29 Ekim 2011 Cumartesi

hezeyan

yokluğunda çok kitap okudum.
şarkılar öğrendim.
tüplü dalış yapayım dedim, tüpü bitmiş yapamadım.
senegallilerle altın günü yaptım.
kısırı tutturamadım.

hezeyanlardan hezeyan beğendim.
bir öykü yazdım.
kadıköy'ün orta yerinde "seni yeneceğim istanbul" diye bağırdım.
deli sandılar, sustum.

"sen bu parayı hak etmiyorsun" dedi kısa saçlı kadın.
kadın haklı beyler diyemedim.
başımı salladım, sustum.
ben sustum gözlerim konuştu.

gözlerim demişken, gözlerimden ateş çıkartırsam
evrimimi tamamlayabilecekmişim
öyle dedi doktorum.
gözlerimden ateş çıkartırsam eğer,
mutant olabilirim ben.
mutantlar aramızda.
aramızda kalsın ama bu.
duyarsa üzülür şimdi.

bu arada iki kişinin bildiği sır değildir.
tır hiç değildir.

çayın bittiyse koyayım.

yazdığım şiirler seni anlatsın.
şarkılar beni söylesin.

27 Ekim 2011 Perşembe

sen uyurken

bir gün, bütün tanıdıklarım uyurken, bu hayatın yanağına bir öpücük kondurup uzaklara gideceğim. sorun sende değil bende yazacak yanı başına bıraktığım notta.

26 Ekim 2011 Çarşamba

mıknatıssız bir pusula

ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
adlı bir cengaver olarak telefon ediyorum.
hakiki cinayetler işleniyor görüyorum.
isa görüyor, şeyhim görüyor, ben görüyorum.
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.

yüzyıl şilisinden bir dazz javulcusu inliyor tam arlarımda
hiç durmadan kentlimağlup kıyasıya mağrur ve mor
bir çocuğum şimdi pişman olmak için
birbiriylebağlantılıyüzbinlerceyılım vor.

seni sevmem
bu savaşı
kesintiye uğratmaz
ama ordan bakma!
bu, werther’in
leş kanını
gül kılar.


birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
otobüsler olacak, tirenler, bütün öldürülmüş cumhuriyet şehirleri
saçlarım uzun olacak, bıyıklar, gözlükler, gideceğim
çığlıklarla düzülmüştür aşk şiirleri.

gideceğim ensk ökümde devlet denen şirk,
beb gözüğümde kent gördükçe kırılan gıçlar,
ve bir dizeyi haklar gibi terli ellerim
bu çağın açısını dik tutacaklar.
bana bir öpücük verin yoksa galip döneceğim
ufka bir kesin ordum akıverecek
elimde çözülecek makina ve cinayet
marşlar yazıp halkımla söyleyeceğim yoksa.
inanmışım kaybetmek esrarıdır olmanın
çıldırmış bir vaşak gibi kaybediyorum.
ipimden kurtulmuşum kaybediyorum.
birleşmiyor ellerimiz haykırıyor trapez
tanklar tank olup geçiyor üstümüzden

helvetius haklı, devlet şaşkın, piyanist kara
memleket sana rağmen ket vururken yarama
şu çıplak çocuk şu tüyük bürk şairi ben

-ve emir “kun” diyor; doğuruluyorum-

“bu ülke”den daha bıçkın tamlama bilmiyorum.

bana bir öpücük verin yoksa şair öleceğim
ikdildar tohmekecek sözüme yoksa
ve bir dizenin tan yerini ağartamsıysa
ellerini tutarım ki kudurtucudur.


bunun için gözlerinin meryem hali sevgilim
gözlerinin meryem hali gerçek yurdumdur
ki zuhrettiğinde ilk formuyla isa yeniden
ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorumdur.
ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm

birleşmemiz radikal olacak ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm!
ah laikse aşkımız biter elbet bir kışbaharyaz günü

gözlerin uçurumlar kaydeder avuçlarıma
bir çınar gövdesini bir hamle daha yayar
üç içbükey komodin silah çeker vurulur

sen gidersin, denklem düşer, ben aşk olduğumu ağlarım
bir kelebek konduğu yerde bir mayın olduğunu anlar.
ben dünyaya karşı durmak ile meşhurum
olma. yokluğun bulunmama larcivert lavlar akıtır.

nasıl çekip gitmiş bir şaman
çekip gitmiş, bir şaman değilse en çok
benim gibi sonsuz bir at
hiç koşmuyorken de attır.


biliyorum lir sızmıyor şakaklarımdan
ve yüzümde şeyh çıldırtan yarıklar da yok
annem beni hep çok sevdi, kız gördüm mü ağlıyorum
modern bir alışkanlıktır ölmek, seni doğasıya seviyorum
ben sana düzenli olarak telefon ediyorum.
mıknatıssız bir pusula olarak

ah muhsin ünlü

24 Ekim 2011 Pazartesi

zaman ve ötesi

şişe şişe eter içmek istediğim yalnız ve kedili bir pazar gecesinde yine beraberiz blog. keyifsizim. son günlerde olanlar üzüyor beni. kendimi oyalıyorum, bol bol okuyorum, yazıyorum, yazmaya çalışıyorum, yazdığım cümlelerin abukluğuna bakıp siliyorum.

kitapları okuyorum, kitapçıkları, broşürleri, broşurleri, föyleri, el ilanlarını, mektupları, blogları, twitterı, gazeteleri, dergileri, prostektüsleri, prestektüsleri, prospektüsleri, reçeteleri, peçeteleri.

şişe şişe eter içmek, günlerce uyumak, uyandığımda kendimi japonya'da bulmak istiyorum. bütün meyhaneleri dolaşmak, bütün sarhoşlara sataşmak, avazım çıktığı kadar susmak istiyorum.

ilahi adalet, kan, vahşet, nefret, sevgi, aşk, özlem, gözyaşı.

aşk ve nefret arasında ince olan çizgi.

tanrılar kurban istiyor.

evler yıkılıp, ocaklar sönüyor. birileri ağızlarından köpükler saça saça "adalet yerini buldu" diyor.

kana kan. dişe diş. göze göz.

duruyorum, bakıyorum, susuyorum. konuşmak istiyorum, sazlıklardan havalanan ördek gibi çıkıyor sesim. konuşamıyorum.

öyle bir hapşırıyorum ki akciğerlerim sarsılıyor.

öyle bir seviyorum ki boğazım düğümleniyor.

güneş gözlerimi yaşartıyor.

rüzgar saçlarımı dağıtıyor.

saçlarım durmadan uzuyor.

öyle bir geçer zaman ki geçmek bilmiyor.

fok balıklarından bile yalnız olduğumu kabul etmek sinirimi bozuyorç

hatıralar hayal oluyor diyor dario.

olmasın, hatıralar hayal olmasın dario.

yargılamak

"sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği fark etmezsin? kendi gözündeki merteği görmezken, nasıl olur da kardeşine, `kardeş, izin ver de gözündeki çöpü çıkarayım' dersin? seni ikiyüzlü! önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün"

luk.6:37-38, 41-42

17 Ekim 2011 Pazartesi

tefrika

Yani bazen düşünüyorum da sizin işiniz de zor arkadaş, insan olmak yani. Öyle her Allah’ın günü kalkmak, işe gitmek, strese girmek, yetişti yetişmedi derdi, sonracığıma okul derdi, ilkokul mu ne diyorsunuz ona, ondan, sonra ortası, lisesi, üniversitesi, sonra askerlikmiş, evlilikmiş, ekmek parası derdi, çoluk çocuk, geçim derdi. Zor arkadaşım zor, ben bunları kediyim diye söylemiyorum he, aman yani bir yanlış anlaşılma olmasın. Ama çok zor işiniz, ben diyeyim sana. Ya tamam benim de işim zor elbet, kedi olmak da zor şey ama kedi olmak ayrı insan olmak ayrı. Tastamam ayrılar birbirlerinden. Bir kere biz yapımız gereği küçücüğüz boyut olarak avantajlıyız, her yere sığarız, aradan yırtarız, oraya buraya gireriz, en olmadık en saçma en abuk sabuk yerlerde gezeriz. Kimse de bize hop arkadaş ne işin var burda, giremezsin, damsız almıyoruz gibi şeyler söylemez, yani arada bir kış kışlayıp kovuyorlar, tekme filan yiyoruz ama o da onların terbiye noksanlığı. Ondan sonracığıma yemeğimizi çöpten de buluruz, çalarız da. Bir şekilde buluruz yani anlayacağın. Ama insan olmak öyle mi arkadaşım, bak kediyim diye demiyorum, sakın bozulma ama çok zor işiniz çok.

Biz bir kere hep dört ayak üzerine düşeriz. Şanslıyız, hem de çok şanslıyız. Soğuk havada şöyle bir arabesk Küçük Emrah bakışı yeter. Biri acır bize muhakkak, hatta evlerine bile alıyorlar yani o derece işe yarıyor ama ya siz? Sizin öyle mi? Değil, ben mi nerden biliyorum? Bizim bir abimiz vardı vakti zamanında, arada bir bizim çöplüğe gelirdi, neydi adı dur hatırlıycam, Ömer mi, Ender mi, valla yalan olmasın şimdi, konuyu da dağıtmayalım, siz insanoğlunun vakti çok değerli biliyorum yani onu. Heh neyse ne diyordum ben, işte bizim çöplüğe gelen o abimiz işte, bizim çöplük dediysem de bizim takıldığımız çöplük, yani kalkıp şimdi biri yanlış anlar filan ayıp olur sonra, o çöplüğe takılan abimiz bir gün baktı baktı bize, o zamanlar da bizim aile eşrafından bir Nuri abimiz var, yaman kedi, bunun yavruları var, oğulları, şimdi büyüdüler koca kedi oldular, arada bi gelirler bana hep, onları saldı Nuri abi restoranın önüne, gelen müşterilerden biri, zenginler gelirdi he oraya, fiyakalı bir yer yani, onlardan birinin çocuğu işte ay dedi bizim Nuri’nin oğullarını gösterip, anne alalım bak ne şirin ne olur ne olur, anası önce hık mık dedi ama baktı ki velet susmuyor, mızmız da bir şey çocuk, aldılar Nuri abinin oğullardan birini. İşte o zaman bizim oraya takılan abi baktı baktı bunların arkasından, sonra bastı küfrü. Pezevenkler dedi, alırsınız kediyi evinize, o da sıçar halınıza ama bize bi ekmek parası yok, şu fakire evsize bir ekmek alalım, yatacak yer bulalım yok. Sonra bastı bizim Nuri’nin diğer oğullarından birine tekmeyi, ben mi, ben topukladım hemen tabi, zaten bakarım ben biri sinirli bulaşmam hiç, sırnaşmam. Tekme filan yiyemem yani. Olan bizim Nuri abinin ufaklığa oldu, gerçi sonra Nuri almış onun hesabını ama o an acımıştım garibe. Sağlam küfrederdi he bizim o abi ama. Zenginlere bakar bakar basardı küfrü. Neydi ya bi lafı vardı çok gülerdim ben, it oğlu it mi derdi ne derdi, onun gibi bi şey, çok gülerdim ona. Bizim arkadaşlara da derdi arada, kediye it oğlu it diyordu yani. Öyle komik adamdı. Bir ara anlatmıştı bana hikayesini, çok acıklıydı he, Türk filmi gibi. Şimdi birkaç akıllı çıkıp anlatsana diyecek ama yemezler, bu hikaye bitsin abinin hikayesini anlatırım ben size bi ara.

15 Ekim 2011 Cumartesi

hapşırık

Küçük yaştan kakılır bazı şeyler kafamıza ve bizler böyle büyürüz. O kakılan düşünceler, fikirler her geçen gün biraz daha evrim geçirir, semirir ve daha çok kakılır beyne. Hapşırığını tutma da bunlardan biridir. Rahat hapşır, sakın tutma kendini, tutarsan iç organların patlar maazallah. Ben de bunlarla büyütülmüştüm, hatırlıyorum da küçükken anneannemin yanında kendimi tutmuştum hapşırırken o da bana “tutma evladım hapşır gitsin zararlı, beynin patlar sonra” demişti. Hapşıracağım zaman kendimi yanlışlıkla tutarım da beynim patlar ölürüm diye günlerce uyuyamamıştım doğru düzgün. Hep böyle şeylerle büyütüldük biz zaten. Çok ağlama gözyaşların kurur, çok yeme çatlarsın, çok gülme ağlarsın, başına gelmesini istemediğin bir şey duyduğun vakit duvarlara tahtalara vur, kara kedi gördün saçını çek, merdiven altından geçme, biri sana güzel bir şey dedi mi poponu kaşı, dilini ısır, yemeğini bitir arkandan ağlar, hep bunlardı bizi korkutanlar. Kulak asmamaya çalışırdım ben, ilgilenmemeye, duymamaya. Ama olmazdı, ben ne kadar kulaklarımı kapatmaya çalışsam da sözler dönüp dolaşır yine beni bulurdu. Sonra zaman geçti, ben unuttum, artık hapşırığımı tutarsam beynim patlar diye korkmuyorum zaten çok da hapşıran biri değilim dedim ya tuhafım diye. Ama severim hapşıranları izlemeyi. Bazılarının burunları kaşınır, suratları ekşir ardında “ıpsı” diye bir sesle hapşırırlar. Bazıları küçükken büyüklerinin tembihlediği gibi tutmaz kendini çok gürültülü hapşırır “haaaapşuuuuu” diye kocaman bir sesle.



yıllar önce yazmaya başlayıp yarım bıraktığım öykülerden biri. dosyaların arasına sıkışmış, gün yüzü görsün, nefes alsın istedim. belki devamını yazarım sonra, he yazar mıyım sence sebastian?

da da da

bir manikürle insana dönmek!

selam sana bilog, selam sana ahali!

ben bir manikürle insana dönen uzaylı zekiye, zekiye pek olmadı tabi burda ama napalım.

o değil de arkadaş çok mu çabuk geçti bu hafta, çabuk mu geçiyor haftalar, günler, geçmiyor da bana mı öyle geliyor? bir şizofrenik durumlar mı vicüt buldu bende.

vicüt bulmak.

kimin vicüdü?

vicüt güzellik yarışması diye bir şey var ya? şişiriyorlar kasları filan!

kafa küçcük, kollar canavarlar, baccaklar kürdan, avuç içi bikini, meme zaten yok!

allahım korkunç!

o değil de kadın kısmı kaş, bıyık, manikür, pedikür filan yaptırınca bir rahatlama bir oh be anam dünya varmış hissi oluyor ya, işte o his dünyaya bedel.

sırf bana mı özgü acaba bu işlemlerden sonra böyle bir oh be anam hissiyatı?

valla merakımdan soruyorum bacılarım?

yoksa yeminlen kendimi çok ezik hissedeceğim. zaten demented loser diyip duruyorum.

aman nabayım ya! tek bensem de banane yani!

bilgisayarda binlerce dosya var, yarım yarım öyküler, yarım bırakılmış romanlar, senaryolar.

insan değilim!

üşeniyorum öyleyse yarın mottosuyla yaşaya yaşaya, ölücem bir gün! vicüdümü kediler yiycek, tüm şehir size gülücek!

tut ki karnın acıktı, annene kızdın, kedini yedin ve tüm şehir sana güldü! olabilir yani böyle şeyler! olamaz mı?

şimdi senaryo diyince aklıma geldi, vakti zamanında veletin teki asılmaya çalışıyor aklı sıra mesaj attı, ben senarya yazmak istiyorum bana yardım edebilir misin, tabi dedim, önce bir yazım kılavuzu alıyoruz, olmadı tdk açıyoruz google'a yaz çıkar, senarya yerine senaryo yazmakla olaya başlıyoruz.

demek istedim, demedim tabi.

senarya yazılmaz, senarya doğulur da diyebilirdim, bu daha iğrenç olurdu.

benden öğrensen olmaz kitap al, ya da workshoplara katıl dedim.

senarya!

velet aslında amacını belli etmiş, seni var ya! i ve v harfini at, kaynaştı onlar!

bir de makarna yapayım ben, şarap filan evde konuşuruz diyor!

o makarnaları sana nasıl yediririm biliyor musun evlat? burnundan yediririm, düdük makarnası diye adın çıkar!

makarna ve şarap! çilek ve çikolata da olacak mı? kokulu mumlar filan? olmadı midye yiyelim o daha alengirli bi yiyecek!

kanan var mı lan bunlara? makarna yaptım şarap açtım senaryo nasıl yazılır konuşucaz! yarım saate kalmaz sen film çevirmeye çalışırsın tiynetsiz!

ben velete diyorum ki, şugün şu saat şu kafeye gel, adam bana makarna şarap diyor! yaa yürrü git damacana!

