafası karışık, sanat dünyasının göz bebeği, anlaşılamayan karmaşık yeteneklerdir, ya da kendilerini dev aynasında sanan cücelerdir. Beğendikleri bağyana "sizi resmetmek isterim" diye klişe laflarla yaklaşırken, biraz yakınlaşınca "ben kafası karışık bir adamım, sanatımı bile anlamıyorlar" diyerek kendini acındırıp, uzaklaştırmak isterler. Sanat sepet dünyasının renk delilerine en iyisi bir kutu pastel boya ve boyama kitabı alıp yanlarından uzaklaşmaktır.


Oyuncular : Meslekleri gibi oyuncudur bu adamlar. En kıytırığı bile öyle güzel oynar ki binlerce dansöz var ama sen bir numarasın, değil portakalı oskarı bile alırsın dersiniz. Bu oyuncu arkadaşlar dizi, sinema ve tiyatro oyunları olmak üzere kendi aralarında da ayrılır. Dizi ve sinema oyuncuları kısa filmlerle başlar sonra kıytırık bir iki dizi de gözükür, bir yan rol ya da yandan yemiş bir başrol kaptı mı kimseyi tanımaz. Şimdi diyeceksiniz ki tiyatro oyuncuları nasıl onların farkı var mı, aslına bakarsanız oyuncu oyuncudur, kendi aralarında isterlerse sekize ayrılsınlar oyuncu oyuncudur arkadaş. Timsah gözyaşı döker, yalandan methiyeler düzer. Yeniden başlasın aşk ateşim yanmasın bizim gibi sevenlere yazık derler ama iki gün sonra yeni yeni sevdalar çiçeğiyim ben diye gezerler. Ay dizilerde oynuyor, bu sene Afife Jale'yi seneye de oskarı alır demeyin kendinizle oynatmayın.

Müzisyenler : "Akdenizzzz akşamları"
Yazlık akşamlarının göz bebekleri, gitarlı cover manyakları. Benim sesim güzel bunlar da kendi bestem diyerek kendilerini birer Mozart, Beethoven, Münir Nureddin sanan bu adamlar hisli içli hoş sesleriyle şarkılar söylerek Sirenler gibi sizi yanıltabilirler. Bu hoş sesli boş gitarlı adamların romantik gözükmelerine, size şarkı yazmalarına aldanmayın. Unutmayın ki bunların peşinde dolanan konser konser gelen grupileri ve sahneye çıktığında ağlayan, donunu sütyenini atan, orasını burasını imzalatan hayranları var. "Bebeğim sana şarkılar yazdım" dese bile inanın ki aşırmıştır o şarkıyı bir yerden.

Bitirirken; pek sevgili blog takipçilerim canlarım bu kadar yazdığıma abarttığıma genellediğime bakmayın. Ben geneller kategorize eder ve abartırım. Huyum kurusun.

Bu yukarıda saydığım, verip veriştirdiğim adamların hepsi aynı olmayabilir. Deli paratoneri, arıza mıknatısı olduğumdan sanat sepet dünyasının arızalı tiplerine denk geldim.

4 yorum:

Cadi dedi ki...

ahahahhaha

koptum abi..
hislere tercüman diyorum başka bir şey demiyorum..
seni seviyorum!

edie finnerty dedi ki...

burada saydığım arkadaşlarla ben bizzat tanıştım, hele ki biri (yazar- şair bozması- of allam korkunçtu) korkmuyor musun? kelimelerle başını döndürebilirim demişti! klişe timi olarak buraya yazmazsam çatlardım.

:)) ben de seviyorum seni :)

Mademoiselle Coco dedi ki...

:) Edie, daha kötüsü ben bu kategoriyi bile yapmam "sanatçı" der amaca bağlı olarak yaklaşır ya da kaçarım. Sen pis mis değil son derece vicdanlıymışsın.

edie finnerty dedi ki...

cococuğum :) sanat adamı bozar diyoruz :)