30 Ağustos 2010 Pazartesi

a girl's right to have jackets

birkaç gün önce jean'a da dediğim gibi, bir chanel takım kadar hiçbir şey heyecanlandırmıyor bazen beni. evet öyle! bir ceket sizin kalbinizi kırmaz çünkü! onu giyersiniz ve ne kadar güzel diye bakarsınız aynada. sizi üzmez, sizi ağlatmaz, sizi hayalkırıklığına uğratmaz.

a girl's right to have jackets, shoes and bags.

erkekler anlamaz. onlar güler geçer. ama öyle mi? yeni bir ayakkabıyı ilk kez giymek, ruju ilk kez sürmek!

evet manyakça ama beni mutlu ediyor bu aralar...

moonlight sonata

opus 27, no.2, piano sonata no.14 ve c# minor
1. adagio sostenuto
2. allegretto
3. presto agitato

olmak üzere 3 bölümden oluşur moonlight sonata. en bilineni adagio sostenuto olmakla beraber bence en harika bölümü presto agitato yani 3. bölümdür.

29 Ağustos 2010 Pazar

ben inanıyorum corc sen de inan!


güneşli günler göreceğiz corc ben inanıyorum canım!
valla lan!
az kaldı olum 2011 bizim yılımız olucak!

beri gel merkür beri gel

merkür seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım bilesin! geri git geri git nereye kadar! akıllı ol, alıcaz aklını olum! bak plüton'a! ona bak ayağını denk al! ömrümü yedin lan merkür! geri geri nereye kadar be! ultimate pms olarak geziyorum etrafta, ona alın, buna bozul, her şeye küs, darıl! ayh yeter ulan! kimden ötürü, senden ötürü merkür! bende ötürü mü, senden ötürü tabiki! alla alla hayret bişi ya!

gördüğün üzere muhterem blog, merkür'ün geri geri gidişi sinirimi bozuyor. pms de var bünyede bu da geldi manyak oldum iyicene. selam anne, ben manyak oldum!

ay merkür geri gidiyor, ay uranus aya girmiş, ay venüs güneşle birleşmiş filan ben güldüm geçtim bunlara, hadi lan dedim. ama arkadaş doğruymuş! nerde burç muhabbeti ordan kaç, ikizler misin, dikizlersin, ıyk iğrençsine maruz kalan bir zat-ı muhteşem olarak yıllarca, ikizlere mundar mualamesi yapanlara, kıçımla güldüm, hahayt sen bana kurban ol lan salak dedim, evet yaptım bunu. hala da yaparım. manyaklık var bünyede o ayrı ama gezegenlerin konumlarını takip eden hatta bıdı bıdı konum değiştirdi ondan sapıttık diyenlere biz ayda koloni kurduk gel takıl bizle diye dalga geçtim amma amma bu merkür doğruymuş arkadaş.

katır tepmiş gibi yaptı valla! hayır acaba pms'de var ya hani ondan mı böyleyim diyeceğim de yok be anam! yok ayni! rüyadan uyanıp salya sümük ağlar mı insan! ağlarmış! kedi beni tırmaladı o bile sevmiyor diye ağladım lan! iyicene sapıttım!

bir bakıştan laftan etkilenir hale geldim. merkür geri gitme anam, gel beri!

böyle arkadaş!

18 Ağustos 2010 Çarşamba

başlık bulamadım valla...

blog, farkındaysan bu sıcaklar beni mallaştırdı. sürekli of pof sıcak yazıp duruyorum. ne oluyor peki, hiç ben sadece manyak manyak söyleniyorum kendi kendime. bir zamanlar ekvatora taşınma isteğim yerini kutuplara bırakıyor. ve de föy yazmaktan nefret ediyorum. kimsenin okumadığı föyler yazıyorum lan blog. föy nedir ki diyeceksin? fransızca yaprak demek, ama sen o p'yi çıkarıp bir r daha ekleyebilirsin, ay valla terbiyesiz oldum he. neyse, el ilanı gibi değil gibi. böyle bir şey işte.

sıcaklardı, işti, elifin gitmesiydi derken böyle bir tuhaf oldum blog farkındasın değil mi? değilsen yuh sana! ha mesajlar diyordum onlar devam, heyecanlı bekleyiş devam ediyor. dilime saçma şarkılar dolanıyor. bugün burak kut'u söylüyordum ya, ben de inanamadım. benimle oynamayı hem de.

tatile gitmek istiyorum blog. çok hem de!

bir de hakkı bulut'u joker hakkım olarak kullanmak istiyorum.

bir de levent kazak beni ekibine alsın istiyorum.

15 Ağustos 2010 Pazar

:)

amelie'nin bir sahnesi vardı hani, hayal kırıklığından eriyordu. işte ben de öyle erimek üzereyim sıcaktan. hiçbir şey yapamıyorum. kitap okuyorum, yazıyorum, seyrediyorum, uyuyorum, merak ediyorum, mesajlarla mutlu oluyorum, heyecanlanıyorum.

julie london, ella fitzgerald dinliyorum. chanel bir ceketim olsun istiyorum. jackie kennedy'nin eski fotoğraflarına bakıp anneme benzetiyorum. eski kadınlar daha mı güzelmiş ne?

beyaz bir evin hayalini kuruyorum en çok. begonviller içinde bir evin. bahçesinde tahta bir masa kırmızı kareli örtüsü ve rustik sandalyelerini görüyorum gözlerimi kapatınca. kediler, kuşlar, ördekler.

elif nehrin kıyısında ördekleri ve kuğuları beslediğinden bahsetti. bahçedeki kedilerin yerini kuğular almış.

rüzgar bile sıcak esiyor.

olsun essin ben merak ediyorum ve de mutlu oluyorum.

:)

12 Ağustos 2010 Perşembe

başlık mı o da ne?

çok sıcak be blog. süpersonik sıcak yani. öyle böyle değil. nefes alınmıyor. başım dönüyor böyle şaftım kayıyor. sıcak hava bana yaramıyor. valla bak, bi uyuz oluyorum. zaten işe de gıcığım şu aralar. akşamın köründe çıkıyorum hep. bi de anlayışsız müştemler allam yareppim diyorum. mesajlar da olmasa hiç çekilmez hayatım be blog.

onlar keyfimi yerine getiriyor. tırrrnnnn mesajınız var! trrrnnn trrrnnnn

kış gelsin blog. ben bu yazı sevmedim.

10 Ağustos 2010 Salı

güneşli salılar - yetişmeyen işler

dün gece wilson'ın mesajıyla uyandım "biz farklıyız biliyor musun? toplumdakilerden farklıyız, o yüzden böyleyiz" diyordu mesajında. uyuyorum dedim, sabah aradım. "ha şunu bileydin be wilson" dedim. farklıyız ki ne farklı.

bazen diyorum ki ne farkımız var ötekilerden, sonra bakıyorum yok yok var. ya da bana öyle geliyor. neyse, mesele bu değil. mesele ne o zaman? bir kitap okudum, bir film seyrettim, bir şarkı dinledim, hayatım değişti. değişti mi estaben? hayır mı? değişti işte. konuşma, ben ne dersem o!

ucu ucuna yaşıyorum bugünlerde. ucu ucuna yetişiyor işler. her sabah aynı şekilde uyanıp gidiyorum işime. mutlu muyum? evet, ama daha da mutlu olacağım günler yakın.

elif geliyor bu ay sonunda. daha yeni gitmedi dediğini duyuyorum ordan esteban. olsun, özlemiş, gelsin işte ne var. sonra mesajlar. ah o mesajlar. hiç bitmesin. hep sevindirsin beni, günümü aydınlatsın.

beyaz poplin pijamaları giyip, kitabımı okuyayım ben. beyaz olsun her yer.
bembeyaz.
aydınlık.

güvercin çırpınışları, pır pır.

güzel günler göreceğiz, güneşli günler blog.

valla bak!

çok yakında!

ne kadar yeteneksiz hissetsem de burada kendimi, biliyorum ki yakında!