neden arkadaşım bu ayak? makarna nedir? çok mu çaba harcıyorsun yani? su ısıt, koy olsun, hazır sos yapıyorsun al sana makarna. duyan da hamur açtı, makarnayı yaptı, kesti biçti doğradı sanacak! tamamen ev makarnası! yürrü düdük makarnası! bak aklıma geldikçe sinirleniyorum!

yaşlandım mı nedir zaten, durup durup sinirlenme olayı başladı bende. birine, bir şeye kızdım mı amanın! erdal abi gibi konuşmaya başlıyorum, akabinde de - bak akabinde dedim her zaman demem kıymeti biline- iğrenç olduğumun farkına varıp susuyorum. susuyorum ama kızgınlığım geçiyor mu? nayııırrrr! durup durup aklıma geldikçe tiynetsiz cibiliyetsizler diye başlıyorum.

yaşlandım yaşlandım!

daha dün doğan çocuk bugün 15 yaşına basmış! abooov!

15 yıl boyunca çocuğu görmemek de ayrıcana bir öküzlük!

çocuk filan dedim de oha lan ne çoccuğu demeyin, kuzenlerin, yeğenlerin çoccuğu.

kaç yaşındasın yavrum sen dedim, 15 dedi, hıı güzel dedim.

yavrum filan dedim ya!

garibim çoccuk zaten bir bakıyor, ölmüş akrabaları gelmiş gibi, nerden geldi lan bunlar gibi.

o değil de abi bu nasıl bir yazıdır, başı ayrı telden çalıyor, ortası ayrı telden, kıçı ayrı telden!

teldeki kuş!

kişilik bölünmesi mi yaşıyorum acaba? yoksa gerizekalıyım da ondan mı?

yok la bebeler çok zekiyim aslında!

aman nabayım işte, dadayım ben!

da da da!

12 Ekim 2011 Çarşamba

- that was perfect -

olmadık zamanlarda olmadık şeyler gelir aklıma. mesela dün gece the return diye bir film geldi. sinema yazarları ödülü mü almıştı ne? hatırlayamadım şimdi, rus filmiydi, yönetmen nuri bilge'yi andırıyordu. nuri bilge'yi sevemeyen ben nedense sevmiştim o filmi. iki kardeş, yağan yağmur, yıllardır ortada olmadan babalarının birden dönüşü, bir yola çıkmaları, babaları mı ölmüştü ne?

bazen bazı şeyleri hatırlamakta zorlanıyorum. oysa ki ben değil miydim iğrenç bir fotoğraftik hafızaya sahip olan?

dün gece o filmi bulup tekrar izlemek istedim.

yağmur yağarken oturup yağmur yağan br film seyretmek istedim.

-------------------------------------------------------------------

bu işareti yapmaya o kadar alıştım ki! ortasına bölüm sonunu da yazdım mı olay tamam!

bölüm sonu!

bölüm başı!

çıbanın başı!

----------------------------------------------------------------------

birkaç hafta önce kars'daydım ben.

kars bir serhat şehrimiz. gazi kars, şanlı kars.

kars kalesine çıktın mı bir kez daha gelirsin dedi kahveyi getiren adam.

gelir miyiz dedim babama, geliriz tabi dedi.

gideceğim sanırım gene.

hem kars'a, hem ağrı'ya, hem de van'a.

birkaç ay içinde tekrar yollarda olmak hayaliyle yaşıyorum bilog!

hayallerle yaşıyor bazı insanlar be bilog!

hayallerde yaşıyor bazı insanlar be bilog!

ben de hayallerde ve hayallerle yaşıyorum!

onlar olmazsa sıçarım o ayrı!

-------------------------------------------------------------------

geçen hafta ne iş yapıyorsunuz sorusuna, .......... olduğumu söylüyorlar dedim.

bu cümledeki ............ boşluğu tamamlayınız, doldurunuz.

sonra da ekledim, demented loser olarak tanımlıyorum ben kendimi diye.

i've been living like a demented loser for ages dedim, anlamadılar güldüler, espri yapıyorum sandılar.

halbuki espri değildi.

tutunamayan olduğumu kabul etmem neden bu kadar tuhaf geliyor ki?

