aslında çok daha önce yazmam gerekirdi ama üşendim, ya da korktum bilemiyorum şimdi ama yazmanın vakti geldi.
1 kasım sabahı uyandığımda o gün farklıydı benim için, hayır maaş almayacaktım çünkü henüz bir işim yoktu. farklıydı çünkü sabah b. kolumdan tuttu ve beni ayın biri kilisesine götürdü. dileklerin oluyor bu kilisede dedi bana. dilek dile.
komik bir şekilde vardık imç'nin arkasındaki küçük kiliseye. kadıköy'den motorla eminönü'ne geçtik oradan da imç'ye giden otobüslerden birine bindik. imç'nin önünde indiğimizde karşıya geçmemiz gerek dedik. arabalar vızır vızır, adımımız atsak sinek gibi ezileceğiz, bekledik trafik yavaşladı güle güle karşıya geçtik. 3. blogun arkasına gitmemiz gerektiğini söyledi perde satan dükkandaki adam. merdivenlerden indik, köşeyi döndük ve tatatatam işte ayın biri kilisesi karşımızda. yüksek gri demir kapılarından içeri adımınızı atınca onca ses, trafik, kaos dışarıda kalıyor. okul bahçesi gibi avlusu, tuhaf bir huzur veriyor insana. içerisi kalabalık. b'ye bakıp "delisin kızım sen" diyorum. "delisin getirdin beni buraya" aslında itiraf etmem gerekirse ben de çok istedim orayı görmek, belki dileklerim olur diye istedim bilemiyorum. içeri girdik, hınca hınç dolu içerisi, yaşlısı genci, başı kapalısı, açığı herkes doluşmuş. ellerinde anahtarlar. adet buymuş anahtar alıyormuşsun, sonra da dileklerini diliyormuşsun. iki anahtar alıyorum, iki dileğim var çünkü. oradakilerin anahtarlarla ne yaptığına bakıyoruz, biz de gülerek aynısını yapıyoruz ciddi olmaya çalışıyoruz ama yapamıyoruz. aşağı kata iniyoruz sonra, kadının teki durduruyor bizi, çok temiz sizin kalbiniz diyor. ne dilerseniz olur işallah diyor. b'ye bakıyorum şaşırmış o da. yoksa diyorum işaret mi bu. üst kata çıkıp mumlarımızı yakıyoruz sonra. en çok yanmış olan mumun yanına dikiyorum mumu. biran önce olsun dileğim diye. kapıdan çıkarken öğreniyoruz ki olursa dileğimiz geri getireceğiz anahtarı.
bundan sonrası bekleme dönemi diyoruz kendi kendimize. kadıköy'e giden motordayız tekrar. güneşli hava. kasım ayındayız ama pırıl pırıl gökyüzü. denizin üstü sanki pırlanta dolu, ışıl ışıl. anahtarlar boynumda, b'nin de öyle.
zaman geçiyor aradan. olumsuzluğa kapılıyorum bazen. yok diyorum olmayacak. ama sonra kızıyorum kendime sakin ol kızım diyorum. bekle. sabret. metanet, sukunet, dirayet. bu üç kelimeyi hatim ediyorum.
3 ay geçti aradan. anahtarlar hala boynumda. bugün şubat'ın 24'ü. bu pazar ise martın 1'i. gene gidiyorum ayın birine. teslim edeceğim anahtarımı, yeni anahtarlar alacağım.
bilemiyorum anahtarlar gerçekten sihirli mi yoksa ben mi çok istedim ama sevinçliyim, huzurluyum.
çok isteyince oluyormuş galiba gerçekten.
neden yazdığıma gelince bu yazıyı, inanın diye yazdım. hani bir laf vardır ya, inanmak başarmanın yarısıdır diye, çok klişe ama çok da doğruymuş meğer.
:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder