31 Aralık 2009 Perşembe

31 Aralık 2009

Güzel blogun güzel ahalisi,

Her yıl yaptığım gibi bu yılda geleneksel yılbaşı yazısı yazmadan girersem yeni yıla gözüm açık gider. Ondan ziyade hemen yazmalıyım dedim.

2009 yılının nasıl geçtiğini biliyorsunuz. Çoğu şeyi sizlerle paylaşıyorum.

Göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçti 2009. Ben bazen kendimi hala 2009'un Ocağının ilk haftasında gibi hissediyorum. Tuhaf değil mi? Sanırım terapi görmeliyim :P

Her neyse bu kadar geyik yeter. Güzel blogumun güzel insanları hepinize çok mutlu, çok güzel bir yıl diliyorum. 2010 yılı, 10 numara bir yıl olsun :)

Dileklerimiz birer birer gerçekleşsin.

30 Aralık 2009 Çarşamba

2009 raporu

Güzel blogun güzel insanları,

2009'a bye bye canım, gelme demeye 2 gün hatta hatta an itibarı ile 1 gün kaldı. 2009 değerlendirmesi yapmadan, yeni yıl yazısı yazmadan bu yılı bitiremem. Bu geleneksel edie finnerty davranışıdır, bakınız araştırınız geçtiğimiz yılbaşılarda yazmış mıyım diye efenim.

Her neyse lafı uzatmadan en iyi 2009 yılının ay ay durum değerlendirmesini yapmak (işte en sevdiğim şey)

ve işte 2009 yılı güzel blogumun güzel insanları :

Ocak: Yeni bir iş, yeni bir ben diyerek Ocak'ın ilk haftasında işe başladım. Aylarca aylaklık yapmanın bünyede enerji depolamasından dolayı çılgınlar gibi çalışıyordum. Kuzen bahane tertip şahane diyerek asker ocağındaki kuzenin yemin törenine gittim, tertibi de görürüm demiştim ama ellerim boş gözlerim yaşlı döndüm.

Şubat: İş ve tertipten başka şey düşünmüyordum açıkcası.

Mart: Tertibi görmeye gittim. Ufak bir Ankara Ankara seni görmek ister her bahtı kara macerası. İş devam.

Nisan: Havalar hafif hafif ılınmaya başlarken benim asabiyet kat sayım da yükseliyordu. Tertiple aramızda soğuk hava dalgası sinirlerimi bozuyordu. Kafamı dağıtmak için film festivaline gittim ama caanım filmde uyukladım. İş mi devam tabii, ama iyiydi o zamanlar.

Mayıs: Tertiple tak sepeti koluna herkes kendi yoluna. Ben mi, halet-i ruhiye enfes derecede tırtlamaya başlamıştı. İş mi? Bırakın istifamı basayım modundaydım. Güzel iş arkadaşlarım "otur kızım hele bi soluklan" dediler de basmadım istifayı. Şimdi düşünüyorum da o zaman iyi ki yapmamışım. Tarkan'ın bir şarkısı vardı, bu şarkılarda olmasa diye onun canlı örneği olurdum yeminlen. Tv dizisi için görüştüğümüz yapım şirketi senaryomuzu beğendi ama bizden yeni bir şeyler istedi. Tertip, iş o bu derken yapamadım, başka bahara kaldı dedim yapım şirketine de.

Haziran: Doğum günüm. Doğum günüm demeye ne hacet! Tertiple son kez görüştüm, al mektuplarını ver künyeyi yapmıştı bana. Görüştükten sonra işte acaip dalga geçmiştik künyeye bakıp ama hee. İş mi devam ama binbir suratla söylene söylene. Hee bi de M.J öldü bu ay ya. Ona çok üzülmüştüm. Ama o gün üzüntüm son olmuştu. "Eeh eytere be tertip" demiş, titremiş ve kendime gelmiştim.

Temmuz: İş devam ama o kadar sıkılıyordum ki terliksiz hayvan mı olayım yoksa tembel hayvan mı olayım karar veremiyordum. İş yerinde mutfağın fayanslarına bakıp canavarlar, hayvanlar çıkartıyordum. Zor günlerdi vesselam ve de sıcak. Bir internet dergisi öykülerimden biri yayınlandı.

Ağustos: Evet işte son ay. Daha fazla kendime işkence yapamayacağımı düşünüp basmıştım istifayı. Kuzenin düğünden sonra ufak bi tatile gitmiştim. Hayatıma sızmaya çalışan birkaç arkadaşa " kapalıyız kardeşim" demiştim. Temmuz ayında yayınlanan dergide bir öyküm daha yayınlandı.

Eylül: Abla'nın doğum günü. İş olmadan günler daha hızlı geçiyordu. En sevdiğim arkadaşlardan birinin düğünü. İçinde benim de öykümün yer aldığı Bozcaada Öyküleri kitabı yayınlandı.

Ekim: Yağmurdu ama hava da soğudu derken günler çılgınca hızlı geçti. Bol bol gezdim orda burda.

Kasım: Hiç sevmediğim ay bu ay işte. Zaten okumuşsunuzdur. Kasım adı gibi beni kasıyor. Sıkıcı geçti. Hava da soğuk ya sevemedim seni kara kasım.

Aralık: Birkaç komik iş görüşmesi yaptım. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini düşünmeye başladım.

2009 yılının ay ay durum raporundan da anlayacağınız gibi 2009 yılı oldukça değişik bir yıldı benim için. Bol ağlandı, bol gülündü, yenildi, içildi, gezildi, hayalkırıklıkları yaşandı, öfkelenildi. Her duygu yaşandı 2009'da. An geldi tıkanıp kaldım zamanın içinde, an geldi zaman atlı kovalarcasına uçtu gitti.

Her şeye rağmen güzeldin 2009. Ağlasam da kızsam da bağırsam da zaman zaman güzeldin. Ufak da olsa bir kitabım oldu bu yıl benim. Büyüğü mü 2010'da :)

22 Aralık 2009 Salı

Seni kategorize ettim ve sana laflar hazırladım.

Pek sevgili blogum, fark ettim ki uzun zamandır yazmamış sizleri yalnız bırakmışım. Çok ayıp gerçekten çok ayıp bu yaptığım.

Bloguma yazmadığım bu süre zarfında ne yaptın derseniz, vallahi ben bir şey yapmadım. Yedim, içtim, gezdim, tozdum, soğuk hava koşullarına uyum sağlamak için lahana gibi giyinmeye başladım, ona buna sataştım, tipik edie finnerty davranışları yani.

Bunları boşverelim de bir an önce engin bilgilerle dolu yazıma geçeyim.

Herkes herkesi kategorize eder, ben yapmam, insanlara yaftayı yapıştırmam diyenler bile hayatlarında bir kez yapmışlardır bunu. Ben yaparım, kategorize eder, sınıflara ayırırım, zira biraz pis bir insanım.

Bugünkü kategorizasyon konumuz sanat sepet işleriyle uğraşan karşı cins;

Güzide memleketimin sanat sepet işleriyle uğraşırken bir yandan da bağyanları etkilemeye çalışan bu adamları yaftalama, yapıştırma, parçalara ayırmayı ve sizlerle paylaşmayı borç bilir, geneller de genellerim. Bu yazıdan sonra sanat sepet adamları tarafından müzelik olabilirim ama olsun varsın. Ruhum sanata kurban olsun.

Fotoğrafçılar : Son zamanların en çok tartışılan sanatı fotoğrafın küçük prensleridir bu adamlar. Ellerinde fotoğraf makineleri ile her yerde karşımıza çıkabilirler (evet çok pis genelledim) Fotoğraf sanat mıdır, fotoğraf mı denir resim mi denir tartışıladursun fotoğrafçı adamlar ister bir moda fotoğrafçısı isterse de fotoşipşakcı olsunlar beğendikleri bağyana "model olmalısınız, bana modellik yapar mısınız, yüz hatlarınız oh may gad" biçiminde yaklaşabilir, portfolyalarını (bol fotoşoplu renklerle oynanmış, abuk sabuk kadrajlı, mutlaka martılı vapurlu) göstererek "ben romantik bir adamım, renkler, doğa, güzellikleri göstermek benim işim" ayağında sizi yiyebilirler, aman dikkat.


Sinemacılar : Onların hepsi birer Godard, Tarkovski, Truffaut. Hepsi inanılmaz senaryolar yazar, kadrajın alasını bilir, Auter'un ustası, unutulmaz filmlerin büyük yönetmeni. Kısa film çeker, Hollywood'dan nefret eder, Uzak doğu sineması favorisidir, bağımsızları sever. Türk sinemasının son haline acır, Recep İvedik'in gişesini kıskanır. Festivallerden festivale gider, sürekli eleştirir. Onun kadrajını, bunun rengini, ötekinin senaryosunu, berikinin oyuncularını her şeyi eleştirir. Film festivallerinde elleri ceplerinde kafasında şapkası ağzında sigarasıyla Marlon Brando'yla Naylon Branda arası gidip gelen bu adamlar engin sinema bilgileriyle, sohbetleriyle sizi kandırıp, "yüzün sinemaya çok uygun, kısa film çekiyorum oynar mısın" diyerek etkilemeye ve evinde dvd izlerken şarap içmeye davet ederler. Geçmiş zamanın dandik kısa filmcisi, şans yüzüne gülüp bir festivalden ödül alınca değil sizi aynada kendisini bile tanımaz.


Yazarlar- şairler : "Kendimi bildim bileli yazarım ben, içimden gelenleri ancak böyle yansıtabiliyorum, yazınca diğer benler çıkıyor ortaya, kelimeler kelimeler kelimeler, kelimelere aşığım, özellikle de dahi anlamındaki de'ye" Sanat sepet aleminin iflah olmaz romantikleri, kendilerini bir türlü istediği gibi anlatamayan hiç büyümeyen adamları Peter Pan sendromlu, kelime aşıkları, sarmal çengel kare bulmaca manyakları, mübalağanın ustaları askrostişin hastaları yazarlar ve şairler, kitabın olduğu her yerde karşınıza çıkabilir. Kemik çerçeveli gözlükleri (okumaktan şişe dibi gibidir), ellerinde kitaplarıyla, dergi almak için gittiğiniz kitapçıda yanınıza gelerek bir alıntyla lafa başlarlar. İşte bu noktada ya hoşçakal canım diyebilirsiniz ya da ne diyor bu adam diyerek şuursuzca zırvalamanın büyüsüne kendinizi kaptırabilirsiniz. Sohbet ilerledikçe Orhan Pamuk'a atıp tutan, Orhan Veli'den daha şahane olduğunu söyleyen entelijans kitab-ı kurt adamlar kurdukları cümleler kullandıkları kelimelerle aklınızı başınızdan alacaklarını sanıp elleri boş gözlerinde yaşlarla kalabilirler.

Ressamlar : Mutluluğun resmini ben çizdim Abidin. Renklere aşığım özellikle de sarıya! Küçük bir çocukken bütün ressamları Trt2'deki ressam gibi sanırdım, hey hat ne kadar da yanılmışım!
Kafalarında yan taktıkları bereleri, ağızları pipoları ile klişenin önde gideni olarak resmedilen ressamlar ne yazık ki öyle değiller aslında. Biliyoruz da konuşuyoruz! Daha önceki yazılardan bilen bilir resim sanatının genç isimlerinden neler çektiğimi! Her neyse kişisel deneyimlerimden, nefretlerimden bahsederek konuyu dağıtmak istemiyorum. Konumuz ressamlar, evet ressamları Trt2'deki beş dakikada bir fırça darbesi ile ağaç yapan, çalı yapan ressam amca gibi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Zira o dönemler kapanalı çok oldu. Resim ya da grafik bölümünden mezun olduktan sonra "en iyisi resim yapmak" diye kendilerini tuvale veren adamlar, içlerindeki kaosu tuvale yansıtırken "ahanda boya döküldü, boşver kalsın sanat sansınlar" mantıklı, her daim kafası karışık, sanat dünyasının göz bebeği, anlaşılamayan karmaşık yeteneklerdir, ya da kendilerini dev aynasında sanan cücelerdir. Beğendikleri bağyana "sizi resmetmek isterim" diye klişe laflarla yaklaşırken, biraz yakınlaşınca "ben kafası karışık bir adamım, sanatımı bile anlamıyorlar" diyerek kendini acındırıp, uzaklaştırmak isterler. Sanat sepet dünyasının renk delilerine en iyisi bir kutu pastel boya ve boyama kitabı alıp yanlarından uzaklaşmaktır.


Oyuncular : Meslekleri gibi oyuncudur bu adamlar. En kıytırığı bile öyle güzel oynar ki binlerce dansöz var ama sen bir numarasın, değil portakalı oskarı bile alırsın dersiniz. Bu oyuncu arkadaşlar dizi, sinema ve tiyatro oyunları olmak üzere kendi aralarında da ayrılır. Dizi ve sinema oyuncuları kısa filmlerle başlar sonra kıytırık bir iki dizi de gözükür, bir yan rol ya da yandan yemiş bir başrol kaptı mı kimseyi tanımaz. Şimdi diyeceksiniz ki tiyatro oyuncuları nasıl onların farkı var mı, aslına bakarsanız oyuncu oyuncudur, kendi aralarında isterlerse sekize ayrılsınlar oyuncu oyuncudur arkadaş. Timsah gözyaşı döker, yalandan methiyeler düzer. Yeniden başlasın aşk ateşim yanmasın bizim gibi sevenlere yazık derler ama iki gün sonra yeni yeni sevdalar çiçeğiyim ben diye gezerler. Ay dizilerde oynuyor, bu sene Afife Jale'yi seneye de oskarı alır demeyin kendinizle oynatmayın.