--------------------------------------------------------------------------------

bored to death'in yeni sezonu başladı.

uzun zamandır bir dizi karakterini kendime bu kadar benzetmemiştim.

dizi karakterlerini severim, öykünmem ama severim.

ama jonathan ames, oh cizız! yandan yemişi gibiyim adamın!

---------------------------------------------------------------------------------

bir işi yaparken ilham gelmesi!

yazar tıkanıklığı var be bilog!

coen'lerin yalanı olduğunu düşünürdüm hep!

meğersem varmış!

bir şeyi yazarken başka bir şey için ilham gelebilirmiş!

-------------------------------------------------------------------------------

geçenlerde birine demented loser olduğumu söylediğimde bana ed wood gibisin, ne kadar eğlenceli dedi.

iyi mi kötü mü ne dedi bilemedim.

ed wood?

eğer bir gün ed wood olacaksam tamamdır o zaman be bilog!

10 Ekim 2011 Pazartesi

segah-ı nihavend

-sana zeki müren dinletmeye geldim. seversin sen.

- yok dinletme, ağlarım şimdi.

- dertliyim ruhuma hicranımı? güzel olmaz mı ama şimdi leyla dinlesek.

-yok, ağlarım.

2 Ekim 2011 Pazar

plus expenses?

-evet, nedir şikayetiniz? neden buradasınız edie hanım? size edie diyebilir miyim?

-ee, aslında bir şikayetim yok, hiç terapiste gelmemiştim, bir geleyim dedim. sizin neden deri kanepeniz yok, hastalarınız uzanmıyor mu?

-yok uzanmıyor, gereği yok.

-ben uzanmak istesem, çocukluğuma böyle inebiliyorum da.

-edie hanım, malesef kanepemiz yok, o amerikan filmlerinde oluyor. film demişken çok mu film izliyorsunuz? mesleğiniz nedir?

-mesleğim? yani ne desem boş aslında. profesyonel aylak olarak görüyorum kendimi. büyük bir kaybeden. en büyük başarım başarısızlığım. yazarım ben, senaryo filan yazıyorum.

-senaryo filan? seviyor musunuz işinizi?

-ben iş olarak görmediğim için onu, hayatımın bir parçası görüyorum. kolum gibi, elim gibi. elinizi seviyor musunuz diye sormak biraz tuhaf yani.

-anlıyorum. nedir sizi sıkan?

-geceleri kurt, gündüzleri insanım.

-anlamadım?

-içimde bir seri katil yatıyor.

-annenizle aranız nasıl?

-ne ilgisi var şimdi annemle bunun.

-çok alakası var.

-gerçekten çok açıklayıcı oldunuz, annemle aram iyi, saygım sevgim sonsuz.

-alaycı yaklaşmaya çalışıyorsunuz, kendinizden uzaklaşıp, öfkenizi bastırıyorsunuz. elektra kompleksini duydunuz mu?

-evet duydum da ne alakası var. annemle aram iyi diyorum, kendisini rakip olarak görmüyorum. babama da düşkünlüğüm yok, zaten yaşım da neredeyse 30!

-öfkeniz, annenizi sorduğum da bana öfkelendiniz.

-yoo.

-geceleri uykunuz nasıl?

-anlamadığımız soruları boş bırakabiliyor muyuz?

-gene alaycılığa vuruyorsunuz.

-çok şakacıyımdır evet.

-soruma hala yanıt alamadım.

-sokakta yürürken, bir yerde otururken etraftan sevdiğim bir dizi, bir filmle ilgili bir şey duyduğum an kulak kesiliyorum. olumlu konuşuyorlarsa konuşanlara bakıp gülümsüyorum, acımasızca eleştirip yaftayı yapıştırıyorlarsa rahatsız etmek için elimden geleni yapıyorum.

-annenizi rakip olarak görüyorsunuz, kendi yazdıklarınızı kabullenirseniz onu alt edeceğinizi düşünüyorsunuz, bu nedenle de

-elektrayım yani.

-evet elektra.

-yaş olmuş 30 ama.

-olsun.

evet çok sıkıldım. yazmam gereken şeyleri yazarken başka bir şeyi yazmaya başlamam!

oooh cisız!

diyaloglar kıçımdan uydurma, aa noldu, terapiste mi gidiyorsun filan tamamen hayal ürünü!

ama gitsem kesin buna benzer şeyler çıkar.