9 Ağustos 2010 Pazartesi

better

regina spektor hisli, içli şen sesiyle better diyor, ben de eşlik ediyorum.
better.
daha iyiyim. sabahları uyanmakta hala zorlanıyorum ve hala elifi özlüyorum ama daha iyiyim. sabahları midem bulanıyor, hamile olsam ne olurdu acaba diye düşünüyorum. dolmuşta oturmaya çalışıyorum, yer vermeyenlere acıklı acıklı bakıyorum. mesajlarla uyanıyorum, mesajlarla uyuyorum, gün içinde mesajlarla mutlu oluyorum.

ofise gelip, işlerimi yapıyorum. kitabı yazmayalım diyorum kendime. annemi arayıp sesini duyuyorum, vefalı bir evladım ben.

olumlu olmanın şizofreniye benzediğini söylüyorum wilson'a. fazla olumlusun diyor o da bana, gülüyor. eskiden şizofrendim ama şimdi iyiyiz diyorum.

house'un yeni sezonunun başlayacak olması sevindiriyor beni. her gece yatmadan bir bölüm house iyi gider diyorum. kendime geliyorum.

sigarayı azaltmaya çalışıyorum. mesela bugün hiç içmedim.

bunların dışında, özlüyorum.

sabah bir saat daha uyumayı, elifle kahve faslını, babanın nasihatlarını, annenin kahkahalarını.

bir de merak ediyorum, mesajları, ne olacağını!

8 Ağustos 2010 Pazar

"hadi yap bi orta şekerli de içelim şöyle karşılıklı, bi de sigara yakarız"

demeni özledim be elif. en çok hafta sonunda koyuyor yokluğun. telefonda sesini duyduğumda ağlamak geliyor içimden.

sonra burnu yere düşse almaz kadın gurununa bürünüyorum. ağlamak olmaz diyor içimdeki ses.

hava sıcak, bunaltıcı. şu anda da kapalı. bir yağsa şöyle şangır şakır, benim yerime ağlasa, rahatlayacağız aslında.

iş mi nasıl? şahane! tuhaf insanlarla kaynaşmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

ama güzel olan şey, yazmaya başlamak yeniden. hem de bu sefer tamam oğlum, zengin olucaz, paraya para demeyeceğiz demek.


hayallerle yaşıyor insanlar be.

ah bi ev olsa, denize nazır, arkası ağaçlık. zeytin ağaçları, elmalar, dutlar. koşturup dursa ortada çocuklar.

neyse hüsam, çok duygusalım ben bu ara.

havadan bence.

yağsa da rahatlasak.

5 Ağustos 2010 Perşembe

düğüm

boğazımın tam orta yerinde bir düğüm. su içiyorum, yutkunuyorum geçmiyor. geçmek bilmiyor. sesimi duyduğu an ağlamaya başlıyor. ne zor şeymiş ayrılık...


uyku

ne kadar erken yatarsam yatayım, hep uykum var.

öyle çok uykum var ki, gözlerimi soğuk suda bekletmek istiyorum.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

i am fine

Bir film vardı, belki bilirsiniz Elizabethtown, ayakkabı tasarımcısı Orlando Bloom hatalı tasarımdan milyon dolarlar zar ettirip şirketi batırma derecesine getiriyordu. Şirkete giderken ona bakan herkese "i am fine" diyordu. İşte o replik benim bugünlerde kullandığım bir laf. " i am fine"

Merak edenlere de diyorum i am fine.

Elif gitti, birkaç gündür boğazımda bir düğümle uyanıyorum. Sabah kalkıyorum, elimi yüzümü yıkıyorum düğüm, işe gidiyorum düğüm, yemek yiyorum düğüm, eve dönüyorum düğüm. O düğüm uyuyana kadar orada, hatta ertesi günde aynı yerde. Sebepsiz yere durgunluk hakim. En sevdiğim mevsimden nefret ettim.

Amaçsızca yazıyorum bu yazıyı. Sadece içimden çıksın diye. Boğazımda düğümlenenler gitsin diye. Gider elbet ama ne zaman bilinmez. 28 yıldır beraberim. 28 yıldır 3'üz biz.

İnsanın kardeşinin gitmesi çok zormuş.