Müzisyenler : "Akdenizzzz akşamları"
Yazlık akşamlarının göz bebekleri, gitarlı cover manyakları. Benim sesim güzel bunlar da kendi bestem diyerek kendilerini birer Mozart, Beethoven, Münir Nureddin sanan bu adamlar hisli içli hoş sesleriyle şarkılar söylerek Sirenler gibi sizi yanıltabilirler. Bu hoş sesli boş gitarlı adamların romantik gözükmelerine, size şarkı yazmalarına aldanmayın. Unutmayın ki bunların peşinde dolanan konser konser gelen grupileri ve sahneye çıktığında ağlayan, donunu sütyenini atan, orasını burasını imzalatan hayranları var. "Bebeğim sana şarkılar yazdım" dese bile inanın ki aşırmıştır o şarkıyı bir yerden.

Bitirirken; pek sevgili blog takipçilerim canlarım bu kadar yazdığıma abarttığıma genellediğime bakmayın. Ben geneller kategorize eder ve abartırım. Huyum kurusun.

Bu yukarıda saydığım, verip veriştirdiğim adamların hepsi aynı olmayabilir. Deli paratoneri, arıza mıknatısı olduğumdan sanat sepet dünyasının arızalı tiplerine denk geldim.

17 Aralık 2009 Perşembe

hiçlik

güzel bir hismiş. hiçbir şeyin olmaması, bütün gün boş boş dolanmak, izlemek istediğin filmleri dizileri izlemek, kitapları okumak, sonra tekrar tekrar dönüp okumak, bir şarkıyı bin kez dinlemek.
güzel bir şeymiş.

değişen hiçbir şey yok, kötü değilim. aksine iyi hissediyorum. birkaç aya kalmadan her şeyin değişeceğini biliyorum ve endişe etmiyorum.

hiçlik güzelmiş.

14 Aralık 2009 Pazartesi

mim

Mimlendim. Bu mim nedir, ne değildir, ne işe yarar pek bilmem ama çilek turşu'm beni mimlemiş :)
İyi de yapmış. Benim için önemli 5 yer neresidir demiş, ben de hemen cevaplayayım :

1. İstanbul- hayatım

2. Kadıköy- çocukluğum, ilk gençlik yıllarım

3. Koşuyolu- evim, evim güzel evim

4. New York- şu aralar hayalim :)

5. Moda- ilham kaynağım :)

Ben de bu mimi binbirinci gece ve siyam'a gönderiyorum :)

Hadi bakalım mimlendiniz :)

11 Aralık 2009 Cuma

bana bunlarla gelin

yeni yıl hediyeleri listesi ahanda aşağıda:

-u2 konser bileti

-dallas clayton'dan an awesome book

- miranda july'den imzalı kitap

- murat menteş'ten imzalı korkma ben varım

-askerdeolanlar ve since always

-gayri meşrutiyet sergisinden herhangi birşey

- jamie hayon'dan herhangi birşey (bardak bile olur o derece yani)

aklıma gelenler bunlar daha gelirse çekinmeden eklerim :))

şimdi gibi

Geçen sene bugünü hatırlıyorum. Bir yıl geçmiş üzerinden ve benim fil hafızam unutmamış, unutamamış. Kötü mü bilmiyorum ama bazen bir lanet olduğunu düşünüyorum bu hafızanın.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Az kaldı sanki he?

Zaman ne acaip şey. Geçme lan dersin geçer, geçsin gitsin anasını satim dersin geçmez. Katil eder adamı, illet olursun. Ağustos'tan bu yana ne zaman geçmiş, ne olmuş, nasıl yani, aa o geçen gün değil miydi, ne bir ay mı oldu derken bir de baktım ki geldik aralık ayına. Kasım ayı bitti ya, en çok ona seviniyorum. Kasım ayının konu salağı benim çünkü. Saatli maarif takviminde kasım ayına benim resmimi koysunlar hatta öyle bir isteğim var yetkililerden.

Neyse ne diyordum. Heh zaman, zamanın hızlı hızlı geçmesi, günlerin birbirine karışması.

Çok hızlı geçti çok, bazen de hiç geçmedi.

Bugün Aralık'ın 5'i. Bak 5 gün geçmiş bile. Kaldı 26 gün.

26 gün bu sene gidiyor. Bir daha 2009'un Aralık 5'i olmayacak. Tıpkı Mayıs'ı olmayacağı gibi, ya da Ağustos'u.

26 gün sonra, yepyeni umutlarla kapıda belirecek yeni eleman. Belki zaman zaman özleyeceğiz eski yılı, belki de oh be iyi ki gitti diyeceğiz.

Ne diyeceğiz bilmiyorum- yani siz ne dersiniz bilmiyorum- ama olsun :)

2009 güzeldi.

26 gün kaldı.